YURT DIŞINA SEFERLER
Türkiye’de eğitim, irşat ve tebliğ çalışmalarını sürerken yurtdışından teklif alır. Özellikle yaptığı istişareler sonucu yurt dışındaki insanların da ilme ve tebliğe ihtiyaç olduğunu ve buraları da dolaşması gerektiği sonucuna varır ve artık o Türkiye’ye sığmayan bir insan olmuştur. Müslüman çaresiz değildir. Eğer sizi dinleyen kimse yoksa siz de hicret edin ve sizi dinleyecek yere gidin düsturuyla hareket eder.
1986 yılında yurt dışı seferleri başlar. Önce Danimarka, ardından tüm Avrupa ülkeleri, derken Amerika, Asya ülkeleri ve Mısır’ı kapsayan yaklaşık 25 yıllık bir yolculuk, tebliğ ve irşat çalışması başlamıştır. Her gittiği ülkede bir heyecan dalgası oluşturur. Yurt dışında talebe yetiştirir, icazet verir… Kendisi sadece Allah rızasını gözettiğinden herhangi bir maddi beklenti içerisinde olmadığından ve ilmi birikiminin güçlü olmasından dolayı gittiği her yerde büyük bir teveccüh ile karşılanır. Kendisine “son Osmanlı âlimi” denilir.
Çin, Japonya, Rusya, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Hindistan, İran, Irak, Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır Arabistan gibi Müslüman coğrafyasını da karış karış dolaşır. Müslümanların durumlarını gözler. Onların dertleriyle dertlenir onlara bir teselli olur… Her gittiği ülkede büyük bir teveccühle karşılanır. O ülkedeki insanlara ve ilim adamlarına umut olur, Müslümanlar arasında yakınlaşmaya vesile olur, ilim ve Müslümanlarla tanışma rihlesi geleneğinin ölmediğini gösterir.
Afganistan Cihadına Katılması
Sadece eğitim, irşat ve tebliğ yeterli gelmemektedir. Onun için cihat da önemliydi. Bu nedenle 1987 yılında 80 yaşına yaklaşmışken Afganistan cihadına fiili olarak katılır, yaklaşık bir yıl bölgede kalır. Cephede savaşır, cihat önderleri olan Hikmetyar, Seyyaf, Müceddidi ve Rabbaniyle görüşür… Onlarla birlikte olur…
BİR ANI BİR ÂLİMİ ZİYARET
Seyda’nın bu seyahatlerindeki bir anısını sizlere aktaralım: Olay Bangladeş’te gerçekleşmektedir.
Bir gün yanımıza bir okul müdürü ile emekli bir binbaşı geldiler. Soru-cevaplarla meşgul iken bir ara binbaşı, kendi hocasının âlim fazıl (faziletli) ama yatalak hasta olduğundan bahsetti. “Öyle ise ziyaret edelim” dedim.
Binbaşı, okul müdürü ve ben binbaşının arabasına binip ziyaretine gittik. Biz avlunun kapısında iken, müdür koşarak gidip “Türkiye’den bir âlim ziyaretine geliyor” diye kendisine haber verdi. Bir de baktım kendisi kapıya kadar gelip bizi karşıladı.
Osmanlılardan bahsetti. Burada yol bahanesiyle bir camiyi yıkmak istediler. Buradakiler durumu Osmanlı devletine haber verdiler. Sultan Abdülhamid, caminin yıkılmasını savaş sebebi sayacağını belirtince camiyi yıkmadılar. Onlar Osmanlıyı anlattılar ağladılar, biz de ağladık.
-Gözümüz tekrar ordadır. Türkiye Asya’nın kapısıdır, dedi.
Methu senalar etti. Gözlerimiz yaşardı. Bir huzur hissettik. O âlim de:
-İnanın sizleri gördükten sonra bende hiç hastalık kalmadı. Şimdi Allah’a şükür sapasağlamım, diyordu.
Konuşmalarından sezdim ki hastalığı daha çok Müslümanların haline üzülmektenmiş!.. Müslümanların kendi aralarındaki kavgaları, birbirini sevmemeleri karşısında üzülüyormuş. Türkiye’den bir âlimin geldiğini işitince; “demek ki daha Müslümanlar arasında sevgi, muhabbet var” diye sevinip tüm dertlerini unuttu.
İlim Adamı Olarak
Seyda ve Eserleri
Seyda Efendi, Şark medreselerinde, Sarf, Nahiv, Meani, Beyan, Bedi’, Mantık, Vazı’ gibi alet ilimlerinin tamamını okuduğu ve bunlardan icazet aldığı gibi, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam ve Tasavvuf gibi ilimlerden de icazet almış ve hayatı boyunca ders vermiştir. Aynı zamanda tasavvufta da dersler vermiş birçok insan yetiştirmiştir.
