HATIRALARIM 29- Yeniden Amerika ve Kanada

Daha evvel Amerika’ya gittiğimde kalmam yönündeki ısrarlar üzerine, tekrar geleceğime dair söz verdiğimden dolayı Amerika’ya yeniden gittim. Daha önce de olduğu gibi bu seyahatimde de farklı mekânları görmeye, hem Müslümanları hem de oranın insanlarını ziyarete çalışıyordum.

Misyoner Okulu

Amerika’da bir okula gittik. Her odada bir çalışma düzeni gördüm. Orada çalışanlar yemek için toplanmışlardı. Beni görünce onlardan bir genç yanıma geldi. Okulu, çalışma odalarını gezdirdi. Onlara sordum:

-Burada ne gibi hizmetler, dersler görüyorsunuz? Ne yapıyorsunuz?

Dediler ki:

-Biz üniversiteyi bitirdikten sonra imtihanla buraya geliyoruz. Hıristiyanlığı tebliğ usul ve üsluplarını tahsil ediyoruz, eğitim görüyoruz.

-Hiç Müslümanları Hıristiyan edebildiniz mi?

-Bizim maksadımız Müslümanları Hıristiyan yapmak değildir. Maksadımız dinimizi bütün insanlığa yaymak, Müslümanları da dinlerinden uzaklaştırmaktır. Yoksa onları her hangi bir dine sokmak değildir. Üç ay kadar önce Çin’e gittim. Ne kadar acı ki, daha İsa’nın Allah olduğunu bilmiyorlar! Bu da bizlere ne kadar büyük görevler düştüğünü gösteriyor.

Misyonerin bu tavrı, adamın üzüntü sebebi doğrusu beni çok çok düşündürdü. Malumdur ki dış seyahatlerimden muradım herkesin çalışma metotlarını görmek, onlardan bir hisse almaktı. Bu yüzden ziyaretlerimize devam ettik.

 

Kiliseyi Ziyaret

Malumdur ki dış seyahatlerimden muradım, herkesin çalışma metodlarını görmek, onlardan bir hisse almaktı. Okuldan sonra büyük bir kiliseye gittik. Bize kilisenin çeşitli yerlerini gezdirdiler. Kilisenin içinde küçük bir çarşısı vardı. Giyim eşyalarının her çeşidi vardı. Bunlar, hayırseverlerin kiliseye hibe ettikleri giysiler idi. Emekli bir kaç ihtiyar kadın vardı. Onlar gelen giyeceklerden yıkanması, ütülenmesi gerekenleri ayırıp hazırlıyorlardı. Bir muhtaç geldiğinde bunlardan beğendiğini giyer giderdi. Para alınmazdı. Zaten hayır için buraya hibe edilmişti.

Bu kilise ilgilileri Müslümanların genç çocuklarını kiliseye sohbete davet ederler. Maksatları o gençleri aldatıp dinlerinden çevirmekti! Zaten orada Müslümanlar, çocuklarına çok kibar ve nazik davranmak zorundadırlar. En ufak bir baskı veya küçük bir dayak hadisesinde bile, çocuklar ailelerden alınabiliyor. Müslüman ailelerin her yönüyle dikkat etmeleri gerekiyor.

Türk Talebeleriyle

Orada doktora yapan Türk talebelere misafir oldum. Onlara bazı dersler verdim. Camilerinde konuşmalar yaptım.

Bir gün beraber bir hastaneyi görmeye gittik. Taksi ile hastanenin üçüncü, dördüncü katına çıktık. Taksiyi park ettikten sonra hastanenin yatakhanelerini gezdik. Ne kimseden izin aldık, ne de kimse bize müdahale etti! Hastanenin bakımı, temizliği fevkalade idi.

Daha sonra Darwin’in müzesine gittik. O müzede çok çeşitli, görmediğimiz sıfatlarda hayvanlar vardı. Her birinin yanında yazılmış kitabeler vardı. Bu hayvanların tekâmül devreleri anlatılıyordu. Ayrıca insanların hayvanlardan türediğini yazıyordu. Fakat şimdi işittiğime göre çoğu ilim adamları bu teoriyi reddetmişlerdir. Zaten teori de bir takım evhamlardır. Delili yoktur. Bununla maksat Allah’ın yaratıcılığını inkâr etmektir.

