Bir Gönül İnsanı:
Muhammed Emin Er (1907(?)-2013)
Prof. Dr. Recep Şentürk İstanbul Sabahattin Zaim Üniv.
Bir ağaç düşünün kökü Anadolu’da ama gölgesi ve meyveleri bütün dünyaya yayılmış. Japonya’dan Amerika’ya birçok insan bu ağacın gölgesinde rahatlamış, huzur bulmuş, meyvelerinden beslenmiş, manevi açlık ve susuzluğunu gidermiş. O ağaç hiçbir beklenti taşımadan hep karşılıksız vermiş; bütün beşere hasbi bir şekilde hizmet etmiş. İşte bu ağaç 27 Haziran 2013 tarihinde Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Hakk’ın rahmetine kavuşan merhum hocamız hasbi bir Rabbani âlim olan Muhammed Emin Er’dir. Veda yılı olarak ilan ettiği sene içerisinde Amerika, Avrupa ve Orta Doğu’daki talebe, akraba ve sevenleriyle vedalaşıp helalleştikten sonra, daha önceden haber verdiği şekilde perşembe günü bu dünya hayatına veda etmiştir. Vasiyeti üzere, cenazesi talebeleri tarafından yıkanıp, son haccında giydiği ihram ile kefenlenmiş; cenaze namazı önce Hacı Bayram Camii’nde talebesi Prof. Dr. Mehmet Görmez tarafından kıldırılmış daha sonra aynı gün Gaziantep’te ikindi vakti bir başka talebesi tarafından cenaze namazı tekrar kılınarak Nuri Mehmet Paşa Camii haziresine tevdi edilmiştir. Onu gözyaşları ve dualarla dar-ı bekaya uğurladığımız cenazesine, Türkiye’den ve dünyadan ona büyük bir minnettarlık ve derin bir muhabbetle bağlı birçok önde gelen kişi katılmıştır.
Muhammed Emin Er hocamız Diyarbakır’ın Çermik kazasında dünyaya gelmiş, Türkiye ve Suriye’de ilmi tahsil etmiştir. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1907 yılı olduğu tahmin edilmektedir. İlim tahsiline geç sayılabilecek bir yaşta başlamasına rağmen hızla ilerlemiş, gayreti, zekâsı ve ciddiyeti ile akranları arasında temayüz etmiştir. Devrinin önde gelen âlimlerinden geleneksel medrese usulü eğitim görmüş, ilim ve tasavvuf alanlarında aldığı iki icazetle zülcenaheyn (iki kanatlı) bir âlim olarak öne çıkmıştır.
Onun hayatının amacı insanlara dinlerini öğretmekti. Özellikle itikat, amel ve ahlak alanında her Müslümanın mutlaka bilip tatbik etmesi gereken hususlara kitap, sohbet ve derslerinde öncelik verirdi. Zaruri bilgiler konusunda cahil olan insanlara teferruatla ilgili ya da dinî hayatla alakasız bilgileri aktarmayı doğru bulmazdı.
Mesajını çok kısa ve öz bir şekilde, maddeler hâlinde sunmaya çalışırdı. Hatta önemli konuları bir sayfada özetleyerek fotokopi yaptırıp evine gelen ziyaretçilere ve seyahat ettiği yerlerde tanıştığı insanlara dağıtırdı. Yurtdışına giderken, bu bilgileri Türkçe, Arapça ve İngilizce olarak üç dilde bir sayfaya sığacak tarzda özet hâle getirir ve tanıştığı insanlara verirdi. Böylece meşgul olan veya okuma merakı olmayan insanlara dinin en önemli mesajlarını kısa yoldan ve kolay bir şekilde ulaştırmayı amaçlardı. Mesajını daha az kelime ve daha kısa bir cümle ile verebilme hususuna çok önem verir, bazen günlerce bir meseleyi tek bir vurucu cümle ile anlatabilmenin yolunu arardı.
Hoca efendi talebelerini çok sever onlar için her türlü fedakârlığı yapar, hatta onları evlerinde ziyaret eder ve misafirleri olurdu. Onların aileleriyle, ebeveynleri, hanımları ve çocukları ile ilgilenirdi. Bir talebesinin evine misafir giderken onun hanımına ve hatta çocuklarına kıymetli hediyeler götürürdü. Hediye seçimine çok önem verir, en uygun hediyenin ne olacağı konusunda bazen yanındakilerle istişare ederdi. Yaşta, ilimde, zühtte ve takvada bu kadar ileri seviyede olan bir hoca efendinin etrafındaki insanları ve onların ailelerini mutlu etme konusunda gösterdiği bu titizlik talebelerini çok şaşırtırdı.
Gençlerin arzularına muvafakat eder, kendisi normal şartlar altında yapmadığı şeyleri arkadaşlarına muvafakat olsun diye yapardı. Mesela gençlerin gönlü olsun diye onlarla gezmeye gider, onlarla beraber yemek yemek için nafile orucunu bozardı. Misafir olduğu evlerde hiç yük olmaz, ev ahalisi onun varlığından dolayı bir sıkıntı çekmezdi.
Ferdi bir eğitim metodu vardı; herkesle ayrı ayrı ilgilenirdi. Toplu sohbetleri dışında ders verirken, her talebeye ayrı ders verirdi. Bunun sebebi sorulduğunda her talebenin anlayış ve zekâ seviyesinin farklı olmasından dolayı, ilerleme hızlarının da farklı olduğunu söylerdi. Daha çok sayıda talebe ile uğraşmak yerine az sayıda ama yetenekli talebe yetiştirmeyi tercih ederdi. Bu yüzden yakından ilgilendiği ve icazet vermek için yetiştirdiği talebelerini büyük özenle seçerdi. Bu tür talebeler, uzak ülkelerde ve şehirlerde iseler onların bulunduğu ülke veya şehre seyahat edip orada aylarca kalarak bir tek talebe bile olsa dersini sıkılmadan büyük bir zevkle verirdi. Mesela Amerika’da böyle yanlarına giderek yetiştirip icazet alma seviyesine getirdiği talebeleri vardır. Kendisine “sen onlardan yaşça çok büyüksün ve onların hocasısın, onlar sana gelsin, sen neden onların yanına gidiyorsun?” diyenlere “sevap gidenindir” diye cevap verirdi.
Talebelerinin hem geleneksel medrese usulü hem de modern akademik usul ile üniversitede eğitim görmesini, böylece zülcenaheyn olmalarını tavsiye ederdi. Sadece klasik medrese eğitiminin veya sadece üniversite eğitimin yetersiz olduğunun altını daima çizerdi. Talebelerinin ilmi ve akademik olarak terakki etmelerini ısrarla tavsiye ederdi. Akademik unvanların alınmasını, birtakım hizmetlerin ifasını kolaylaştırdığı için, son derece önemserdi.
Ayrıca kendisi ileri yaşına rağmen en ileri teknolojiden faydalanmaya çalışır ve talebelerine de aynı şeyi tavsiye ederdi. Mesela, dizüstü bilgisayar sahibiydi ve lpad kullanırdı; Kur’an-ı Kerim’i Ipad’den okuyup tefsirlerini oradan takip ederdi. Talebelerini ‘asri telefon’ (akıllı telefon) kullanmaya teşvik ederdi.
Ruhsatlardan kaçınır azimet ile amel ederdi. Sünnet ve adapları oldukça önemser, mekruh ve şüpheli şeylerden sanki harammış gibi uzak durmaya çalışırdı. Kendisi daima azimet ile amel ettiği gibi, soru soranlara azimet ile fetva verir, azimet ile amel etmeyi teşvik ederdi. Fetva verirken ve amel ederken mezhep taassubu gütmezdi. Tam aksine mezhepler arası ihtilaflardan kaçınıp, bütün mezhep imamlarının ittifakıyla sahih olacak şekilde ibadet ederdi. Abdest alırken de dört mezhebe göre sahih olacak şekilde abdest alırdı. Özellikle imamların tartışmalı (muhtelefun fih) görüşleri ile değil, görüş birliği (müttefekun aleyh) hâlinde oldukları ile amel etmesini, böylece ihtiyatlı davranılmış olacağını (ehvat ile amel) ve cemaat içinde farklı mezheplerden insanlar olursa onların kendilerini kalben daha rahat hissedeceğini belirtirdi.
Zahit idi, yerde oturur, yerde yemek yer ve yerde uyumayı tercih ederdi. Çok az ve basit yerdi ama misafirlerine mükellef sofra hazırlatırdı. Güzel, itinalı ve temiz giyinirdi ama çok az sayıda kıyafeti vardı. Yeni bir kıyafet diktirdiği zaman eskisini hemen hediye ederdi.
Teheccütleri ve gecenin son üçte birini ihya etmeyi, ne kadar yorgun olursa olsun, yolculuk hâlinde bile, asla ihmal etmezdi. Gecenin son üçte birinde uyanır, güneşin doğuşundan bir müddet sonra işrak namazını kılıncaya kadar uyumazdı. Bu zaman içersinde zikirle, ilim ve kitap telifi ile meşgul olurdu.
Eserlerinde bereket, insanlara daha fazla faydalı olsun ve Allah Teala tarafından sadaka-i cariye olarak kabul edilsin diye, kitaplarını mutlaka abdestli olarak ve iki rekât namaz kıldıktan sonra telif ederdi. Telif veya tashihe başlamadan önce abdest alır, iki rekât namaz kılar, beşer kelamı etmeden kitap üzerinde çalışmaya başlardı. Herhangi bir sebepten dolayı, beşer kelamı etmek zorunda kalırsa, yeniden abdest alıp, iki rekât namaz kılmadan kitap üzerinde çalışmaya başlamazdı.
Yabancılarla ve özellikle Müslüman olmayanlarla sohbetlerinde onların dinlerine hakaret etmeden İslam’ı tebliğ etmeye çalışırdı. Tevrat ve İncilleri çok iyi bilirdi. Münazara yaptığı papazlara Kitab-ı Mukaddes’teki çelişkileri gösterirdi. Münazaradaki amacın karşı tarafa hak olan görüşü hemen orada kabul ettirmek olmadığını, onun aklına şüphe sokmak ve hakikat istikametini göstermek olduğunu belirtirdi. Müslümanlarla tartışmalarında münazara adabına riayet ederdi.
Eserlerini Arapça olarak kaleme almıştır. Birçok eseri Türkçe ve İngilizceye tercüme edilmiş ve edilmeye devam etmektedir. Bir kütüphane çapında eserler bırakmıştır. Bunların bir kısmı Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli dillerde basılmıştır ama çoğu hâlâ basılmayı beklemektedir. Vefatından önce hastanede hasta yatarken bile eser telifine devam etmiş ve hac rehberi olacak bir eserini tamamlayarak son şeklini vermiştir.
Muhammed Emin Er hocamız geriye birçok dilde eserler ve dünyanın dört bir yanına yayılmış birçok milletten talebeler bırakarak dar-ı bekaya irtihal etmiştir. Vefatından önce mezar taşına yazılmak üzere, Arapça olarak dört mısralık bir şiir kaleme almış ve onu Türkçeye tercüme ettirerek mezarını ziyarete gelenlere bile tebliğ yapma niyeti taşımıştır. Mezarının üzerinin yağmur ve güneş alacak şekilde açık bırakılmasını ve üzerine çiçek ekilmesini vasiyet etmiştir. Kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olsun ve Allah Teala bizi onunla cennetinde buluştursun.