O, hayatını tedris ve davete adamıştır. Uzun süre köylerde imamlık yapmış, ders vermiş ve yüzlerce âlim düzeyinde talebe yetiştirmiştir. Talebeleri de ayrıca zamanlarını tedris ve irşada hasretmiş ve her biri yüzlerce talebe yetiştirerek İslam’ın yaşanmasına katkıda bulunmuşlardır.
Zengin bir kütüphanesi vardı ve dinlenme dışındaki bütün zamanını okuyarak ve eserler telif etmekle geçirirdi. Yazdığı eserlerin büyük çoğunluğunu Ankara’da geçirdiği dönemde yazdı ki bir kısmı Türkçe ve İngilizceye de tercüme edildi.
Farklı ilimi disiplinlerinde yazdığı değerli eserler, onun ilmi genişlik ve derinliğini ortaya koymaktadır. Şu eserleri sıralanabilir:
1. Teshilu’l-Meram (Fıkıh ölçüleriyle ilgili kaleme aldığı bir eser ki bu ilk eseridir.)
2. el-Huccetu’t-Damiğa (Üç talak konusunda yazdığı bir eser.)
3. Allah Katında Din
4. Sarf ve Nahiv Mecmuası
5. Cem’u’l-Cevami’ Muhtasarı
6. Mektubatı Rabbani Muhtasarı ve Tahrici
7. Mecuul Mutun/ Medreselerde okutulan kitapların yeni bir bakış açısıyla yeniden yazılması
8. Akaid/ Akaid konusunda çeşitli eserler
9. Tasavvuf konusunda çeşitli eserler
10. Ve son olarak vefatından hemen önce hastanede tamamladığı Hac Risalesi
Yayınlanmış eserleri
1. Allah Katında Din
2. Fetvalar
3. Fıkhı Batın
4. Din Güzel Ahlaktır
5. İslam’a Giriş
6. Namaz Risalesi
7. Akaid Risalesi
8. Ahlak Risalesi
9. Mecmu’ul Mutun
10. Mecmu’ul Dirase
11. Mektubat
12. Hüccetül Damiğe
Risalelerle birlikte toplam yüzden fazla eser…
Seyda Efendi, her ne kadar Fıkıh âlimi olarak daha çok şöhret bulmuşsa da, o aslında İslami ilimlerin bütün disiplinlerinde uzmandı. Fıkıhta meşhur olmasının nedeni, halkın Tefsir, Hadis, Kelam/Akaid gibi İslami ilimlerle ilgilenmemesi; daha çok fıkıh meseleleriyle alakadar olması ve bu alanda ona sorular yöneltmesidir.
Doğaldır ki Seyda Efendi, klasik âlimlerin izinden gidiyor, eski alimlerin görüşlerine bağlı kalarak fetva veriyordu. Ehl-i Sünnet itikadına ve dört mezheb fıkhına bağlıydı ve buna önem verirdi.
Ancak bir davetçi ve ilim adamı olarak dünyayı dolaştığından, güncel meselelere de ilgi duyar, onları da günün şartlarına göre değerlendirirdi. Yanına giden yakınlarına her gün, ‘Bu gün dünyada ve Türkiye’de ne havadis var ’ diye sorar, bilgi alır ve değerlendirmelerde bulunurdu. Siyaseti de yakından takip eder ve tavsiyelerde bulunmaktan çekinmezdi. Ayrıca günlük bir gazeteye aboneydi ve her gün önemli konuları okutur dinlerdi.
İlmiyle amil, aynı zamanda mücahit ve zahit bir insan olan M. Emin Er, bir anlamda geleneksel âlim kimliğinin nasıl olduğunun yaşayan son örneğiydi. Onunla tanışanlar ve onun sohbetine katılanlar bunu yakından hissederdi. Âlimler peygamberlerin varisleridirler. Onlarda peygamberi bir yansıma vardır. Âlimlerimizin kadrini bilelim. İlim öğrenme icazeti veya modern tabirle diplomayı aldığında başlar ve tüm hayat boyu sürer.
Seyahatlerinin Neticesi
Bu seyahatlerindeki vurgu ve amaç tamamen Müslümanların dertleriyle dertlenmek, onları yakından görüp teselli etmek, sorunlarını öğrenmek, Müslüman kardeşliğini vurgulamak, onlardan da bir şeyler öğrenmektir. Yani sefer lillahtı. O, tüm dünya Müslümanlarına yalnız olmadıklarını vurgulamış oluyordu bu seyahatleriyle. Onun bu yaşlı haliyle yola çıkması ve mücadele azmi birçok insana örnek olmuş ve birçok insanı da teselli etmiştir.