Vakıf Kurma Teşebbüsümüz

Nihayet bizler orada okuyanların barınma, fakir olanların da ihtiyaçlarını gidermeye karar verdik. Yani böyle bir iş yapacak vakıf kurma kararı verdik. Bazı yerlere uçakla bazı yerlere araba ile gidip bu fikrimizi söyledik.

Sonra Suriyeli ve Filistinli doktorların cemaatine gittik. Onlarla da daha önce tanışıyordum. Bu fikri onlara da söyledik. Onların Filistinli bir başkanları vardı. Dediler ki “başkan vekilimizdir. O ne derse biz de onun yolundayız.”

O başkanları, ben ve benimle bulunan Ali Yaşarlar adlı arkadaşla üçümüz bir bahçede oturup konuyu konuştuk. Onların başkanları dedi ki:

-Bu amaçla benim kurduğum bir teşkilat var, bir araya gelelim, dağılmayalım. Bunların hepsi benim emrimdedirler.

Kendisine fikrimizi izah ettik. Dedi ki:

-Bu çok masraflı bir iştir. Bir talebenin burada okuyabilmesi için senede on iki bin dolar lazım.

Bizim amacımız dışarıdan öğrenci getirmek değil, gelenlere yardımcı olmaktı:

-Gayemiz talebelerin tüm masraflarını karşılamak değil, yatacak yer bulmaktır. Zaten nasılsa gelmişler, burada okuyorlar. Bazı namaz kılmayanlar bu vesile ile namaz kılarlar ve bir arada olurlarsa güzel olur. Bazı kızlar kendilerini koruyamazlar. Bunlar da daha emin bir yerde kalmış olurlar. Kiradan kurtulurlar.

Hülasa kendisi de istihsan etti:

-Bizim işlerimiz çok. Zaman bulamayız. Eğer siz çalışırsanız, biz sizlere yardımcı oluruz. Elli talebenin masraflarını bu şekilde karşılamayı ben taahhüt ederim, dedi.

Montreal’de Hindistanlı Müslümanların böyle bir işe giriştiklerini, bir yer aldıklarını duyduk. Telefonla onlarla irtibat kurduk. Müdürlerine çalışmalarını görmek istediğimizi söyledik. Kabul ettiler. Uçakla üç saatte vardım. Beni karşıladılar. Müdürle görüştüm. Şunları anlattı:

-Benim hocam Mehmet Zekeriya, bana “Amerika’ya gidin, orada tedrisat yapın” dedi. Fakat Amerika’dan vize alamadığımız için Kanada’ya geldik. Bu aldığımız yer bir hastane idi. Satın aldık. Burada iki saat kadar devlet bize İngilizce ders veriyor. Sonra her ne ilim okursak serbestiz. Bin dolar veren çocuk her şeyi bize ait olmak üzere bir yıl burada okuyabiliyor.

Programlarında; Sarf, Nahiv, Mantık, Vadı, İstiare, Münazara, Beyan, Bedi, Usul’ud-din, Usul-u Fıkıh, hafızlık, Hadis dersleri vardı. Tertiple hazırlanmıştı. Bize dediler ki:

-Siz de böyle bir şey yaparsanız, size yardımcı oluruz” dedi.

***

Amerika-Kanada Gençlik Cemiyetinin Toronto’da büyük bir içtima toplantısı oldu. Başkanları da Profesör Ahmet Zeki idi. Bu zat Ezher mezunu idi. Ben de bu toplantıya katıldım. Ahmet Zeki’ye de düşüncemizi anlattım.

-Böyle bir şey yaparsanız biz de yardımcı oluruz, dedi.

Toplantı bir hafta kadar devam etti. Masraflar iştirakçi şahıslara aitti, Cemiyete ait değildi. Bazı gençler etrafıma toplandılar. Bazı sorular sordular. Baktım akideleri selefilere yakındır. Eş’ari’nin faziletinden bahsettiğimde hayretler içinde kaldılar. Onlar itikatlarınca Eş’ari’yi sapık, dinden çıkmış zannediyorlardı. Onlarla saatlerce konuştum. Ama bu düşüncede olmalarından dolayı da çok üzüldüm.

Bundan sonra biz tekrar vakıf kurma işi ile uğraştık. İlgilenenlerin fikrine baktım ki oradaki Türkler, yabancı kimseyi kuracağımız vakfa istemiyorlardı. Ben de ikinci bir teklifte bulundum. Dedim ki:

-Yabancılardan bir kaç profesör alalım.

Kabul etmediler.

-Her birisi bir grup başkanıdır. Bizi kabul etmez, tesirlerine alırlar, dediler.

-O zaman beni itham ederler.

-Yok, seni tanıyorlar ve sana itimatları var, dediler.

Ben de bu düşünce ile işin yürümeyeceğini anladım. Suudi’den gelen Los Angeles’teki heyete telefon edip onların toplantısına iştirak etmek istediğimi söyledim. Muradım, vakıf çalışmalarının çıkmaza girmesi üzerine duruma ara vermektik.

 

Suudi Arabistan’dan Gelen Profesörler

Amerika’ya Suudi Arabistan’ın Riyad şehrindeki Muhammed bin Abdülaziz Üniversitesinin hocaları gelmişlerdi. On gün kalıp ders vereceklerini söylediler. Ben de oraya gidip derslerine katıldım. Kadınlar ayrı erkekler ayrı, aralarında perde vardı. Ders veren Profesör de perdenin dış tarafında idi. Nahv kaidelerine göre onların bazı yanlışlarını söylediğimde kabul etmiyorlardı. Kendilerine profesör deyip bir nevi tenezzül etmiyorlardı.

Fıkıh dersini veren zat Vehhabiliğin kurucusu, Muhammed bin Abdulvahab’ın torunlarındandı. Bir iki yerde hatalı mana verdiğine işaret ettim. Ona “ehli şeyh” deyip hürmet ediyorlardı. Benim söylediğimi kabul etti. Çok ta memnun oldu. Adresini ve telefon numaralarını bana verdi. “Suudi’ye gelince bana telefon et. Seni Riyad’a götürüp misafir edeceğim, ağabeyim de yüksek mahkeme reisidir.” dedi.

On gün bittikten sonra Los Angeles’a gidip oradaki büyük cemaatlerine iltihak ettiler.

 

Los Angeles’teki Programa Katılışım

Suudi’den gelen Los Angeles’teki heyete telefon edip, onların toplantısına iştirak etmek istediğimi söyledim. Muradım bunlardan kurtulmaktı. Los Angeles, New York’un batı tarafında idi. Altı saat uçakla mesafesi vardı. Tam okyanus sahilinde bir yerdi. Uçakla oraya gittim. Beni karşıladılar. Büyük bir otelde bana yer ayırdılar. Yeni İslam’a giren bir Amerikalı ile aynı odada kalıyordum.

Günde sekiz saat derslerde hazır oluyorduk. Yatsı namazından sonra da yatana kadar soru cevaplar oluyordu. Otelin alt tarafı cami gibi düzenlenmişti. Burada soru-cevap faslı, nasihatler olurdu. Günde üç öğün yemek vardı. Otel ücreti yüz yirmi beş dolardı. Tüm masrafları toplantıyı düzenleyen üniversite cemiyeti veriyordu. Dünyanın en büyük uçak fabrikası da bu şehirdeydi.

Türkiye’den doktora yapmak amacıyla gelenler de vardı. Onlar Pazar günleri yanıma geliyorlardı. Beni evlerine davet ediyorlardı. Onlarla bazen dağlara, bazen okyanus kenarına geziye gidiyorduk.

Orada Şeyh Şamil’in torunları da vardı. Onlar da beni davet ettiler. Bazı genç Amerikalılar İslamiyet’e girdiler. Onlar için merasim yapıldı. En sonunda büyük bir ziyafet verildi.

Bazı büyük kimseleri de çağırıp büyük bir toplantı yaptılar. Gelen misafirler, güvenlik güçleri tarafından arandıktan sora toplantı mahalline gönderiliyorlardı. Gereken güvenlik tedbirleri alınmıştı. Yapılan konuşmaların özetleri matbu hale getirilip herkese dağıtıldı. Toplantı hakkında da herkesten anket yaparak düşüncelerini aldılar. Herkese ayrıca iki yüzer dolar da hediye verdiler. Bazılarına da tefsir, Kuran gibi bazı kitapları da verdiler. Bana da iki yüz dolar ile güzel bir el çantası hediye ettiler.

