Hicri 1332, Miladi takvim hesabına göre 1914’te (1) Diyarbakır’ın Çermik ilçesinin Kiloyan (yeni ismi Kalaç) köyünde dünyaya gelmişim.
Annemin adı Hasan kızı Havva, babamın ise Ali oğlu Zülfikar’dır. (Soyadı kanunundan önce ailesi “Miryânî[2)” olarak bilinirdi. “Er” soyadı “miryân”ın tekili olan “mîr”in[3] tercümesidir.)
Babam ve Annem
Babam bölgenin zenginlerinden olup, kendine ait köyü vardı. Geçim sıkıntısı çekmediğimiz gibi, çevresine hayırlar da yapardı. Ben sekiz yaşındayken babam şehit oldu. Babam, namazlarına ve ilme çok düşkündü. Benim ilim tahsil etmemi istiyordu. Bu nedenle bana ders vermek için hoca tutmuştu. Fakat o ölünce bu eğitimim yarım kaldı.
Kendisini gayet iyi hatırlıyorum, annem çok şefkatliydi. Zihnimde yer alan, hiç unutmadığım şu olay bunun en açık bir göstergesidir:
Merhum annem henüz hayattayken, bir gün babam ve arkadaşları hamama gitmek üzere hazırlık yaptılar. Ben çocuk olduğumdan, ağlayarak onlarla birlikte gitmek istedim. Çok isteyip ağlamama rağmen babam beni götürmedi. Ancak rahmetli annem, hem şefkatinin hem de zekâsının gereği bana dedi ki:
-Gel sırtıma bin, seni hamama götüreyim.
Tabi ben buna çok sevindim.
Beraberce bizim tarlaya gittik. Mevsim bahar, karlar yeni eriyor. Dereler suyla doluyor. Ancak enteresandır, köyün bazı yerlerinde de ılık su kaynardı. Annem işte beni o ılık suların bulunduğu bir yere götürdü.
-İşte yavrum hamam burası, dedi. Ben bir taraftan sevinirken, diğer taraftan da sordum:
-Babam nerede?
Annemden gelen cevap beni sevindirmişti:
-Oğlum, baban ve arkadaşları yollarını kaybetmişler. Onlar hamama gelemediler.
Ben çok sevindim.
Annem beni yıkadı ve eve döndük.
Eve geldikten bir müddet sonra babam geldi. Ben gülerek onlara:
-Siz beni götürmediniz, ancak annem beni hamam götürdü. Siz de yolu şaşırdınız, gelemediniz.
Benim bu sözlerim üzerine babam durumu anlamış olacak ki, gülerek;
-Doğru ya biz yolu şaşırdık, demek siz de hamama gittiniz, iyi etmişsiniz.
İşte annem böyle merhamet dolu bir insandı. Ancak o, ben daha küçücük bir çocuk iken, dört yaşında iken vefat etti.
Annemin vefatından sonra, babam yeni bir hanımla evlendi. Eve anne konumunda bir bayanın gelmesini yadırgamamız, benimsememiz için bize şöyle diyorlardı:
-Annen sağ oldu, değişerek geri geldi.
Üvey annemde çok iyi bir kadın olup bana iyi davranıyordu.
[1] (Aslında Seyda’nın doğum tarihi kesin değildir. Daha sonraki dönemlerde bize Sultan Reşat başa geçtiğinde köyün kadınları sokağa çıkıp bunu birbirlerine anlattıklarını hatırlıyorum demişti. Bu anlatım eğer zamanın verdiği bir yanılma değilse sultan Reşat 1909 yılında başa geçmişti o sırada kendisi de en az dört beş yaşında olması gerekirdi. Bu da en azından 1905 yılına denk gelmektedir. Başka bir zamanda bize cihan harbi çıktığında köyün kadınları sokağa çıkıp “Allah Sultan Reşat’ın belasını versin. Onun yüzünden memleket harap oldu” diye beddua ettiklerini hatırlıyorum demişti. Bu hatırlamalar, başkaları tarafından anlatılanların kendisindeki yansıması değilse doğumu daha erken olmuştur.)
[2] Miryani aşireti çok geniş bir aşiret olup, kolları Irak’a kadar uzanmaktadır. Bu aşiret, Badıllı kabilesinin bir koludur aynı zamanda.
[3] Mîr, Kürtçe’de erkek, yiğit demektir. Bölgenin saygın bir aşireti olup, Irak’a kadar uzanmaktadır. Çermik’te Zazalar bulunduğundan hocamızın ana dili bilinenin aksine Kürtçe değil Zazaca’dır. Kürtçe’yi imamlık yaptığı Kürt köylerinde ve medresede öğrenmiştir. Türkçe bilmediğinden gittiği Kürt köylerinde Türkçe konuşurdu. Bu nedenle kendisine Türk lakabı verilmişti. Doğuda Molla Mehmed-i Emin-i Türk demeden kimse tanımazdı.
Foto: Seyda’nın Kalaç köyünde doğduğu ev.