Nefsin nurâni ve zulmâni perdeleri vardır. Müridin, nefsini bu perdelerden kurtarabilmesinin yolu, öncelikle nefsiyle cihad etmesi, ona muhalif davranması ve onun arzularına boyun eğmemesidir. Zira kul ile Rabbi arasındaki en kaim perde budur.
Nefislerle cihadın pek çok şekli vardır. Müridin güçlülük ve zayıflığına, mücahedenin zorluğu ve mücahede zamanı gibi durumlara göre değişen şartlarda, her müridin kendine has olan ve başkasına uymayan bir cihad şekli söz konusudur. Bunu şöyle açıklayabiliriz.
a. Hükümdarlar için oruç ve namazla nefse karşı cihad etmek; sadaka verip köle azad etmekle yapılan cihaddan daha zordur. Fakir ve düşkünler için ise tam tersi söz konusudur.
b. Bazı ilim ehlinin, cedel meclislerinde tartışma ve münakaşayı terk edip üstün gelme sevdasından vazgeçebilme faziletini göstermesi yoluyla mücadelesi, namaz ve oruçla mücahedesinden çok daha zordur.
c. Yazın oruçla nefis mücahedesi, kışın yapılan mücahededen daha ağırdır. Gece namazlarında ise durum tam tersidir. Bu sebeple, müridlerin mücahede şekilleri, kendi tercihlerine değil, kendilerini irşad ve terbiye eden şeyhlerinin tercihine bırakılmıştır. Aksi halde büyük tehlike var demektir.
Müminin düşmanı ile mücahedesi
Mücâhedenin özü; nefsi, alışageldiği şeylerden alıkoymak ve çoğu zaman arzuladığının tam aksine zorlamaktır. Nitekim bazı ârifler şöyle demişlerdir: “Biz tasavvufu, kıylükâlden (bize aktarılan ilmi kuru kuruya başkasına öğreterek) değil; açlıktan, Allah’tan alıkoyan şeyleri terk etmekten, alışkanlıkları bırakmaktan ve emirlere sarılıp nehiylerden kaçınmaktan aldık.”
Bir kısım şeyhler de şöyle demişlerdir: “Bizim meşrebimize giren kişi, dört haslete sahip olmalıdır: Açlık, nefse muhalefet, insanların verdiği eziyetlere katlanmak ve diğer insanlara karşı üstünlük taslamaktan vazgeçmek.”
Kul, edepli davranmakla emrolunmuş olmasına rağmen, nefis edepsizlikle yoğrulmuştur. Nefis, yaratılış tabiatına göre hareket ederken, kul onu arzu ve heveslere meyletmenin kötü akıbetinden kurtarmaya gayret eder. Kim, nefsinin yularını salıverirse onun fesat ortağı haline gelir. Zira insanın değişmeyen baş düşmanı nefsidir. Nitekim bir hadis-i şeriflerinde Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyururlar: “Senin en büyük düşmanın, seni çepeçevre kuşatan nefsindir.” (Beyhaki)
O hâlde, nefsin hakkında devamlı sûi zanda bulunmak suretiyle onun afetlerinden kurtul ve arzularına muhalefet et!
Nefis meselesi ve tedavisi, bir defada halledilemeyecek kadar zordur. Ardı ardına pek çok kere tedavi görmesi gerekir. Nefis, vahşi ata benzer; ancak gemlenirse yola gelir.
Nefsi ıslah etmenin şartları
Nefsin boyun eğip uslanmasının üç şartı vardır:
Birincisi: Onu arzularından alıkoymak… Zira vahşi atın hırçınlığı ancak yemi azalırsa geçer.
İkincisi: Nefse, ibadet ve kulluğun ağırlığını (sorumluluğunu) taşıtmak… Çünkü vahşi at, yemi azaltılıp yükü de ağırlaştırılırsa uslanır, boyun eğer.
Üçüncüsü: Nefse karşı Allah-u Zülcelal’den yardım dilemeli, bu hususta yardımcı olması için Allah’a yalvarmalısın.
Nefsine nasihat et
Nefsi islah ederken, daima hakikatleri hatırlatmak ve şöylece nasihat etmek faydalıdır:
“Ey nefsim!
Ölüm yaklaştı ve uyarıcı gelmek üzere. Ölümden sonra senin için kim namaz kılabilir? Ve kim orucunu tutar ölümünün ardından? Rabbini senden kim razı edebilir ki sen toprak olup gittikten sonra?
Ey nefsim!
Bilmez misin ki ölümle bir randevumuz var? Kabrin sana bir ev, toprağın sana yatak, kurtların da sana yoldaş olduğunu ve müthiş bir korkunun seni beklediğini bilmez misin?
Öğüt al ey nefsim!
Bu öğüde kulak ver ve tut. Zira kim nasihatten yüz çevirirse ateşe razı olmuş demektir. Yazık ki ben seni ne bu ateşe razı ne de bu nasihati anlamış görüyorum. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah’a ait (kullarız) ve şüphesiz O’na döneceğiz.” (Bakara, 156)
MEHMET EMİN ER -RAHMETULLAHİ ALEYHİ-