Esas çantam ve eşyalarım daha evvel bulunduğum şehirde kalmıştı. O şehirdeki tanıdıklar vakıf kurmak için benim peşimi bırakmıyorlardı. Ama ben onların istediği şekilde yapılacak bir çalışmanın sıkıntılarını, mahsurlarını görüyordum. Bu yüzden oraya dönmek istemediğimden, eşyalarımı orada bırakıp, Japonya yolu ile Türkiye’ye dönmeye karar verdim.

Uçak mühendisi Dr. Davut Kervanoğlu beni evine götürdü. Bir iki gün beni bırakmadılar, misafir ettiler. Ben Japonya, Çin, Pakistan, Suriye, Hindistan, Mısır, İstanbul üzerinden bilet istedim. Bunun mümkün olmadığını söylediler. Bunun üzerine bin beş yüz dolara Japon, Çin, Pakistan bileti aldım. Belki param yetmez diye Davut Kervanoğlu’ndan beş yüz dolar borç aldım. Davut Bey bana bu parayı İstanbul’daki kardeşine ödememi söyledi. Ben de İstanbul’a gelince kardeşine beş yüz doları verdim ve kendisine durumu telefonla bildirdim.

Oradaki mühendislerle beraber hava alanına gittik. Salı günü öğleye yarım saat vardı. O mühendisler hava alanı görevlilerine bana Müslüman yemekleri verilmesini tembih ettiler. Yakama madalyaya benzer bir şey raptettiler. Uçağa bindim. Uçak hep okyanus üzerinde uçtu. Tokyo’ya kadar hiç kara yoktu. Hep deniz üzerinde uçuyordu.

Yerim pencere önünde idi. Kur’an’ımı alıp okumaya başladım. Zaman zaman dışarıya da bakıyordum. Uçak çok yüksekten gittiği için Okyanus üzerinde buluttan dağlar vardı. Tıpkı Suudi-Mekke dağlarına benziyordu. Bazıları insanın üzerine düşecek gibi sivri burunları aşağıya iniyordu. Uçak bunların arasına girmiyordu. Yanından sıyrılıp geçiyordu.

TEKRAR AMERİKA

Üçüncü defa Amerika’daki kardeşler beni istediler. Ramazan ayında bir şehirde doktorlar, mühendisler Risale-i Tahavi’yi ders olarak dinlemek istediler. Ramazan boyunca onlara akide dersi verdim. Ayrıca başka sohbet ve konuşmalar da oluyordu. Dr. Mennan’a misafirdim. Epey dini malumatları vardı. Hanımı da örtülü idi. Suriyeli idi. Üç katlı evi vardı. Bir katını bana tahsis etmişlerdi. Zaman zaman kendi aralarında toplantılar yaparlardı.

Bu seferimde Kaddafi’nin yaptırdığı minareli bir camiyi ziyaret ettik. İmamı Mısırlı idi. Kendisini asrî bir durumda gördüm. Kaddafi’nin bir kitabını bana hediye etti. Kitabın her sayfa başında bir ayeti kerime, altta ise hadise benzettiği kendi sözünü yazmıştı.

Bu cami birkaç şehir arasındadır. Oraya yakın şehirlerde bazı camilerde veya üniversite mescidlerinde geniş yerler olmakla beraber, bayram namazları bu camide kılınıyordu. Biz bulunduğumuz şehirde bayram namazı kıldıktan sonra, Abdulmennan bizi Kaddafi’nin camisine götüreceğini söyledi:

-Hocam o büyük camiye de gedeceğiz. Orada da umumi olarak bayram namazı kılacağız.

Çoluk çocuğu ile beraber o camiye gittik. Bayram namazı kıldık. Dışarı çıkınca gördüm ki erkekler kadar kadınlar da var. Başları, bacakları, göğüsleri açık vaziyette!.. Acaba bunlar Müslüman mı yoksa Müslümanların seyrine gelen Hıristiyan kadınlar mı diye şüpheye düştüm. Erkeklerle tokalaşıyorlardı. Orada bazı yenilecek maddeler vardı. Erkek kadın karışık ellerine almış yiyorlardı. Birbirine uzatıp ikramda da bulunuyorlardı. Sonra anladım ki onlar da Müslüman imiş.

Kadınlar camiye geldiklerinde, orada hazır bulunan elbiseleri, etekleri, eşarpları giyinip camiye giriyorlar. Bazıları başlarını örtüyorlar, bazıları da örtmeden namaz kılıyorlardı. O seferimde çok durmadım. Geri döndüm.

