Asırlık ilim çınarı

Mehmet Emin Er… Bir ilim ve irfan çınarı. Geleneksel medrese ekolünün son halkası… Bir Kur’an, hadis ve Arapça sevdalısı. Emin Er Hoca’yı 2013 yılında Ankara’daki evinde ziyaret etmiştik.

2013 yılının Ocak ayıydı. Son devrin büyük İslam âlimlerinden Mehmet Emin Er Hoca, Ankara Etlik’teki evinde yatıyordu. Bir heyetle birlikte, hayatımda ilk kez göreceğim bir İslam âlimine geçmiş olsun ziyaretine gitmiştik. Dikkatimi Arapça kitaplar çekmişti. O ziyaretten beş buçuk ay sonra asırlık bir ilim, irfan çınarı ebedi hayata göç etti. Ardında ise yüzlerce talebe, eser ve sürdürülmeyi bekleyen bir ilim geleneği bıraktı. Başta salonun boydan boya karşılıklı iki duvarı olmak üzere, evin her tarafı kitaplıklarla doluydu. Ev bir kütüphane, raflardaki külliyat ve kitapların neredeyse tamamı Arapça idi. Meğerse Mehmet Emin Er Hoca’nın Arapçası, Türkçesinden çok iyiymiş. Kendisi de kitaplarını Arapça yazmıştı. 105 yaşındaydı. Namazlarını bazen ayakta, bazen de oturarak kılabildiğini belirterek uzun ömrün salih amel ile süslenmesi gerektiğini söylemişti. Çok değil, “Bu dünya bir imtihan yeridir. Ebedi hayatı kazanmak için harcanmalı” dediği o ziyaretten tam altı ay sonra Haziran ayının son günlerinde Rabbine kavuşmuştu.

 

 

Osmanlı’nın son döneminde Diyarbakır Çermik’te doğan Mehmet Emin Er Hoca, Arapça, Farsça ve Türkçenin yanı sıra anadili olan Kürtçe biliyordu.İlim aşkı ve tahsiline genç yaşında medresede başlayan Mehmet Emin Er Hoca, sarf, nahv, mantık, vad, isti’âre, edebü’l-bahsve’l-münâzara, beyân, meâ’nî, bedi’, usûlu’d-din, usulu’l-fıkıh ve kelâm ilimlerini tahsil etti. Fıkıh, tefsir, ferâiz, tecvid gibi diğer ilimleri de öğrendi. Ayrıca tasavvufta muhtelif mürşidlerin terbiyesinden geçti. Amelî icâzetini (halkı irşad izni), merhum Muhammed Saîd Seydâ el-Cezerî’den aldı. İlim tahsilinden sonra hayatı boyunca ders verme, imamlık, vâizlik, tebliğ ve İslam’a davet gibi hizmetlerle meşgul oldu. Kürt ulemâ ve Nakşibendi-Hâlidî ilim/irfan ve tarikat geleneğimizin son halkalarından biriydi.

 

Ashâb-ı Suffe’den, Nizâmiye medreselerinden beri gelen ilim ve irfan müesseselerimiz yaklaşık bir asırdır kapatılmış olduğundan, sistemin yasakları ve modern eğitimin de etkisi ile sönmeye yüz tutmuş o kadim gelenek, bu asırda adeta Emin Er Hoca’nın şahsında yıldızlaşmıştı. Kaybedilenlerin yeri bir türlü doldurulamayıp kesintiye uğrayınca ilim, irfan ve maneviyat geleneğimiz adeta soluksuz kalıyoruz. İşte bu yüzden, âlimin ölümü, âlemin ölümü denmiştir. Soru şudur: Yeni kuşaklar, modernliğin, materyalist çağın boğucu, dünyevi ikliminde sürekli kaybederken, nesiller özü, aslı, tarihi ile yeniden nasıl buluşacak? Mehmet Emin Er Hoca, 1980’li yıllardan itibaren dünyanın birçok ülkesine seyahatlerde bulundu. Afgan dağlarındaki mücahitleri dahi ziyaret etti. Hatıraları, röportajları çeşitli gazetelerin yanında, Millî Gazete’de de 13 gün boyunca yazı dizisi olarak yer aldı.

 

 

Milli Gazete

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir