08 Temmuz 2013 Pazartesi
RECEP KOÇAK/MİLAT GAZETESİ
Bir büyük zât aramızdan ayrılıp ebedi âleme irtihal eyleyince, “O’nu ben de tanırdım, benim de hatıralarım var merhumla ilgili” diyenler elbette çok oluyor. O zat adeta bir güneş gibi milyonları aydınlattığı için, bazılarının çıkıp bir şeyler söylemesi, yazması çok normal.
Hz. Peygamber s.a.s’i bir an bile olsa görmek, -elbette diğer bazı şartlarıyla beraber- sahabe olmaya yetiyorsa, bendeniz de Merhum Mehmed Emin Er Hocaefendi’nin talebelerindenim. Ankara’ya ilk geldiği 1980’li yıllarda -teşehhüt miktarı da olsa- derslerini takip eden talebeleri arasındaydım. Bunu, Rabbime bir şükran ifadesi olarak anarken, merhum Mehmed Emin Er Hocamızın şefaatine de vesile olmasını diliyorum.
M. Emin Er Merhumu Ankara’ya davet eden ve Fıkıh Enstitüsü’nde ders vermesini sağlayan Merhum M. Es’ad Coşan Hocaefendi’yi de rahmet ve hürmetle anıyorum. Belki de geniş kitleler M. Emin Er Hocaefendi’yi ilk defa, kendisiyle yapılan röportajların İslâm Mecmuasında yayınlanmasıyla duymuş, tanımış oldular.
Özelif Sitesi’nde bizim kaldığımız dairenin bitişiğinde kalırdı Hocaefendi. Bazı arkadaşlarımız onun hizmetleri için onunla aynı daireyi paylaşırlardı. O arkadaşların yazacakları çok şey olduğunu düşünüyorum.
Merhumun vefatı ardından kaleme alınan Eyyüp Akdağ imzalı yazıyı, O’na dair yazacaklarımıza bir başlangıç olsun diye sizlerle paylaşmak istiyorum. Akdağ kardeşimin yazısına neredeyse sadece ‘virgülüne dokunacak kadar’ müdahil oldum. Kendisine teşekkür ediyorum bu satırları için. Ahmet Biçici ve diğer arkadaşları da hafızalarındaki kayıtları insanlığın ortak hafızasına sunmaya davet ediyorum. Bu köşe hepsine açık..
“Mehmed Emin Er Hocaefendi…
“Mehmed Emin Er Hocaefendi 28.06.2013 tarihi itibariyle, ömrünü adadığı en büyük sevgiliye, Hakk’a dönüş etti, Rahman’a kavuştu. Allah’ın (c.c.)rahmeti, ikramı, ihsanı, iltifatı cümle geçmişlerimizle beraber O’nun üzerine olsun.
Mehmed Emin Er Hocaefendi, kendi zamanının muhakkak ki en büyük âlimlerinden ve en büyük gönül erlerinden biri idi. İlmiyle âmil, ilmin vakarını ve izzetini zâtında taşıyan mümtaz, seçkin bir şahsiyet idi.
Mehmed Emin Er Hocaefendi’nin vefat haberini geç öğrendiğimden dolayı maalesef cenazesine katılamamanın burukluğu içinde bu yazıyı kaleme aldım. Kendisiyle ilgili bazı hatıralardan, bazı olaylardan bahsetmek istiyorum.
Amasya/Suluova İmam Hatip Lisesinde okurken âlim şöyledir, âlim böyledir, âlimin vasıfları, nitelikleri şunlardır diye çok laf işitmiştim. Ancak bu anlatılan ve belirtilen niteliklerle ilgili hakiki âlim bu kişidir diye somut, müşahhas bir şahsiyetle tanışamamıştım. Gerçek hakiki bir âlimle oturmak kalkmak onun ilminden faziletinden istifade etmek hep arzu ettiğim bir şey olmuştu. Hep düşünmüşümdür böyle hakiki bir âlim nasıldır, ne tür kitaplar okur, kitap okuma arzusu ne düzeydedir, zekâ ve hafıza yeteneği nasıldır, ilmiyle âmil olmak ne demektir, insanlarla ilişkisi nasıldır… gibi sorular hep bende saklı kalmıştır.
1990 yılında Ankara İlahiyat Fakültesi’ne kayıt oldum. Bir yıl Arapça hazırlık sınıfı okuduktan sonra, gönül ve fikir önderi Mahmud Es’ad Coşan Hoca efendimizin emir ve tavsiyeleriyle kurulan ve ilahiyat fakültesinde okuyan öğrencilerin daha donanımlı daha yetkin yetişmelerini sağlamak için özel hocalar gözetimimde ders gördükleri Demetevler Özelif Camii yanında bulunan “Fıkıh Enstitüsü’ne” katıldım.
İşte hakiki bir âlim olan Mehmed Emin Er Hocaefendi’yi bu Fıkıh Enstitüsü’nde tanıdım. Kendisi Fıkıh Enstitüsü’nün hocalarından birisi idi. Özelif sitesinde ikamet ederdi. Kendisini Hakk’a uğurladığımız bu günlerde Onunla ilgili bazı olay ve hatıralardan bahsetmek istiyorum.
Mehmed Emin Er Hocaefendi daha ziyade fıkıh alanında yetkinliğiyle bilinen bir âlim idi. Fıkıh Enstitüsü’nde verdiği dersler daha ziyade fıkıh alanıyla ilgiliydi. Özellikle Zekiyuddîn Şâban’ın Usûlü’l-Fıkhı’nı okutuyordu. Kendisi birçok ilimden icazetli olduğu için sadece fıkıh alanında dersler vermezdi. Ayrıca tefsir, hadis gibi alanlarda dersler verirdi. Okuttuğu kitapların sahih, sağlam ve muteber olmasına dikkat ederdi. Okuttuğu bu kitapların yanı sıra, kendi yazdığı kitapları da, özellikle akaide dair eserlerini de okuturdu.
Mehmed Emin Er Hocaefendi, öğrencilerine karşı çok müşfik, çok candan, çok kibar idi. İlminin yüksekliğine rağmen kibir, gurur, ucub gibi kötü hasletler kendisinde yok idi. Her hangi bir öğrencisini kırdığına, azarladığına küçük gördüğüne şâhit olunmamıştır. Kendisine verilen derslerin vakitleri hususunda son derece hassastı. Ders başlangıç ve bitiş zamanlarına son derece riayet ederdi.
Mehmed Emin Er Hocaefendi, kendine ait özel kütüphanesini “Fıkıh Enstitüsü’ne” getirmiş ve öğrencilerin istifadesine, kullanımına açmıştı. Kendisine ait bu kütüphaneye çok zaman uğrar, kitaplarına şevkle bakardı. Bu kütüphanedeki bazı kitapları için: “Benim gözüm bana ne ifade ediyorsa bu kitaplar da aynı derecededir” diyerek kitabın kıymetini, değerini, kendi yanındaki konumunu ifade ederdi.
Beni etkileyen davranışlarından birisi de; kutsal mekânları ziyaretten dönüşünde kendi evine uğramadan “Fıkıh Enstitüsü ”ne gelmesi, orada bulunan talebelerle özlem gidermesi idi. Bu beni çok etkileyen davranışlarından biriydi. Ben hep şunu düşünmüştüm: böyle büyük bir âlim kutsal mekânlardan dönüşünde uzun süre ayrı kaldığı evine ve ev ahâlisine gitmeden ilk önce ders verdiği Fıkıh Enstitüsü’ne neden gelir? Burada okuyan on-on beş öğrenciyle neden hasbihal ederdi? Şu bir gerçek ki; ilmin kıymetini en iyi bilen yine âlimlerdir. Mehmed Emin Er Hocaefendi de hakiki bir âlim olarak evine gitmeden önce ziyaret ettiği bu öğrencilerin şahsında ilme verdiği önemi göstermekteydi.
Hep düşündüğüm diğer bir konu da şudur: fakültede okurken öğrencilik yıllarımda TRT’nin dışında özel televizyonların da yayın alanına girmesiyle beraber dini alanda çok ateşli, hararetli tartışmalar televizyon ekranında yapılmaktaydı. Bu tartışmaları milyonlarca insan izlemekteydi. Tartışmanın hararetiyle beraber İslam dini alanında konuşmacı olarak çıkarılan o insanlar benlik ve egolarının şişmesiyle hoş olmayan görüntüler sergilemekteydiler. Düşünülmeden söylenen sözler, delile dayanmayan görüşler, karşıdakini mağlup etmeyi amaçlayan polemikler tartışmaların en dikkat çeken görüntüleriydi. Neden büyük bir âlim olan Mehmed Emin Er Hocaefendi böyle bir tartışmaya girmezdi? Neden Fıkıh Enstitüsü’nde çok az sayıdaki ve evine ders okumaya gelen öğrencilerle vakit geçirirdi? Şu bir gerçektir ki: Mehmed Emin Er Hocaefendi gibi âlimler şan ve şöhret peşinde koşan insanlar değillerdi. Onlar için önemli olan hakiki bilginin öğretilmesi idi. Az olsun ama öz olsun anlayışıyla hareket ederlerdi. Neticenin ilahi takdire bağlı olduğunu kabul ederlerdi.
Mehmed Emin Er Hocaefendi’nin çabaları, emekleri bugün meyveye durdu. Başta Fıkıh Enstitüsü’nde okuttuğu öğrencilerin birçoğu ilahiyat fakültelerinde akademisyen hoca olarak görev yapmaktadır. Muhakkak ki, yetiştirdiği en önemli öğrencilerinden birisi de hiç şüphesiz bu gün görevde olan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hocamızdır. Mehmed Emin Er Hocaefendi, yetiştirdiği bu öğrencisi sayesinde Türkiye’nin bütün dini hayatına bu gün yön vermektedir.
Tekrar tüm geçmişlerimizle beraber kendisine Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum. Mekânı Cennet, derecesi âlâ olsun. Âmin.”
recep.kocakk@gmail.com