KANADA HATIRALARI

Bir dahaki gidişimde Kanada’ya da vardım. Bazı doktor ve mühendislere akaid dersini verdim. İmamı Nevevi’nin Minhac’taki faraidleri ders olarak okutup bitirdim.

Kanada’nın başkenti Ottova’ya gittim. Orada teşkilatlı büyük bir cami vardı. Caminin altında yemekhane, sohbet yeri çok muntazam düzenlenmişti. Cami İmamının Ezher mezunu olduğunu fakat haftada bir gün camiyi açtığını, Zeki Yamani’nin kendisine bin dolar maaş verdiğini, ancak daha sonra camiye devamlı gitmediğini öğrenince bu maaşı kestiğini söylediler.

Sonra Millet Meclisine gittik. Büyük bir yer gösterdiler. “Burası kütüphane idi yandı” dediler. Bir yer de gösterdiler tavanı altından idi. İngiltere’den Cumhurreisi geldiğinde oraya gittiğini söylediler.

Kanada’da hanımların sözlerinin daha geçerli, sosyal hayatta daha etkin olduğunu söylediler. Hatta bir erkeği mahkemeye verdiklerinde onunla mahkemeye gitmeye bile tenezzül etmezler dediler.

Üniversitede Cuma namazını kıldık. Hatip hutbe esnasında bazı kişilerden bahsederken benden de bahsetti. Bende mevcut olmayan hususlar da söyledi. Ben de seslenmedim. Bana dediler ki:

-Ahmet Yemani’yi tanıyorsun? Kendisine söyle bize yardım etsin. Biz yeni bir okul yapıyoruz!

Gittik okulu gördük. Geniş, büyük bir okuldu fakat ancak yirmi beş kadar talebe vardı. Biri bay Mısırlı iki tane öğretmen vardı.

-Niçin talebeler az? dedim.

-Fakir aileler çocuklarını gönderemiyorlar. Buraya gelenlerin babaları ya mühendis ya doktor ya da elçiliklerde çalışan, yani maddi durumları iyi olanlardır.

-Niçin okul paralı?

-Gidiş geliş ücretlidir. Bunu da veremeyenler çok!

Misafir olduğum kişi bu çocukları okula getirip götürüyordu. O da ekledi:

-Ben bu servis işini çok ucuza yapıyorum. Fakat buna rağmen ücreti veremeyenler çoğunlukta. Veliler de bu sebepten çocuklarını gönderemiyorlar. Şehir büyük ve çok uzak yerlerden öğrencileri okula getirip evlerine götürüyorum.

Bu kişi Boşnak’tı. İhtiyar bir annesi vardı. Annesi Kenan Evreni ve Babasını tanıyordu. “Evren’in babası iyiydi. Biraz hocalığı da vardı. Fakat Evren kötü” derdi. Kanada’nın bazı yerlerinden bahsettiler devamlı karanlık olduğu için orada yaşanmıyormuş! Bazı ağaçlardan bahsettiler. “Çok büyük ve kalın. Hatta içinden asfalt yol bile geçiyor.” dediler!

Daha sonra Montreal’e döndüm. Bazı camilerde sohbetler, konuşmalar yaptım. Büyük bir camide konferans tertiplediler. Türkler, Araplar, Hıristiyanlar da iştirak ettiler. Hıristiyanlardan bir hanım Müslüman oldu. Bir Arap’la evlendi. Nikâhlarını ben kıydım.

Kanada’da olsun Amerika’da olsun bazen beni deniz kenarına davet ediyorlardı. Hıristiyanlar ayrı Müslümanlar ayrı yemekler yaparlardı. Bazı yerlerde Hıristiyanların yemek pişirdiği kızartma yaptıkları yerde Müslümanlar da yemek yapıyorlardı.

Şikago’da Gördüklerim

Başka bir zaman Amerika’ya gittiğimde Chicago’ya uğradım. Orada ziyaret ettiğim bazı Müslümanlar dediler ki:

-Kore harbinde bazı dedelerimiz, babalarımız orada Müslümanları görüp İslam’a girmişlerdir. Biz de onların evlatlarıyız. İslamiyet’i az biliyoruz. Müslümanların toplantılarına gidiyoruz. Fakat kimse gelip halimizi sormuyor.

İyice hatırlamıyorum, bir bina gösterdiler. Ya hastane ya da okul idi. Satışa çıkarıldığını belirterek:

-Dua edin de onu alıp medrese yapalım, dediler.