O, bu seyahati ve irşat çalışmasıyla geleneksel selef ulemasının çizgisinde gittiğini de göstermiş olmaktadır. Günümüz medrese hocalarının ve İslami hareket ekseninde çalışanların ihmal ettiği bu konularda öncü olmuş, onun bu cesareti daha sonra başka âlimlerin de aynı yolda ilerlemelerine ve yurt dışına açılmalarına da neden olmuştur.
Türkiye ileri sıçramak istiyorsa köklerinden kopmayacağı gibi, etrafındaki diğer ulus ve devletlerle de ilim adamaları aracılığıyla sıcak temaslar kurmalıdır. Her cemaatin veya müderrisin yurt dışında irtibatlı olduğu yerler olmalıdır. Suriye, Ürdün, Arabistan gibi bize yakın olan ülkeler değil daha uzak bölgelere de açılmalıyız. Aynı zamanda Müslüman azınlıklarla da ilgilenmeli, her medresenin-cemaatin-âlimin azınlıkların olduğu bölgede medresesi olmalıdır. Biz aynı gemideyiz. Geminin bir kamarasını kurtarmaya çalışmakla gemiyi kurtaramayız.
Onun hayatında herkes için büyük bir örnek vardır. Bunlardan en önemlisi 25 yaşında ilim tahsiline başlamasıdır. Birçok insan bu yaşa gelip de ilim elde etmemişse artık yaşının geçtiğini düşünüp peşini bırakır. Fakat o devam etmiştir. Bu da ilim tahsilinin yaşının olmadığını ve bu yola girene Allah’ın yardım ettiğini göstermektedir. Gittiği medreselerde yaşça en büyükleriydi. Fakat o ilim tahsil ederken yaşım büyük küçüklerle birlikte kalıyorum utancını veya ezikliğini yaşamadı. O, bir amaç doğrultusunda ilim tahsil ediyordu. Geç başladı ama kısa zamanda tüm okuyanları geçip, bölgenin saygın bir âlimi haline geldi.
Üstad M. Emin Er’in bence en önemli özelliği, ilmiyle amel etmesiydi. O, hakikaten Kur’an ve Sünnetin çok vurgu yaptığı ilmi ameliyle bütünleştiren amil bir âlimdi. Kur’an ve Sünneti hayatına rehber edinmiş ve bütün davranışlarını onlara göre dizayn etmeye büyük gayret gösterirdi.
Sünnete uygun olarak gecenin 1/3’ünü uyur, geri kalanını ibadetle geçirirdi. Pazartesi ve Perşembe oruçlarını kaçırmazdı. Zamanının büyük bölümünü, zengin kütüphanesinde okuyarak, yazarak ve ziyaretine gelenlere nasihat etmekle geçirirdi.
Az uyuduğu gibi az yer ve içerdi. Genellikle tek çeşit yemekle yetinirdi. Suyu, sünnete uygun emerek içerdi. Az, yavaş ve kelimeleri tane tane kullanarak konuşurdu. Ağır işitirdi. Fuzuli sözleri duymamak için kulaklıklarını genellikle çıkarırdı. Şakalaşmayı severdi, dinlerdi ve bazen kendisi şaka yapardı.
Zahitti. Dünya ile alakası yoktu. Sıkıntılı zamanlarında bile kimseden bir şey istememek için direnirdi. Samimi ve yakınlarından başka kimseden bir şey almazdı. Holding sahibi olabilecek kadar imkâna sahip olmasına rağmen, emekli maaşıyla aldığı bir daireden başka mal varlığı yoktu. Babasından kalan geniş arazilerini çocukları dışındaki yakın akrabalarına bağışladı.
Hastaneye kaldırılmadan bir gün önce ziyaretine gittiğimde, ‘Üzerinde yattığım yatak, örttüğüm çarşaf bile benim değildir, emaneten kullanıyorum. Bir kaç gün önce yurt dışından bir dostum para dolu bir çantayla geldi. Kabul etmedim’ dedi.
Bir gazeteye abone olmasına, haberleri günlük takip etmesine, gelen bazı ziyaretçilerinden yorum istemesine ve siyasetle yakından ilgilenmesine, gelişmeleri takip etmesine rağmen siyasetçilerden uzak durur ve onlardan taleplerde bulunmazdı.
Evinden misafir eksik olmazdı. Bir şey içirmeden, yedirmeden gitmelerine izin vermezdi. Bazılarına koku, bazılarına yazdığı kitaplardan, bazılarına da farklı eşyalarından hediye ederdi.
Akraba ve dostlarına düşkün ve vefakârdı. Telefonla arar, hal-hatır sorar ve senede en az bir defa onları ziyaret eder ve sıla-ı rahmi gerçekleştirirdi.
İbrahim Halil ER