Bir hoca vardı büyük alim. Seydayı haci diyorlar. Hazro’da[1] oturuyor. Benim hocam’da ona Seyda diyordu. Farsçayı iyi biliyor. Onun yanında Hafız Şirazinin Bostan ve Gülistan kitabını farsça onun yanında okumaya karar verdim. Beni evine götürdü. Sohbet ettik. Tarikatlara karşı da büyük bir teveccühü vardı. Bana şeyhlerin hikayelerini anlatıyordu. Dedi ki:
-Şeyh Seyda yarısı Hristiyan ve yarısı Müslüman bir köye gidiyor. Bu insanlar onu ziyaret ettiklerinde kalplerine bir heybet meydana geliyor ve bayılıyorlar. Biz hocaların kalbine “acaba bunlar yalandan bayılma numarası yapmıyorlar mı?” şüphesi doğdu. Bu sırada Şeyh Seyda bizi çağırdı.
-İnsan, kardeşi hakkında hüsnü zan beslemelidir. Nefsine gelen kötü düşüncelerden dolayı kendini ayıplamalıdır. Hatta şöyle düşünmeli “ne kadar yumuşak kalpleri var da tesir ediyor, halbuki ben taş gibi sertim ki bana hiçbir şey tesir etmiyor” şeklinde düşünmeli ve kendisine acıyıp ağlamalıdır. Biz birkaç hoca şeyh efendi gittikten sonra kalbimize böyle bir düşünce geldiğini itiraf ettik.
Daha sonra Seydayı Hacı İbrahim Dusuki’den bahsetti. İbrahim Dusuki 33 dil biliyordu. Bu dilleri doğru düzgün bir talim almadan ezberlemişti.
Seydayı haci bize nasıl tarikata girdiğini anlattı:
-Tarikata girmeyi düşünüyordum. İstihare yaptım. Şeyhi Hizan’a işaret çıktı. Şeyhi Hizan’ın yanına gittim ona intisap ettim. Bir gün biz bir grup mürit ve şeyhle birlikte irşada çıktık. Bir köyden geçiyorduk. Fakat köylüler şeyhi tanımadıklarından hiçbir iltifat ve saygıda bulunmuyorlardı. Biz bir evin duvarının önünden geçiyorduk. Duvarın üzerinde bir adam vardı. Şeyh önünden geçerken saygısız bir şekilde oturuyor, hatta ayaklarını sallıyordu. Şeyh önünden geçtiğinde düştü. Köylüler başına toplandılar. O da onlara;
-Önümden geçen bu adam bir şeyh olmalı dedi ve şeyh efendinin gelip elini öptü.
Bunun üzerine köylüler şeyhin başına toplanıp köylerinde misafir etmek istediler. Şeyh kabul etti. Akşam camide hatme yapıldı. Fakat hatme sırasında o duvarda oturan adam çok bağırıp çağırıyordu. Bu durum benim dikkatimi çekti. Hatmeden sonra misafirleri köylüler aralarında paylaştılar. Ben de o adamın evine gitmek istedim. Adı Ali’ydi ama ona Alo diyorlardı. Ben neden bağırdığını öğrenmek istiyordum. Kendisine
-Hatmede neden bağırıyordu.
-Hayır! Bağırmadım.
Baktım durumu anlatmayacak. Kendisine
-Tarikatta insan bir şey görürse anlamalıdır dedim. Bunun üzerine zazaca bana
-Ez tırsiyam, yani korktum dedi.
-Neden korktun?
-Bir sürü yabancı insanlar gördüm
-Senin gözün kapalı değil miydi?
-Kapalıydı ama yine de gördüm.
-Ne gördün?
-Şeyh efendi camiye girip iki rekat namaz kıldı. Ardından dua etti. Ardından bazı kişileri çağırdı. Kimi çağırdıysa orada birden ortaya çıktı.
Durumunu anlamıştım. Şeyh efendi tarikat meşayihlerini çağırdığında onların ruhaniyetleri tecelli etmişti. Ama bir yandan da kıskandım. Biz yıllarca tarikata hizmet ediyorduk fakat böyle bir şey görmüyorduk. Böyle bir köylü bir günde bizim yıllarca ulaşamadığımız makama ulaşmıştı.
Seyda Hacı biz böyle güzel hikayeler anlatıyordu. Kendisine
-Seyda! Ben sizden Farsça dersi almak istiyorum.
-Olur
-Hafızın divanından başlasak
-Hafızın divanı zordur. Biz bostan ve gülistan’dan başlayalım.
-Ben Gülistan’ı zaten okumuşum. Hafız’dan başlayalım.
-Tamam
Fakat Seyda bana çok hürmet ve saygı gösteriyordu. Evinde yediriyordu. Talebeleri bana teslim etmişti. Namazları da bana kıldırıyordu. Onun bana olan bu saygısı beni üzüyordu. Bunun üzerine ayrılmaya karar verdim.
[1] Diyarbakır İl merkezinin Kuzeydoğusunda Uzuncaseki (Hacertum) Dağı’nın eteklerinde kurulmuştur. Yüzölçümü 419 km2 olan İlçenin denizden yüksekliği 1030 metredir. Asurlular zamanında yörede kurulan “HATARO” adlı Tercil Kalesi’nden adını alan Hazro Hz. Ömer zamanında Müslümanların eline geçmiştir.