Orada Müslümanlara ait bir üniversite vardı. Okulun yöneticilerini ziyaret ettim. Dünyanın en büyük binası Chicago’da idi. Yapan mühendis Pakistanlı imiş. Dediler ki:

-Yahudiler bu binayı ona yaptırmışlar. Binayı tamamlayınca da onu öldürdüler.

O binayı görmeye gittim. Binanın pek çok insanı alan iki asansörü vardı. Hızı çok fazla olduğu için, insanın kulakları kapanıyordu. Bina oluk gibi para getiriyordu. İnsanlar gezip yükseğe çıkıyor, şehri seyrediyordu.

AHMET ZEKİ YAMANİ

Detroit’e döndüm. Üniversite yönetiminden davetiye geldi. Ali Yaşarlarla davete icabet ettik. Altı kişi mezun oluyordu. Merasim yapıldı, yemekler verildi, konuşmalar yapıldı. Çeşitli memleketlerden gelenlerin isimleri okundu. Türkiye’den kimseyi söz etmediler. O zaman birisi beni gösterip; “Niçin hocamızı anons etmediniz?” dedi.

Bunun üzerine Suudi Arabistan eski petrol bakanı Şeyh Ahmed Zeki Yamani bana yaklaştı. Çok özür talep etti:

-Sizi görmeyi çok arzu ediyordum. Korkut Özal sizden çok bahsederdi!.. Onun Annesi vefat ettiği için o İstanbul’a gitti. Ben geldim buraya.

Yemek zamanı kuyruğa girdi. Önce bana sonra kendisine yemek aldı. Bir odaya gidip tenha bir yerde beraber yemek yedik. Daha sonra vedalaştık.

 

SEYLAN’LI BİR ŞEYH

Aslen Seylanlı olup Amerika’nın bir şehrinde kalan 160 yaşında olduğu söylenen bir şeyh efendiden bahsettiler. Ben de onu ziyaret etmek istedim.

Doktorlar ve talebelerle birlikte iki taksi gittik. Evi iki katlı, beyaz duvarlı, duvarlarda “ez-Zikr” yazılı idi. Cami ikinci katta idi, oraya çıktık. Camide bayanlar için bir yer gördüm. Kadınların sütreleri kalbur gibi delik delikti. Tek tek namaz kılanları gördüm. Müritleri ayaktayken, sanki rükû halinde bulunuyor gibi huşu içinde duruyorlardı.

Birçok müridleri siyahî Amerikalılardı. Kendilerini biraz dinlediğim zaman baktım ki şeyhleri hakkında öyle bir itikatları var ki, sanki dünya çarkı şeyhlerinin elindedir. Ne yapsa yapabilir durumda!

Şeyhin ziyaretini talep ettiğimde bazı mazeretler ve özürler gösterip müsaade ettiler. Şeyh bir sedir üzerinde idi. Elinde bir alet vardı. Zaman zaman ağzına takıp nefes alıyordu. Konuşunca ağzından bazı akıntılar geliyordu. Tahmini otuz yaşlarında, başı kapalı bir hanım yanında oturmuş, elinde mendil zaman zaman ağzını siliyordu. Oturmamız için sandalye getirdiler. Biz edep ederek diz üzerinde oturduk.

-Sorunuz nedir? diye sordular. Biz de, merhum Muzaffer Özak’ın doktor olan bir müridi aracılığıyla şunu sorduk:

-Dünya “dar’ul-imtihan”dır. Nasıl çalışmamız gerekiyor? Müslümanlara düşen ilk görevler nelerdir?

Kendisi nefisle ilgili bazı izahatlar verdi. İngilizce konuşuyordu. Çok konuşturmak istemedik çünkü ihtiyar ve rahatsızdı… Müsaade isteyip ayrıldık.

Ayağa kalktığımızda baktık ki kadınlar arkadan bizi halkaya almışlar. Bizi dinliyorlarmış. Haberimiz yok! Camiden alta merdivenlerden inerken kadınlarla karıştık. Kadınlar beklemediler. Biz inerken onlar da sağımızdan solumuzdan inmeye başladılar. Karma karışık oldu!

Alt katta, şeyhin çocukluktan itibaren tüm resimlerini çerçeveleyip duvarlara asmışlar. Gelenler gezip seyrediyorlar. Bu resimleri, kadınların o durumunu (ihtilat etmelerini) ve diğer bid’atları görünce ziyaretten çok memnun olmadım.

