SORU: Seydâ, biraz Şeyh Seydâ’danbahsebeilir misiniz?
M. EMİN ER: Şeyh Seydâ, annesinin kucağındayken babası hacca gidiyor ve Cidde’de vefat ediyor. İsmi Muhammed Said’dir. O zaman Cizre’de Şeyh Hüseyin Nusret, annesinin kucağında Şeyh Seydâ’yı görünce “bu çocuğun adı nedir?” diyor. “Muhammed Said’dir” diyorlar. “Bu, şeyh seydâdır diyor” yani hem şeyh olacak hem de talebe yetiştirecek. “Seydâ”,
âlim ve hoca demektir. Şeyh Seydâ ismi bu şekilde olmuştur. Muhammed Said neredeyse unutulmuştur, “Şeyh Seydâ” olarak meşhur olmuştur. Büyük ağabeyi babasının halifelerindendir… Dayısı da ağabeyinin halifesidir. Kendisine hem ağabeyi hem de dayısı icazet vermiştir. Fakat ağabeysinin zamanında yaşı küçüktü . Biz kendisiyle mülâkî olduğumuzda yaz mevsimiydi… İftar vakti, soba yanıyordu. Kaldığı yer karanlık, penceresi falan yok. Kapı kapandığında karanlık oluyordu… Bazen el feneriyle kitap okuyordu. Biz bazen giderdik… Çok âbid bir zattı… Büyük âlimlerdendi… Tarikatta meşhur değildi. Daha ziyade ilmî çalışmalar yapıyordu. Şeyhinin çocukları orada oldukça, şeyhine edebinden dolayı kendisi değil; şeyhinin çocukları tarik verirdi. Şeyh Said hadisesi senesinde onlar Suriye’ye firar ettiler. Oranın müridleri etrafa dağıldığı zaman Şeyh Seyda tarik vermeye başladı. Şeyh Seydâ’nın büyüklüğüne işaret edenler çoktur. Biz Cizre’ye giderken Midyat’a gittik… Orada vesayit yoktu… Yayan gidiyorduk…
Bir köye misafir olduk. O köyün âliminin ismi Molla Ali idi… Şeyh Muhammed Hazne’nin halifelerindendi. Şeyh Seyda’dan bahsederken dedi ki: “Allah’ın izniyle Şeyh Seydâ hem kendisini hem de müritlerini kurtarır.” Adıyaman’dan Molla Ebuzer adında biri dedi ki: “Biz şeyhimize sorduk. Dedi ki: Şeyhler çok ama iki tane meşhur olan vardır: Biri Şeyh Seydâ, diğeri ise Şeyh Ahmed Haznevî’dir. Acaba hangisi daha büyüktür? Bir süre Murakabe etti… Başını kaldırdı, “Şeyh Ahmed çok meşhurdur ama şöhreti kadar değildir. Şeyh Seyda ise ziyarete değer bir zattır. Peygamber (s.a.v) onu çok seviyor” dedi. Molla Ebuzer’in şeyhi vefat ettiğinde, bu işaret üzerine geldi ve birlikte sülûke girdik. Ben şeyhin yanındayken genç yaşlarda bol paçalı bir kimse geldi… Yeni icazet almış… Nefis ve gurur
içinde… “Ben Molla Zahid’in yanında okurken o başkasına bir rüyasını anlatıyor: Ben rüyada bir şahsı gördüm… Dediler ki, zamanın kutbudur. O sene de hacca gittim. Şeyh Ahmed-i Hazna oraya gider muameleler yapardı. Şeyh Ahmed-i Hazna’ya bu rüyayı anlattım. Şu sıfatlarda biri bana zamanın kutbudur diye gösterildi. Bu kim olabilir? dedim. Şeyh Ahmed-i Hazna “o sıfata haiz olan kimse Şeyh Seydâ’dır” dedi. Daha sonra kitabı okudum ve icazeti
aldım.
Hazret Bitlis’liydi… O memleketin şeyhleri onlara mensuptu. Rüya gördüm: Hasta olmuşum ve Cizre’de Şeyh Seydâ’nın hastanesinde yatıyorum. Bir de baktım ki benim şeyhim geldi ve bana “sen niçin buradasın? Bizim de hastanemiz var” dedi. Şeyh Seydâ çıktı ve ona dedi ki: “Fark yoktur; murad, hastalığın tedavisidir. Ha bizim hastane, ha da sizin hastane olsun; farketmez.” Bunun üzerine benim şeyhim, “Biz harice gidenleri kabul etmiyoruz”
deyince Şeyh Seydâ “ben hem hâricîyim hem dâhilîyim” dedi fakat benim şeyhim itiraz etti.
Bunun üzerine Şeyh Seydâ içten gelen bir sesle “Allah” dedi ve dünya âdeta bir nura dönüştü, benim şeyhim gaib oldu… Ben uykudan uyandım. Diyarbekir’e doktora giderken buraya geldim” dedi.