Diyarbakır’a bağlı Sergelyan Köyünde Garzanlı bir âlimin ders verdiğini işittim. Vakit geçirmeden oraya gittim. Hoca bana:
-Köyümüz kazaya yakın olduğu için, ben şahsen ders okutamıyorum. Fakat Köseli köyündeki Molla Resul, okumak isteyenlere ders veririm demişti. Sen ona git, dedi.
Ben bu teklifi düşünürken, daha sonra adının Molla Abdussamed olduğunu öğrendiğim misafir genç bir hoca araya girdi:
-Hocam, bu genci bir kaç gün idare edin. Bizim evimiz Garzan’dan, Koği köyüne gelecek. O zaman bizim yanımıza gelsin okuturuz.
Hoca Efendi, geçici olarak orada kalmamı kabul etti.
Nahv ilminde Amavil-i Birgivi kitabından ders okumaya başladım.
Karanlık, rutubetli, eski bir Camide yatıyordum. Üstüme caminin çullarını atıyordum. Ne döşek ne yorgan ne de yastık vardı.
Cami çok karanlıktı. Ortasında çok geniş bir direk vardı.
Bazı talebeler, hep korkutucu şeyler anlatıyordu. “Falanca şurada ölmüş, filanca burada ölmüştü” diye bizi korkuturlardı.
Şafak vakti hocamız gelir, caminin kapısını hızlı hızlı vurur, bizi uyandırırdı.
Akşamları hocamız köy odasına giderken ben de onunla giderdim.
Hocam ile köy sahibi efendi, odanın başköşesinde karşılıklı oturur sohbet ederlerdi. Millet onları dinler, ben de onların bu sohbetine katılırdım.
Bir akşam köyün Efendi ağası bizi Hoca Efendi’den sordu:
-Senin bu taleben ne zaman Molla Cami’ye yetişir?
Hocam da kitapları sayarak;
-Avamil, Sadullahı Sağir, Şerhi Müğni… altı senede ancak yetişir, dedi.
Efendi bunun üzerine dedi ki?
-Ben kendisine bir yorgan verecektim, fakat altı sene sonra Molla Cami’ye yetişeceği için artık vermekten vazgeçtim. Altı seneyi kim bekleyecek?
O köylü bana bir yorgan vermedi. Ben, o soğukta hasır üzerinde yatıyordum. Sergelyan köyünde, on beş günde Avamil’i bitirip hıfz ettim. O zaman Molla Abdussamed Toği, köyüne geldi. Ben de onun yanına gittim.
Molla Resul Kimdir?
Üstad Bediüzzaman’ın talebelerindendir. Molla Resul-ü Gavrî, aslen Siirt’in Garzan mıntıkasındandı. Âlim bir zat olan Molla Resul, birkaç yaş da Bediüzzaman‘dan büyüktü. 1872’de doğmuş ve 1952’de vefat etmişti. Necmeddin Şahiner’in Son Şahitler adlı eserinde kendisinin bazı hatıraları vardır. Rahmetullahi aleyh. Nahiv ilminin bazı konularını onun yanında okumuştur.
Bediüzzaman l922 senesinden sonra üç yıl kadar Van’da kalmıştır. Bu yıllarda onun menzilleri Nurşin Camii, kardeşi Abdülmecid Ünlükul’un evi, Erek dağı ve Çoravanis (Kavuncu) köyleri olmuştu.
Molla Hamid Ekinci’nin hatıratında geçen Molla Resül, yakın talebelerindendi. Molla Resül-ü Gavrî, aslen Siirt’in Garzen mıntıkasındandı. Âlim bir zat olan Molla Resül, birkaç yaş da Bediüzzaman’dan büyüktü. l872’de doğmuş ve l952’de vefat etmişti.
“Nur’un İlk Kapısı” isimli eser, Risale-i Nur Külliyatı’ndan evvel yazılmıştır. Tespitlerimize göre, eseri Bediüzzaman Van’da iken yazmaya başlamış ve Burdur’da tamamlamıştır. Kupürünü gördüğümüz kısım Nur’un İlk Kapısı’nın “On Dördüncü Ders” inin Lem’alar ve Reşhalar kısmından sonra gelen ve “Ey birader” diye başlayan kısımdır. Yazı, Molla Resul-ü Gavrî’nin el yazısıdır.
Elimizdeki yazı Nur’un İlk Kapısı’nın parçası, Molla Resul’ün kaleminin yadigârı olduğuna göre, Molla Resül de Van ve Erek talebesi ve dostu olunca, Nur’un İlk Kapısı Van’da, Erek’te yazılmaya başlanmıştır, diyebiliriz..
(Son Şahitler kitabının, birinci cildinden derlenmiştir…)
Molla Resul’un Üstatla bir anısı:
Köpek küpü kırınca…
Birgün cami odasının kapısını açık bırakmıştık. Aradaşların küpte kavuramları vardı. İçeri giren bir köpek, küpe kafasını sokup kavurmaları yemiş. Sonra da kafasını çıkaramayınca küpü kırıp kaçmıştı.
Arkadaşların canı çok sıkılmıştı. Bir yolunu bularak köpeği yakalayacaklar, sopadan geçireceklerdi. Üstad durumu öğrendi ve bu düşüncelerinden vazgeçirmek istedi. Molla Resul:
“Üstadım, biraz kavurmamız vardı. Biz kıyamıyorduk ki yiyelim. Oysa bu köpek gelmiş, hem kavurmayı yemiş, hem de küpü kırmış. Bize zarar verdi. Ona nasıl ceza vermeyelim.”
Üstad: “Molla Resul senden soruyorum. Vicdanen söyle. Sen aç kalsan, paran da olmasa, bir şey almaya da gücün yetmese, açık bir yerde bir et bulsan; yer misin, yemez misin? Oysa aklın var, düşünüyorsun ki bu etin sahibi var. Ne yaparsın?”
Molla Resul biraz düşündükten sonra, “Evet yerim” dedi.
Üstad tekrar dedi ki, “Bu hayvandır. Aklı yok, haramı helali bilmez. Hayrı ve şerri tanımaz. Sahibinin kendisini döveceğini bilmez. Elbette açık kapıdan girmiş ve kavurmalarınızı yemiş. Bundan dolayı cezayı, hak etmiş midir? Sizden soruyorum. Elinizi vicdanınıza koyarak cevap verin?”
Molla Resul ve arkadaşları, “Köpeğin suçu yoktur” diye karar verdiler.
Daha sonra Üsad şöyle dedi: “Madem öyledir, bu hayvanın gıybetini yapmayın ve helal edin.”
Molla Resul Üstad ile çok samimi konuşurdu. Gülerek şöyle dedi:
“Üstadım, içimizden gelmiyor ki helal edelim. Fakat, siz helalelleşmeye bizi ikna ettiniz.”
Molla Resul bir gün kendisine: “Kurban, biz senden bir şey anlıyamadık. Senin tarikatın, yolun hangisidir? Seni nasıl takip edip arkandan geleceğiz?” dedi.
Bunun üzerine Üstad, doksan dokuzluk tesbihini eline alarak: “Bak Molla Resûl, evliya arasında seyr ü sülûk diye bir hadise vardır. Bu seyr û sülûkü bitirmek için, tesbihin birinci habbesinden başlayıp, doksandokuzuncu habbesine kadar seyr û sülûk makamatını kat’ ederler. Fakat ben ise, Allah’ın lütfiyle buradan şuraya atladım.” dedi. Yani tesbihin doksan dokuz tanelerini devrederek değil, belki tesbihin başındaki birinci taneden, yine tesbihin başına gelmiş olan doksan dokuzuncu taneye atladım, diye işaret etmişti… Sonra dedi ki: “Siz sadakatla benim arkamdan gelin yeter.”
Bediüzzaman Hz.leri Van Nurşin Camii’nin küçük odasında talebelerine ders veriyordu. Bir gün odanın kapısı açık kalmış ve içeri bir köpek girmişti.
İçeride küpte et kavurması vardı. Bir öğrenci için çok değerli bir yiyecekti kavurma… Kış boyu onu yiyeceklerdi. Bunun için küpü gözleri gibi koruyorlardı.
Köpek kavurmayı yemek için başını küpe sokmuş, kavurmayı yemiş, ancak kafasını çıkaramayınca küpü de kırıp kaçmıştı.
Buna talebelerin çok canı sıkılmıştı. Bir planla köpeğin tekrar odaya gelmesini sağlayacak ve onu bir güzel döveceklerdi.
Anlaştılar. Planlarını da Bediüzzaman’dan gizli tuttular.
Fakat Bediüzzaman durumu nasıl olduysa öğrendi. Ve onları bu davranışlarından vazgeçirmek istedi. Hepsini yanına çağırdı. Neler olup bittiğini sordu.
Talebelerin yaşça biraz büyüğü olan Molla Resul:
– Seyda, dedi. Biraz kavurmamız vardı. Yemeye kıyamıyorduk. Halbuki bu köpek gelmiş, hem kavurmayı yemiş, hem de küpü kırıp gitmiş. Şimdi biz bunu nasıl dövmeyelim?
Bediüzzaman:
– Molla Resul, senden soruyorum, vicdanen söyle: Sen aç kalsan, paran da olmasa, bir şey almaya gücün de yetmese, sonunda açık bir yerde bir et bulsan, yer misin yemez misin, dedi. Halbuki aklın var, biliyorsun ki, bu etin sahibi var.
Molla Resul bir süre sustu. Sonra cevaben:
– Evet, yerim Seyda, dedi.
Bediüzzaman tekrar:
– Bu hayvandır, aklı yoktur. Haramı helali bilmez. Hayır ve şerri tanımaz. Sahibinin kendini döveceğini de düşünmez. Açık kapıdan girip kavurmanızı yemiş. Bundan dolayı dayağı hak etmiş midir? Elinizi vicdanınıza koyun ve öyle cevap verin.
Molla Resul ve arkadaşları verecek cevap bulamadılar ve:
– Köpekte kabahat yoktur, demek zorunda kaldılar.
Bunun üzerine Bediüzzaman:
– Madem öyledir, artık bu hayvanın gıybetini yapmayın ve helal edin.
Molla Resul diğerlerine göre Bediüzzaman’la daha samimi konuşur, içinden geçeni olduğu gibi söylerdi. Gülerek şöyle dedi:
– Seyda, içimizden gelmiyor ki, helal edelim. Fakat siz helalleşmemiz için bizi ikna ettiniz.
(Bediüzzaman’la Yaşayan Öyküler kitabından)
Bediüzzaman l922 senesinden sonra üç yıl kadar Van’da kalmıştır. Bu yıllarda onun menzilleri Nurşin Camii, kardeşi Abdülmecid Ünlükul’un evi, Erek dağı ve Çoravanis (Kavuncu) köyleri olmuştu.
Molla Hamid Ekinci’nin hatıratında geçen Molla Resül, yakın talebelerindendi. Molla Resül-ü Gavrî, aslen Siirt’in Garzen mıntıkasındandı. Âlim bir zat olan Molla Resül, birkaç yaş da Bediüzzaman’dan büyüktü. l872’de doğmuş ve l952’de vefat etmişti.
Nur’un İlk Kapısı isimli eser, Risale-i Nur külliyatından evvel yazılmıştır. Tesbitlerimize göre, eseri Bediüzzaman Van’da iken yazmaya başlamış ve Burdur’da tamamlamıştır. Küpurunu gördüğümüz kısım Nur’un İlk Kapısı’nın “On Dördüncü Ders” inin Lem’alar ve Reşhalar kısmından sonra gelen ve “Ey birader” diye başlayan kısımdır. Yazı Molla Resul-ü Gavrî’nin el yazısıdır.
Elimizdeki yazı Nur’un İlk Kapısı’nın parçası, Molla Resul’ün kaleminin yadigârı olduğuna göre, Molla Resül de Van ve Erek talebesi ve dostu olunca, Nur’un İlk kapısı Van’da, Erek’te yazılmaya başlanmıştır, diyebiliriz.
Ek
Hasan Ekinci, Halil Uslu, Mustafa Şahin, Ahmet Yaprak, Halil Öngel Ağabeylerimizden dinlediğimiz hatıralar ışığında, Molla Resul Gavri Ağabeyimiz Siirt’in Şirvan kazasının, Garzen Köyü’ndendir. Van’daki Horhor Medresesi’nden Üstad’ın eski talebelerindendir. Yaşı Bediüzzaman’dan birkaç yaş fazladır. Üstad Van’dan ayrıldıktan sonra çeşitli yerlerde imamlık, vaizlik ve müderrislik yapmıştır. Çok âlim ve fazıl, açık yürekli, mert, sözünün eri bir zattır. Bediüzzaman’ın sohbetlerinde soru sorarak meselelerin vuzuha kavuşmasını sağlayanlardan birisidir. Bu haliyle de Bediüzzaman’dan kendisinin çok istifade ettiğini söyler.
Molla Resul Ağabeyle ilgili Mustafa Şahin Ağabeyden dinlediğimiz hatıra şöyle: “Molla Resul Ağabeyin torunu köy imamı ve sık sık Mustafa Şahin Ağabeyi işyerinde ziyaret edermiş. Bir gün şöyle bir hatıra anlatmış. ‘Dedem âlim bir zattı. Çevresindekilere, benden büyük âlim yoktur, manasında sözler sarfederken, birisi ‘senden daha âlimi Molla Said-i Menşur’dur, der. ‘Kim bu zat’ diye sorar. O da ‘Kendisi ya Van Kalesi’nde Horhor Medresesi’nde ya da Nurşin Camii’nde bulunur’ demiş. Molla Resul Ağabey mutlaka ‘bu zatı görmem lâzım’ diye bir gün Horhor Medresesi’ne gider. Sağa bakar sola bakar, aradığı kişi orada yokmuş gibi aramaya devam eder. Molla Resul Ağabey kendi zannıyla, sakallı, sarıklı, cüppeli etrafında müritleri olan birisini ararmış. Halbuki Üstad Hazretleri’nin o dönemlerdeki kıyafeti farklı; Başında kalpak, ayaklarında çizme, üzerinde cepken ceket, belinde kama ve rovelver tabanca v.s. Üstad Hazretleri Molla Resul Ağabeyi yanına çağırarak ‘Kardeşim gel o aradığın zat benim” demiş.
Nurun İlk Kapısı’nın ilk kâtibi
Horhor Medresesi’nin hatıralarını yâd etmek ve sohbet etmek için devamlı olarak Erek Dağı’na Üstad’ı ziyarete gelmiş, bazı ziyaretlerinde de çilehanede üç-dört gün kaldıktan sonra Van’a inmiştir. Erek Dağı’na geldiğinde Bediüzzaman’la birlikte Van Kabristanı’nı ve Çoravanis Köyü Kabristanı’nı ziyaret edip eski talebelerinden vefat edenleri yad ederlermiş.
Risale-i Nur Külliyatı’nın ilk eseri olan “Nurun İlk Kapısı”nın ilk yazılışı Ankara’dan Van’a dönen, Bediüzzaman’a kâtiplik yapan Molla Resul Ağabey tarafındandır. Molla Resul’ün ilk kâtipliğini yaptığı bu “Nurun İlk Kapısı” Risalesi daha sonra Burdur’da yazılarak tamamlanmıştır.
Molla Resul’ün itirazı
Dinleyebildiğimiz ve yazabildiğimiz Molla Resul Ağabeyle alâkalı hatıraların bir kısmını, Molla Hamid bölümünde zikretmiştik.
Bir kısım hatıralarından da yine bahsetmek isteriz. Molla Hamid Ağabeyden naklen: “Üstad’la birlikte tefsir okunuyordu. Üstadımız bir âyetin tefsirini yaparken Molla Resul itiraz etti. Tasannu, riyakârlık ve sözü eğriltip bükmeyi bilmeyen Molla Resul kafasına takılan bir şeyi hemen söylerdi. ‘Seyda! Ben tefsirlere bakıyorum, senin verdiğin mana yok!’ dedi. Seyda da ‘Bu tarz okuyacağız!..’ diye cevap verdi. Molla Resul, ‘Öyleyse o kitapları kaldıralım, ne lüzum var? Sana mı, yoksa kitaba mı itibar edeceğiz?‘ diye sordu. Üstad, ‘İkisine de bakın!..‘ deyince, Molla Resul, ‘Olmaz, biz bu kitaplarla yetişmişiz.‘ diyerek itirazını devam ettirdi. Bunun üzerine Seyda sağ elini, sol elinin üzerine vurarak (kızdığı zaman böyle yaparmış), ‘Sen beni hâlâ Eski Said biliyorsun. Ben bütün musanniflere başvurdum. Karşımda kimse duramadı. Yalnız Şeyh Muhiddin-i Arabi durdu; ‘Biraz konuşalım’ dedi. Şimdi onunla konuşuyorum. Allah’a kasem ederim ki, Cenâb-ı Hak, aczime binaen, bana öyle lütfetmiş ki, bu kitapları yazanların ilmi deniz olsa Said’in topuğuna ulaşamaz!.. Mesuliyet bana ait, sana ders veriyorum. Öyle oku!‘ dedikten sonra bu tarz konuştuğu için üzülerek istiğfar etti, la havle çekti, devamla, ‘Niçin beni konuşmaya mecbur ediyor, kendi halime bırakmıyorsunuz? Madem beni hoca kabul ettiniz, beni dinleyin, mesuliyet bana aittir!..‘ dedi.
Bunun üzerine Molla Resul, ‘Affet Seyda biz bilemedik!..’ dedi.
Dersimiz bitmişti, kitapları kaldırdık. Üstad abdest tazelemek için dışarı çıkmıştı; Molla Resul, “Yahu hakikaten Seyda’nın eski hali, şimdiki halini tutmuyor. Tavır ve hareketi, yemesi içmesi, herşeyi zerre miskal Sünnet-i Seniyyeden ayrılmıyor!..‘ dedi.
Üstad’ı methetmeye devam ederken Seyda içeri girdi, ‘Neden hazır olmayan Müslümanın gıybetini yaparsınız?‘ dedi.
Molla Resul, ‘Biz methettik, gıybet yapmadık‘ diye karşılık verdi.
Camiye gelenleri korkutmayın
Yine Molla Hamid Ağabeyden naklen: “Efendimizin (asm) ahlâkını, sevgi ve şefkatini en iyi gösteren ve takip eden, yaşıyan oydu. Nurşin Camii’ne gelenlere vaaz u nasihatte bulunurdu. Âlimlere, şeyhlere, mollalara ve hocalara cemaate ve millete şefkatle, merhametle muamele etmelerini tavsiye eder, tembihlerdi. ‘Vaaz ve nasihatlerinizde milleti, camiye gelenleri korkutmayın, ürkütmeyin, ümitlendirin!..’ derdi.
Molla Resul’e kalabalık bir âlim cemaatinin olduğu bir vakitte Üstad: ‘Kardeşim fikirlerinizi yenileyin. Sizden soruyorum, size günahkâr bir genç teslim edilse, bütün imkân sizin elinizde olsa, bunu ıslâh ve terbiye edin denilse, siz ne kadar uğraşsanız genç namaz kılmasa, oruç tutmasa, şer’i kuralları uygulamasa, ne yaparsınız?’ diye sordu.
Orada bulunan âlim ve fâzıl zatlar: ‘Seyda! Vallahi bu feraizi yerine getirmezse biz önce tehdit ederiz, olmazsa döveriz. Daha da olmazsa o genci öldürürüz!’ dediler.
Üstad onlara: ‘Kardeşlerim! İşte burada benim fikirlerimle sizinki uyuşmuyor, ayrılıyor.’ ‘Seyda siz ne ya- pardınız?’ diye sordular.
Üstad, ‘Ben o gence önce iyilikle söylerim, sonra farzları yaparsan seni hediye ile taltif ederim derim, yine yapmazsa, bir tarafa çekilip ağlayarak, “Ya Rab, bu genci yakma merhamet et! Çünkü ıslâh etmek Senin elindedir!..” diye yalvarırım. Sizinki neye benziyor biliyor musunuz? Arkadaşlarınızla harbe gittiniz. Arkadaşınız kaza eseri düşmana esir düştü. İşte onu kurtarmaya çalışmayıp iyi oldu, yakalanmasaydı demeye benzer. Veya gezmeye çıktınız. Arkadaşınız suya veya bataklığa düştü. Elinden tutup çıkartırmısınız, yoksa bir tekme de siz vurup, “İyi oldu düşmeseydin mi?” dersiniz. İşte, mühim olan onu Cehennemden ve bataklıktan kurtarmaktır. Kurtaramazsanız, hem dünyası yıkılacak, hem Cehenneme yollanacak! İşte bu noktada benimle sizin fikirleriniz ayrılıyor!” dedi.
Ruhum lezzet alıyor
Van’da imamlık yapan Molla Resul Ağabeyin torunu Molla Kasım, dedesinden naklen: “Üstad Hazretleri Nurşin Camii’nde vaaz veriyordu. O kadar derin ilmî meselelerden bahsediyordu ki, hiçbir şey anlamıyordum. Ben hem Üstad’dan yaşlıydım, hem de âlim birisiydim. Seyda’nın vaazı devam ederken baktım yanımda yaşlı bir köylü, rençber gözlerini yummuş, huşû içerisinde dinliyor ve sallanıyor.
Kendisini dürttüm ve dedim, “Efendi sen ne anlıyorsun?”
Dedi ki, “Efendim hiçbir şey anlamıyorum, ama ruhum çok lezzet alıyor!” Adam bu sefer bana, “Siz bir şey anlıyor musunuz?” dedi.
Ben de:,“Valla ben de hiçbir şey anlamıyorum, ama benim de ru- hum lezzet alıyor!..” diye cevap verdim.
DİZİ: RİFAT OKYAY
https://www.yeniasya.com.tr/rifat-okyay/urkutmeyin-umitlendirin_458677#:~:text=Hasan%20Ekinci%2C%20Halil,D%C4%B0Z%C4%B0%3A%20R%C4%B0FAT%20OKYAY