MUHAMMED EMİN ER HOCA KİMDİR?
“… ve göklerin kapısı açıldı: Rabbani alim Muhammed Emin Er Hocamız Rabbine yürüdü.”
O, Şeyh Seyda’nın halifesi, Bediuzzaman’ın, Şeyh Maşuk ve oğlu Şeyh Masum Norşininin, Şeyh Ahmet Haznevi’nin öğrencisi, Mahmud Efendi’nin, Hikmetyar, Rabbani ve Merhum Erbakan’ın dava arkadaşı, ilim talebelerinin ulu hocasıydı. Küçücük bedeni hem yürek, hem ilim, hem de vefa doluydu. 28 Şubat sürecinde Müslümanın, Müslümanın yanında poz vermekten çekindiği bir zamanda muhterem Mahmud Efendi’yle birlikte Erbakan Hoca’nın iftarına katılarak açıkça safını belli etti.
GELEN İTİRAZLAR ÜZERİNE YAZININ TÜMÜNÜ BURAYA TEKRAR ALDIK.
BİR MÜCAHİD ALİM’İN HAKK’A YÜRÜYÜŞ HİKAYESİ
Minarelerin tepesindeki işaretlere, sınırdaki direklere ve de dağlara alem denir. İnsana İslami sorumluluklarını hatırlatıp, cennetin yolunu gösteren alimler de lafız ve mana itibariyle alemdir.
28 Haziran Cuma günü dar-ı bekaya irtihal eden Mehmed Emin Er Hocamızı da hayatın hemen her şubesinde ümmetin önünde yürüyen ona yol gösteren, cennete alem olan bir rabbani alimdi.
Üstad, Diyarbakır’da doğdu, orada okudu, fakat “Şam, Bağdat, Kahire, İstanbul da bizim” dedi. Kürtçe konuştu fakat ders okuturken, eser telif ederken Kur’an’ın dili Rabça’yı tercih etti. Parçayı bütüne bağlama gayreti içerisinde oldu. Her durumda büyük bütüne yani İslam ümmetine aidiyeti öne çıkardı. Afganistan, Ruslar tarafından işgal edilince, “Orası benim yürek coğrafyamın şurasına düşer.” Dedi, seksen yaşında, “Ya Rab! Rus’a karşı dava-i Kur’an’iyeyi müdafaa edebilmek için bize alem-i İslam’dan müeyyideler gönder.” Diye dua eden kardeşlerine yardım edebilmek için yollara düştü. Önce İran’a gitti, orada derdine ortaklar aradı. Humeyni ile yaşanan değişimi ve yeni sistemi yakından inceledi. Türkiye’den gelenlerin “İttihad-ı İslam” zarfıyla nasıl Şialaştırıldıklarına, Müslüman kızların ise mutaya zorlandıklarına şahit oldu. İran İslam Cumhuriyeti terkibine dair, “Bu sistem, İslamilik adı altına İslam’a bir suikasttır.” Hükmünü vererek oradan ayrıldı.
İran ziyaretiyle, “Yeni Şia’nın eskisinden farklı olmadığını” aynel yakin idrak etmiş oldu. İran’dan Pakistan’a geçti. Orada Diyobendi medrelerini ziyaret etti, ulema ile tam fikri ve akidevi bir vahdet içerisinde olduğunu müşahade etti. İran’da “ittihad-ı İslam’a dair zayıflayan umutları, Pakistan ziyaretiyle muhteşem bir hal aldı. Oradan Bangladeş’e geçti. Kardeşleriyle hemdert oldu. Soğuk bir kış mevsiminde seksen yaşında seferinin nihai noktası olan Afganistan’a gitmek için Bangladeş’ten ayrıldı. Zor bir yolculuktan sonra ulaşabildiği Afgan cephesinde mücahitlerle omuz omuza tam bir ay cihad etti. Bu haliyle de ne yapmaları nasıl bir tavır içinde olmaları gerektiğini müzakare eden Müslüman gençlere alem oldu.
O, Afgan cephelerindeki haliyle tekke için de bir seyr-i sülük alemiydi. Eline bir teşbih alıp bir zaviyeye çekilen sufilere, “Haydi! Toparlanın! İmam Rabbani gibi mücahid mürşidlerin yolunda yürüyelim.” Diyordu.
Kudema bezmine ahirde gelmesi itibariyle bir zamanlar bu topraklarda da allemeler olduğunun alemiydi. Yıllar önce bir hac mevsiminde Medine-i Münevvere’de ki evinde ziyaret ettiğim büyük Muhaddis Muhammed Avvame, hal hatır faslından sonra ilk olarak Mehmet Emin Er Hoca’yı tanıyıp tanımadığımı sormuştu. Kendisiyle bir gün önce tanıştığını ifade eden Avvame, Emin Er Hacamız’la alakalı şunları söylemişti: “Şüphesiz ki o, Türkiye’de kalan büyük ilim adamlarından biridir. Allah ömrünü mübarek eylesin. Şimdi 95 yaşlarında… Fakat ilmi ve hafızası yerinde, çok ince meselelerden bahsedebilmekte. Usul-u fıkıhla alakalı mevzulara vukufiyetine hayran kaldım. Tevazuda da zirveye ulaşmış biri.”
Üstad, doktorlar, “Yaşınız seyahatinize mani, gidemezsiniz.” Demesine rağmen vefatından tam bir yıl önce (27 Haziran) İFAM’ı ziyaret etti. Bu hususta, İstanbul’u fethe giden İslam Ordusu’na katılmak isteyince çocukları tarafından, “Baba! Sağlığın da, yaşın da İstanbul’a gitmene mani. Senin adına bizler gidelim, cihad edelim.” İfadeleriyle iknaya zorlanan fakat “Evladım! İnfiru hifafen ve sikalen…” (Tevbe:41) ayet-i kerimesi nazil olduğunda ben Allah Resulü’nün (sav) meclisindeydim. Bu ayet gençlikte de (hifafe), yaşlılıkta da (sikalen) bize cihadı emrediyor.” Diyen Ebu Eyyüb el-Ensari’ye (ra) intisab etmişti. Yüz küsür yaşında, bir ilim halkasına ruh ve feyiz vermek, talebe-i İslam’ın derslerine işraf etmek için şu kadar kilometrelik mesafeyi kat etti.
Hava alanından eve vardığımızda gece yarısı olmuştu. Saat 02.30 gibi istirahate çekildi. Sabah namazına kalkış için belirlediğimiz saatte kapısına gittiğimde seccadesinin üzerindeydi. Namazı o kıldırdı. Tıval-ı mufassalden okudu. Sonra hususi dünyasına çekilip evradıyla meşgul oldu. Ardından diz üstü oturup bir cüz Kur’an-ı Kerim okudu. Sabah İFAM’da ki derslere katıldı. “Nerede kaldınıysanız oradan devam edelim” buyurdu. O gün tefsirde Beydavi’den, “Talak Suresi” okunacaktı. Kitabı eline aldı, sanki yeni mütaala etmiş ya da müyesser bir metin okur gibi, mana verdi, işkal çözdü. Surede geçen fıkhi meseleleri de mezheplere göre anlattı. Kendini ibareye de, ifadeye de o kadar vermişti ki, öğle namazı olduğunda o hala derse devam ediyordu.
Üstad hem çok yaşlı hem de halsizdi. Bu yüzden yürüyemiyor, hasta arabasıyla taşınıyordu. Buna rağmen nafileler dahil bütün namazları ayakta kılıyordu. Yaşlılıktan vucüdunun şekli değişmişti fakat buna rağmen kıyamı terk etmiyor sanki hal diliyle bize şöyle diyordu: “İnsanların huzuruna hasta arabasıyla çıkılabilir fakat gücümüz yetiyorsa Allah Azze ve Celle’nin huzuruna asla çıkılamaz…” O ibadette de alemdi.
Öğleden sonra bir müddet hususi dünyasına çekildi. Sonrasında ikindiye kadar sohbet yaptı, sorulara mukni ve müfid cevaplar verdi. Ardından onun imametinde İkindi namazı eda edildi. Konferans için belirlenen salona yoğun katılımdan dolayı cemaat sığmayınca büyük salona geçildi. “İman” mezuundaki konuşmasına akşama kadar devam etti. Nihayet “Efendim akşam namazı geldi.” Deyince “Peki namazdan sonra devam edelim.” Diyerek bir ara verdi. Namazdan sonra talebeler etrafını sardı. “Bu mevzu mühim dedi, kaldığı yerden devam etti.” Yatsı namazı kılındı, talebeler dinlemekten yorulmuştu fakat o gece yarısına kadar irşada devam etti. Vazife şuuruyla da talib-i ilme alem oldu.
Yakın çevresi sık sık, “Seyda! Malumunuz doktorlar, uzun süre konuşmak ya da ders vermek sıhhatinize zararlı diyorlar.” Hatırlatmasında bulunsa da o hal diliyle İmam Füravi gibi, “Bu beden bu dünyaya bu dersleri anlatmak için gönderildi.” Demekteydi.
Üstad, medeniyete dair unuttuklarımızı bize hatırlattı. Yüz küsür yaşında da rıhle yapılabileceğini gösterdi. “Efendim! Birlikte Hindistan’a, Nedvetü’l Ulema’ya; Pakistan’a, Dyobendi Medreseleri’ne gidelim mi? Diye sordum. “Olur fakat acele edelim. Bu yıl Senetül veda/veda senemiz” buyurdu. Bu yüzden bir yıl içinde bütün doslarını ziyaret edip onlarla, “Bu veda senemiz” diyerek helalleşti. Gün gün büyük buluşmaya hazırlandı. Vefatına bir hafta kala rüyasında –yanında Bediuzzaman’da olduğu halde- İmam Rabbani Hazretlerini gördü. İmam Rabbani kendisine: “İlhak bina Ya Muhammed/ Artık bizim meclisimize gel, katıl.” Buyurdu. Son gün durumu gayet iyiydi. Hastanin balkonuna çıktı, çay içti. “Bu dünyada son günümüz” diyerek talebeleriyle vedalaştı. Bekletilmeden Cuma günü defnedilmesini vasiyet etti. Bu konuşmadan birkaç saat sonra Hakk’a yürüdü. Haber gece yarısı ajanslara düştü. Cuma sabahı da arkadaşlar mesaj gönderdi: “… ve göklerin kapısı açıldı: Rabbani alim Muhammed Emin Er Hocamız Rabbine yürüdü.”
O, Şeyh Seyda’nın halifesi, Bediuzzaman’ın öğrencisi, Mahmud Efendi’nin, Merhum Erbakan’ın dava arkadaşı, ilim talebelerinin ulu hocasıydı. Küçücük bedeni hem yürek, hem ilim, hem de vefa doluydu. 28 Şubat sürecinde Müslümanın, Müslümanın yanında poz vermekten çekindiği bir zamanda muhterem Mahmud Efendi’yle birlikte Erbakan Hoca’nın iftarına katılarak açıkça safını belli etti.
Muhterem Efendim! Hacıbayram’ın avlusunda müminlerin parmakları ucunda taşınan tabutunu seyrederken sanki şunları söylediğinizi hissettim: “İşte böyle Azizim! Allah Azze ve Celle bu dinin hafızıdır. Onu bazen Yavuz Sultan Selim’le, bazen de yüz küsür yaşındaki pir-i fani bir alim-i Rabbani ile korur. Peki sen neredesin ve ne ile meşgulsün.”
Video konuşması
İhsan ŞENOCAK/Hüküm Dergisi Temmuz 2013