Afganistan’a gitmeye karar verdiğimde İstanbul’da üniversitede okuyordum.
Okula ara verdim. Babama Afganistan’a gidiyorum dedim. Babam bana engel olmadı. Hatta o zaman bana ikibin mark para verdi ve şöyle dedi:
“Ben bu parayı senin evlenmen için saklamıştım. Ama şimdi daha önemli veriyorum.”
Bu gün bir baba olarak kendime bakıyorum da oğlum bana böyle bir teklifle gelse herhalde eve bağlarım. O gün onun bir baba olarak yaptığı fedakarlığı hiç anlamamıştım. Annem ve babamı arkamda nasıl bıraktığımı hiç düşünmemiştim. Onların nasıl bir fedakarlık yaptıklarını da anlamamıştım. Bugün aslında en büyük fedakarlığı onların yaptığını anlıyorum.
Ben gençtim. Kanım kaynıyordu. Savaşı ve cihadı çok ütopik buluyordum. Ama savaş alanı gerçekten anlatılmaz yaşanır. Babam, döndüğümde bunu gizli tutmamı istedi.
O günler tehlikeli günlerdi. Babamdan dolayı dikkat çekiyorduk. Başıma bir şey gelebilir endişesi taşıyordu. Bir çok yere gidişlerinde gelmemi istemezdi. Gençlik ateşimden dolayı fazla anlamazdım ama daha sonraki yıllarda onun korumacılığın beni bir çok tehlikeden kurtardığını fark ettim. Benim kimsenin dikkatini çekmeden yetişmemi sağlamış oldu.
Erbakan hocanın alimlere verdiği iftar yemeğine de arabamla götürmek istediğimde benim gelmemi uygun görmedi. Bunların ileride bir şekilde hesabının sorulacağını ifade etti. Hatta keşke biraz daha sabredilse diye sürdürdü konuşmasını.
“istersen gitme! dedim”
Gideceğim. Madem davet edildim. Onu yalnız bırakmamalıyım demişti.
Gerçekten de 28 şubat döneminde süikaste uğradı. Kimsenin haberi olmadı. Kimseye duyurmadık bile çünkü herkes kaçmıştı etrafımızdan.
Şimdi bunları yayınlamamın nedeni artık benim için endişelenecek bir babam yok.
İbrahim Halil ER