Namaz Kılan Ama Ziyaretçi Sevmeyen Bir Doktor

Detroit şehrinde iken; oradaki doktorlardan kimlerin namaz kıldığını sordum.

-Tek bir kişi kılıyor, dediler.

Bir çiftliği varmış o kişinin ve o çiftlikte kalıyormuş. Namazlı olduğu için onu ziyaret etmek istedim. Telefon ettim. Telefona çıkan bize:

-Niçin ziyaret etmek istiyorsunuz? Kim telefonu verdi? Hastadır! Yarın, öbür gün gelin! diye cevap veriyorlardı.

Bilahare doktorun hanımı, benim misafir olduğum evin hanımına telefon edip ziyaretçi kabul etmediklerini söyledi. Pazar günü bu doktorların belli bir yerde toplantılarının olduğunun haber aldık. Biz de gidip o toplantıda o namaz kılan doktoru görmeye karar verdik.

O sırada çok uzak yerlerden bazı dindar doktorlar ziyaretime geldiler. Aynı pazar günü Suriyeli doktorların düğünleri varmış, bizi de davet ettiler.

Tekrar Kanada’ya Bir Ziyaret

O pazar gününün sabahı bir telefon geldi:

-Kanada’dan ziyaretinize gelmek istiyorduk fakat Amerika bize vize vermedi. Hiç değilse siz gelin de görüşelim.

Bulunduğum şehir Kanada’ya çok uzak değildi. Aramızda bir nehir vardı, bir tarafı Kanada diğer tarafı Amerika. On beş kilometre mesafe vardı. Gidip gelebilirdik. Aynı pazar günü bu üç işi de yapmaya karar verdik.

Ziyaretime gelen doktorlardan Fatih isimli olan arkadaşın vizesi olmadığı için o kaldı. Biz diğerleri ile Kanada’ya gittik. Kanada’da bizi bekleyen kişi:

-Ben Hasan Hüseyin Ceylan’ın okul arkadaşıyım. İhtilâlda İran’a geçtim. Emniyet teşkilatlarında yer aldım. Irak savaşına da katıldım. Bizden yani İranlılardan can verecekler, sekeratta iken, onlara ne kadar “la ilahe illallah” deyin dedikse de hiç birisi demedi! Ruh verene kadar “Ali” “Ali” diye sayıkladılar. Bu aşırı muhabbet bana imânî açıdan hoş gelmedi, ben de bir müddet sonra onlardan ayrılıp buraya geldim, dedi.

Biraz daha kalıp sohbet ettikten sonra onlarla vedalaşıp geri döndük. Fatih beyi alıp doktorların toplantısına gittik. Yirmi, yirmi beş erkek, bir o kadar da kadın baş açık yemek yiyorlardı. “Atamız yüz yaşında” yazılı yazı ve Atatürk resmi de orada asılı idi. İçlerinden bir profesör beni tanıdı. Gelip benimle tokalaştı. Onların Hıristiyanlara özendiklerini, İslamiyet’i hor gördüklerini düşünerek, onlara Hıristiyanların yanlışlarını gösterip İslamiyet’e karşı onları uyandırmak için; daha önce Papazla aramızdaki konuşmayı anlattım. Benim konuşmam bittikten sonra alkışladılar ve gelip benimle el sıkıştılar.

O görmek istediğimiz doktor oraya gelmemişti. Yine onu göremedik. Oradan Suriyeli doktorların düğün toplantılarına gittik. Aynı günde o işi de gördük. Bir müddet sonra Türkiye’ye döndük.

Almanya’dan Amerikaya

 Bilahare 1992’de bir sene sonra, Almanya’ya yabancı işlerine bakan polis merkezinden bana dediler ki: “Kenan Evren’le Diyanet Reisi buraya geldiler. Diyanet kanalı ile gelmeyen imam ve âlimlere vize verilmeyeceğini karara bağladık. Binaenaleyh Diyanet kanalı ile gelmedikçe biz sana vize veremeyiz”. Bunun üzerine oradan ayrıldım. Amerika bana sonsuz (süresiz) vize verdi. Oraya gittim. Orada da çeşitli ders, sohbet vb. çalışmalar yaptıktan sonra memlekete döndüm.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir