HACCIN HASSAS MESELELERİ

İSLAM: Hac İslam’ın beş esasından biridir. Onun da farz, vacip ve sünnetleri vardır. Hacca gitmek isteyen herkesin bu menasik-i haccı bilmesi gerekir. Ancak gerek hacı adaylarının hac konusunda yeterince bilgi sahibi olmayışları ve gerekse hac organizatörlerince tayin edilen din görevlilerinin de uzman olmayışından kaynaklanan aksaklıklar var. Bu aksaklıkları Türkiye’de ve hac esnasında olmak üzere iki grupta toplayabiliriz.

            Biz önce hacı adaylarının ilk müracaatlarından başlamak istiyoruz. Hac müracaatları, hacca hareket tarihinden 3-4 ay öncesinden kapanıyor. Bu uygulamanın hacca gitmek isteyen kişiler üzerinde menfi etkileri oluyor-zamanında müracaat edemediğinden hacca gidememek gibi-. İslam hukuku açısından bu uygulamayı değerlendirir misiniz? Tarihte bunun bir örneği var mıdır?

M. Emin ER: Cenab-ı Allah c.c. zengin ve hacca muktedir olabilen kullarının üzerine ömründe bir kere haccı farz kılmıştır. Haccın esasen farz olacağı vakitler –eşhuru hac- vardır ki onlar; Şevval, Zilkaide ve Zilhicce’nin ilk on günüdür. bir kimse bu aylardan daha önce zengin olsa, bu aylar geldiğinde de fakir düşse, hacca gidecek parası olmasa o kişinin üzerine hac farz olmaz. Ayrıca hac aylarında fakir düşüp daha sonraki sene yeniden zenginleşip hac aylarına girmeden ölürse o kişi hac borcu ile ölmemiş olur. Allah katında da hiçbir mesuliyeti olmaz. Bu aylar geldiğinde zengin olan ve havaici asliyeden fazla miktarda parası ve malı bulunan kimselere hac farz olur. Hatta evlenme durumu olan bir kişinin bile önce hacca gitmesi daha evladır. ancak zina korkusu, günah korkusu olan kişiler öncelikle evlilik işini gerçekleştirirler.

Şimdi durum böyle iken diyanet işleri başkanlığının 3-4 ay önceden hacı adaylarından para alması, her şeyden önce hac ayları olan; Şevval, Zilkaide ve Zilhiccenin ilk on gününden önce para alması demek oluyor ki, bu fıkhen caiz değildir. Zira 4 ay önceden para veren bir kişi, hac aylarında fakir düşebilir, borçlu düşebilir. Değişik zaruretler hasıl olabilir. Yani hac üzerine farz olmadığı bir zamanda hacca gitmiş olur. Asıl önemli olan taraf; hac müracaatlarının hacca muktedir olan kişilere karşı işlenmiş büyük bir zulümdür. Ayrıca yalnızca bir kuruluşun tekelinde hacca gitmek ve bunda da mecburiyet koymak, hacca başka yollarla gitmek isteyenlere karşı da işlenmiş büyük bir günahtır. Dünyanın hiçbir yerinde ve tarih boyunca böyle bir uygulamaya rastlanmış değildir. Bu tür organizasyonu gerçekleştirenler, kim olursa olsunlar hukuk-ul ibad noktasında –kul hakkı- açısından büyük veballer altındadırlar. Bu engellemenin kul hakkı olduğunu bilmiyorlar mı acaba? Selef-i salihin ulemamız bir habbe kadar bir kul hakkına bile dayanamaz, hemen iade edip helalleşirlerdi. Kul hakkı o kadar mühimdir ki, tevbe etmekle, hacca gitmekle ve hacca götürmekle affolunmaz. Şehid olsa da affolunmaz. İlla hak sahibinin rızasını almak gereklidir. Şimdi şöyle diyebilirler; “biz hacca götürdüğümüz her ketsen gönül rızası ile para alıyoruz.” Peki, ya hac aylarında hacca muktedir olup da müracaatlar kapandığı ve yalnızca D.İ.B. kanalıyla hacca gidildiği için haccını ifa edemeyenlerin hakkı…

Bir tarihte Şam’da bana bağlı olarak 30 kişilik bir hac kafilesi vardı. Şam’da o zamanlar 30 huccaca refakatçilik eden herkes bedava hacca gidiyordu. Araştırarak bizi hangi şartlarda bedava hacca götürdüklerini öğrendim. Aslında her hacı 900 liraya gidebilecekken onlardan 1000’er lira alınmıştı. Yüz liralık farkı sorduğumda, refakatçinin, yol göstericinin parası olduğunu öğrendim. Bunun üzerine meseleyi 30 hacı adayına anlatıp bu hususta rızalarının olup olmadığını soruşturdum. Beş kişi hariç diğerleri razı olmamıştı. Biz de verilen paraları iade ederek, kendi paramızla yol masraflarını oluşturup öylece hacca gitmiştik. Refakatçiliğimizi de hiç aksatmadan, bütün erkanlarına riayet ederek yerine getirmiştik. Kul hakkının hassasiyetini bilmeyenler ibadet lezzetine hiçbir zaman eremezler. O yüzden büyüklerimiz; “kork Allah’tan korkmayandan” demişlerdir.

 

İSLAM: Türkiye’de çiftçilikle uğraşan insanlarımız var. Bunların eline genellikle Temmuz’un sonu, ağustos ve eylül aylarında para geçiyor. Buğday çiftçisi, fındık çiftçisi, zeytin, üzüm, pamuk, pancar …vs çiftçileri para açısından hep bu konumda yani bunlar “eşhuru hac” denilen vakitlerde paralı oluyorlar ve hacca muktedir olabiliyorlar. Ancak bu aylardan önce müracaatlar kapandığı için hacca gidemiyorlar. Hacca gidecek durumda olan bu tür insanlardan bir sonraki hac mevsimine kadar ölenler veya fakir düşenler olursa ki oluyor, bu kişilerin üzerindeki hac farziyyetinin vebali kimin olacaktır. Bunların hukuki durumları nedir?

M. Emin ER: Şimdi saydığınız bu kişilere hac aylarında hacca gidebilecek paraya kavuştukları için hac ibadeti farz olmuş oluyor. Ancak engel olduğu için de gidemiyorlar. Bu durumda bu kimseler ölür veya fakirleşirse kendilerinde hiçbir mesuliyet yoktur. Tüm vebal o aylarda müracaatı kaldıranların veya serbest yolla hacca gidişi engelleyenlerin olur. Şimdi bu tür kişiler yarın yevmi kıyamette; “Ya Rabbi! Ben hacca muktedir olmuştum ve niyetlenmiştim. Ancak şu şu şartlardan dolayı haccı ifa edemedim” derse, Allah Teala hazretleri onu hiçbir zaman hacdan mesul tutmaz.

 

İSLAM: Yalnız hac niyetiyle D.İ.B.’na para yatıran bazı adayların paraları hac ayından 3-4 ay önce bloke edildiği için, hac paralarının bu zaman zarfında başka işlerde değerlendirilmesi söz konusu. Bankaya yatırılıyor, faizler alınıyor veya paranın değer kaybı göz önünde tutularak çalıştırılıyor. Yalnızca hac hizmeti için ve o niyetle toplanan paralar başka amaçlarla kullanılabilir mi?

M. Emin ER: Önceden arzettiğimiz gibi, hacılardan mevcut uygulama şekliyle alınan paralar zulümdür, meşru değildir. Bunun yanında bir de bu paraları faizle birlikte kullanmak ayrı bir zulümdür. Ayrıca alınan faizlerin güya hayır işlerinde -inşaat vs- kullanılması söz konusu imiş ki, Allah muhafaza bu uygulama haramdan hayır ummak anlamına gelir ki, çok büyük manevi tehlikeler doğurur. Bazı fıkıh kitaplarımız, haramdan hayır umarak tasadduku küfür olarak değerlendirmişlerdir. Bu konuda tek istisna yanında faiz parası bulunan kişilerin tevbe ederek ve bir daha işlememek üzere o parayı zimmetinden bir an önce çıkarması ve hiçbir sevap ümit etmeden menfaati umumi olan yerlere –yol, çeşme, ağaç dikimi vs- harcamasıdır.

Bankaya yatırılan paraların faizleri eğer cami gibi işlerde kullanılıyor ve biz bu paralarla hayır yapıyoruz deniliyorsa; bu bütün ehli sünnet uygulamalarından küfre kadar yol açan bir amel olur.

Eğer bu paralar faizsiz bir kuruluşta çalıştırılsaydı ki, meşrudur. Yani mudaraba akdi gibi (emek-sermaye ortaklığı) paralar yatırılsaydı ve bir kazanç elde edilseydi o meşru olurdu ve elde edilen bu gelirler hacı adaylarına tekrar geri iade edilseydi, hem haramdan kurtulunmuş olur, hem de hacıların masrafları azaltılıp onların da gönlü alınmış olurdu. Zaten hacı adayları parayı işletseniz de, işletmeseniz de hacca niyet ettiği para olduğu için onu hiç çalıştırmıyor. Böyle bir uygulama hem helalinden gelir getirecektir ve hem de gelirler hacı adaylarına tekrar geri verileceğinden hac masrafları da daha ucuza mal edilmiş olacaktır.

Bu uygulamanın bir şıkkı daha vardır ki; elde edilen kar gelirleri hacı adaylarının bizzat rızalarıyla çeşitli hayır işlerine ve İslam’a hizmet işlerine yatırılabilir. O zaman hem hacı adayları bu hayırdan hissedar olmuş olurlar, hem de bu hayırlara vesile olan kuruluş sevaptan hissedar olur. Şimdiki hac uygulamasında alınan paralar keşke bu şekilde değerlendirilseydi ne kadar iyi olurdu.

 

İSLAM: Diyanet İşleri Başkanlığı’nın organizasyonuna uymak mecburiyetinde kalan ve hareketleri bu organizasyonun yaptığı programlarla sınırlı olan Türk hacıları haccın sünnet-i seniyyelerini, vaciplerini terk etme, ihmal etme durumları ve hatta cezayı gerektiren hallere düşmektedirler. Mesela, Müzdelife’de çok kalabalık oluyor, konaklamak mümkün olmuyor düşüncesiyle vacip olan Müzdelife vakfesi yapılmadan Mina’ya geçiniyor. D.İ.B’nın organizasyonu neticesinde oluşan bu hatalardan hacılar mes’ul müdür? Ne yapmaları gerekiyor?

M. Emin ER: Binlerce lira para vererek güzel bir hac yapmak isteyen hacı adaylarının maalesef ne kendileri ne de oraya giden din görevlilerinin çoğu haccın nasıl yapılacağının hakkıyla bilmiyorlar. Bir de orada ki aşırı kalabalık ve izdiham, bilinen rükunları yerine getirmeyi zorlaştırıyor. Haccın, adabına uygun bir şekilde yapılabilmesi için hacca çok gitmek yeterli olmadığı gibi ilmin çok olması da bunun için kafi değildir. Hem ilim hem tecrübe lazım. Biz kendi hayatımızda da tecrübe ile gördük ki insan hacca 4-5 defa gitmiş bile olsa, her gidişinde bir önceki gidişindeki eksik yaptığı yerleri anlıyor ve düzeltiyor. Haccın çok hassas meseleleri, ince noktaları vardır. Mesela şöyle yanlış bir uygulama var: Arefe’den bir gün önce Arafat’a gidiliyor. Hac konusunda bilgisi olmayan bazı kimseler o günü Arefe zannediyorlar. Geziyorlar, dolaşıyorlar, -ertesi gün öğleden sonra arefe zamanı olduğu halde- asıl arefe günü ise, arabalarının yanında dualarını yapıp, zaten dün Arafat’a çıktık, vakfeyi yaptık diye akşam geri dönüyorlar. Halbuki arefe günü öğleden sonra başlamak suretiyle bayram günü şafak vurmadan önce bir kimsenin Arafat’ta olması şarttır. Uykuda da olsa, baygında olsa bu vaziyette oradan geçmesi bile hacı olması için yeterli olur. Arefe günü öğleden sonra arabalarının Arafat toprağına girmesi, hacıların Arafat’ta bulunmaları haccın rüknüdür, farzdır. Eğer bu farz yerine getirilmezse hac olmaz.

Hac esnasında çoğu kez bilen insanlar bile en yakınlarına söz geçiremiyor. Bir yanlışlığı düzeltmek istediğinde hemen, yanlış tatbik eden kimseleri delil göstererek hatalarını kabul etmekten kaçıyorlar ve o gördükleri yanlış tatbikata devam ediyorlar. Hele bir de daha önce birkaç defa gelmiş bir hacı onların önüne düşüp de “ben daha önce şöyle yapmıştım biliyorum böyle olacak” diye yol göstermeye kalkışıyor ki bazen, bu daha kötü oluyor. Bir kişi başına sarık sarsa cahil halk hemen onun peşine düşüyor. Bu yaptığınız yanlış diye düzeltsen bize o “hoca söyledi bunu” diyerek yanlış tatbikata devam ediyorlar.

Müzdelife’de “durmak” (vakfe) vaciptir. Bunu da güneş doğmadan önce olması lazımdır. Bazısı orda durmadan doğrudan doğruya geçer. Bazısı da erkenden gider orada yatar, erken gidelim diye şafaktan önce gider ki bu durumda vacip yerine gelmiyor, kurban kemesi gerekir.

Hac yaparken daha önceden tecrübesi hiç olmayan veya tecrübeli olmakla beraber haccın adabını unutmuş olanlar, oradaki değişik mezhep sahibi, değişik niyetli kimselerin yaptıklarına kapılıveriyorlar. İlk defa gidenler için tabi heyecan da söz konusu oluyor. Bir de haccın çeşitleri, mezheplerin farklılığı ve niyetlerin farklılığı var. Çok dikkatli olmayan kimselerin başkalarını taklit etmeleri sonucu yanlış amel yapmalarına sebep olabiliyor. Daha önce bilen kimselerle, alimlerce hac etmiş olan nice bilgisiz kişiler orada ilmi olup da tecrübesi bulunmayanların yanlışlarını düzeltebiliyor.

 

İSLAM: Şu halde Müzdelife’de durmadan geçmek Hanefi mezhebine göre kurbanı gerektiriyor diyorsunuz…

            Bir de Müzdelife’de vakfe yapmadan Mina’ya geçmek kimlere mahsustur, izah eder misiniz?

M. Emin ER: Hasta, çok ihtiyar ve bir yerde görevli olanlar gibi özür sahiplerinden bu mükellefiyet kaldırılmıştır. Bunun dışında çok kalabalık ve zahmetli oluşu bahane edilemez, bu bir özür sayılamaz. Zaruret değildir.

 

İSLAM: Remy-i cimar (taşları atmak) haccın belli ibadetleridir ve vaciptir. ayrıca günleri ve vakitleri tayin edilmiştir. Tayin edilen bu vakitten önce taş atmak caiz midir? –Şimdiki uygulamada böyle hareket ediliyor- Caiz değilse böyle hareket edenlere ne gerekir?

M. Emin ER: Bayram günü haram yerlerden yalnız Cemretü’l-Akabe’de yedi defa taş atılır. Bu taşları kendi isteğiyle ve cemrenin içine düşecek şekilde atılması lazımdır. Bunun vakti şafaktan başlar ve teşrik günleri devam eder. İkinci gün ve bayramdan sonra da teşrik günleri denilen günlerde atılabilir. Hıf mescidi denilen Mina’daki camiden öğleden sonra çıkınca, camiye en yakın olan cemreye ‘Bismillahi Allah-u Ekber’ diyerek yedi taş atar. Dua okunur, ikinciye geçer ve tekrar yedi defa taş atar, Allah’a hamd eder. Üçüncüye geçer Cemretü’l-Akabe’ye de atar, böylece 21 taş atmış olur. Ertesi gün aynı şekilde öğleden sonra Mescit-i Hıf’tan başlayarak Cemretü’l-Akabe’de son verir. 21 tane de o gün atar, 7 tane de bayram günü atar, toplam 49 taş yapar. Bu taşları attıktan sonra hacıların oradan gidişine izin verilmiştir. zira vacip tamamlanmış olmaktadır. Bir gece orada yatarda ertesi gün üç taş daha atarsa bu daha sevaptır.

Ertesi günde kalanlar 21 taş daha zeval vaktinden sonra atarlarsa, en sevaplısı bu olur. Ebu Hanife, son iki gün öğleden önce atılmasına cevaz vermiştir. Bayramın birinci ve ikinci günü için böyle bir ruhsat yoktur. Bu iki günde öğleden önce atılırsa kurban gerekir, kurban kesilmemesi halinde günahkar olur.

 

İSLAM: Efendim, bizzat kendi isteğiyle ve cemrenin, reym halkasının içine düşecek şekilde atılması lazım dediniz. Bizim halkımızda şöyle bir inanç var: “ ben tam o dikili taşa vurdum, öyle bir taşladım ki şeytanı, dikili beyaz taşı” diye…

M .Emin ER: Şafiilere göre sadece dikili taşa vurmak yeterli değildir. etrafındaki asıl cemre mahalline atması gerekir. Eğer beyaz taşa attığı küçük taşlar sıçrayıp da dışarıya düşerse bu atışın caiz olmadığı hakkında bütün mezheplerin ittifakı vardır.

 

İSLAM: Taş atma hususunda kadınlarla erkekler aynı hükümlere tabiidirler. Şimdi görevlilerden herhangi biri kalkıp “ bunlar kadın olduğu için vekalet vererek taş attırabilirler, bu caizdir” diye bilir mi?

M. Emin ER: Fıkh-i hükümlerin kaynağı Kur’an ve hadistir. Bunlarla ilgili hükümler akla göre ortaya konmaz. Cemre’ye taş atılması hususunda erkeklerle kadınlar arasında fark gösterilmemiştir. Yalnız kadınların erkeklerle ihtilat durumu düşünülerek gece tenha zamanlarda atmaları daha iyidir denilmiştir. Kadınların oraya hiç gelmemeleri hususunda bir ruhsat yoktur. Yalnız, çok ihtiyar ve hasta olup da tehlike söz konusu olanların yerine vekaletten başkası taşları atabilir. Bu hasta ve çok ihtiyar durumdaki kişi taşları kendisinin atabileceği tenha bir vakti kollayıp, bizzat kendisinin atması en uygun olanıdır. Şafii mezhebinde açıkça bildirilmiştir ki; bir kimse önce kendisinin 21 taşını tamamlamalı sonra da müvekkili olduğu kişi için tekrar taş atma sırasına girmelidir. Böyle yapılmayıp da aynı girişte hem kendisinin hem de müvekkilinin yerine atması caiz değildir, kendisinin ki caiz olsa bile vekalet veren kimsenin ki caiz olmaz. Hanefi mezhebinde durum, Şafii mezhebindeki gibi değildir. Hanefilere göre böyle yapılması caizdir. fakat ihtilaflı konulardan kaçmak müstehaptır. Ben yaparım diyerek başkasının yerine vekil olmak hususunda hevesli olmamak lazımdır. Bu iş mes’uliyettir. Mes’uliyet den korkmak gerekir. Hac, bir kulluk vazifesidir. Efendilik yapmak için gidilmez hacca. Kadındır deyip de başkalarına verip rahatını düşünmek kulluk göreviyle bağdaşmaz. Asıl olan kulluk vazifesidir.

 

İSLAM: Efendim, bir kimsenin cemreye attığı taş içeri düşmez, yanına veya uzağa düşerse ne lazım gelir? Kalabalık sebebiyle uzaktan da atabilirsiniz diyenler oluyor. “Bismillahi Allah-u Ekber” diyor atıyor, fakat taş halkanın uzağına düşüyor…

M. Emin ER: Böyle yapılması halinde fidye gerekir. Çoğunu bu şekilde yapmışsa dem (kurban) lazım gelir. Uzaktan atıp da taşı halkanın dışına düşüren kişi, bunları iade etmeli yani tekrar atmalı, bu mümkün olmadı ise kaza etmelidir.

 

İSLAM: Atacak taşı kalmayan hacı adayları uzağa gidip taş toplayamıyorlar, hemen cemrenin etrafındaki taşları toplayıp atıyorlar. Arkadan gelen veya halkanın içerisine düşmeyen taşları yerde görüp hemen alıyor ve atıyorlar. Bu konuda ne dersiniz?

M. Emin ER: Taşların yetmemesi halinde, yanındaki birisinden rica etmeli. Hiç kimsenin vermemesi halinde, tekrar ihrama girip taş atmaktan korkuyorsa o yerdeki taşları alıp atmakla beraber vacip yerine gelmiş olur. Ancak böyle yapmak kerahatle caizdir.

 

İSLAM: Efendim, üç ayrı günde atılması gereken cemrelerin teşrik günlerinde, bir günde atılması caiz midir? Cemrelerin vakitleri ne zaman başlar ne zamana kadar devam eder? Gündüzleri çok kalabalık olduğundan geceleri atmak caiz olur mu?

M. Emin ER: Cemrelerin vakti her üç günün zeval vaktinden (öğleden) itibaren ertesi gün şafak vurmadan önceye kadardır. Özürsüz olarak geceye bırakmak, maslahat icabı değilse, mekruh olur.

 

İSLAM: Hepsinin bir günde atılması caiz midir?

M. Emin ER: Caiz değildir. Sadece bir gün için geçerlidir o atılan taşlar. Bu durumda diğer iki gün için kaza yapılmalıdır. Eğer kaza yapılmamışsa kurban kesmek ve tövbe etmek gerekir.

 

İSLAM: Mina’da üç gün veya iki gün konaklamayı acil bir iş için, terk eden kişi her bir gün için bir kurban mı kesecektir? Yoksa hepsine birden bir kurban yeterli midir?

M. Emin ER: Gece Mina’da yatmak sünnettir. Bunu terk edilmesi ise mekruhtur. Kurban gerekmez. Şafiilere göre vacip olduğu için, gece Mina’da yatmayan kimse günahkar olur ve kurban kesmesi de gerekir. Bir cemreyi terk etmek için bir kurban gerektiği gibi, birden fazla cemrelerin terki halinde de hepsinin yerine bir kurban yeterli olur. Kişinin zenginliğine güvenip, “ben Mekke’de yatarım, kurban keserim, Mina’da o kalabalığın sıkıntısını çekemem” dememesi lazımdır.

 

İSLAM: Bazıları Mina’da sadece Zilhicce’nin 11. gecesi kalıyorlar. 12. günün cemresini de 11. gün atıyorlar ve kendilerini Mina’da iki gün kaldık sayıyorlar. Çünkü bayram gününü de teşrik günlerinde sayıyorlar: “Bayram günü ve ertesi gün biz cemrelerimizi atıp iki güne tamamladık” demek suretiyle; “Kim aceleye getirip de cemrelerini iki günde tamamlarsa ona günah yoktur” ayetine de uyduklarını zannediyorlar… Böylece Mina’da 12. gün konaklamayı terk ediyorlar. Bunun fıkhi sorumluluğu nedir?

M. Emin ER: Bayramdan sonra iki günün tamamlanması vaciptir. Burada vacip terk edildiğinden kurban lazım gelir.

 

İSLAM: Ülkemiz hacılarında genellikle görülen bir uygulama var. Hac-ı Temettu ve hac-ı Kıran yapmak isteyenlere, israf oluyor düşüncesiyle kurban kestirmemek için hac-ı ifradı tavsiye ediyorlar. Hacılarımız haccın çeşitlerini ve neler gerektirdiğini bilmediğinden kendilerine ne öğretiliyorsa onu yapıyorlar. Oysa ki hac-ı ifrada girdiklerinde daha çok problemlerle karşılaşıyorlar…

M. Emin ER: Haccın böyle üç kısma ayrılmasının sebebi Peygamberimiz s.a.s.’in haccının nasıl olduğu konusunda ihtilaf edilmesindendir. Bazıları “Hz. peygamber s.a.s. ihramdan çıkmamıştır, onun haccı hac-ı kırandır.” demişler. Bazıları “eğer… hediye göndermeseydi ben ihramdan çıkacaktım” mealindeki hadis-i şerife dayanarak hac-ı temutte daha faziletlidir demişler: bazısı da peygamberimiz s.a.s.’in haccının hac-ı ifrad olduğu kanaatine varıyor.

Bu üç çeşit hacdan herhangi birisini yapmakla hacı olunur. İhtilaflar, hangisinin daha faziletli, daha çok sevaplı olduğu hakkındadır. Ebu Hanife r.aleyhe göre hacda umre yapmak demek olan hac-ı kıran daha faziletlidir. İmam Şafii’ye göre yalnız hac yapıp sonra umre yapmak olan hac-ı ifrad efdaldir. İmam Hanbel’e göre ise, önce umre sonra hac şeklinde olan hac-ı temettu daha faziletlidir. Bu hac çeşitlerinden herhangi birisine göre haccını yapmak dört mezhebe göre de caizdir.

 

İSLAM: Bunlar haccın kısımları ve yapılış şekilleri… Hacı adaylarımızdan bazısı hac-ı kırana bazısı hac-ı temettu’ya niyet etmek istiyor. Hac-ı ifrad’a niyet ettirlirse…

M. Emin ER: Burada maslahata bakılır. Bazen bayrama 10-15 gün kalarak gidiliyor. Bu durumda hac-ı temuttu’ya niyet etmesi bazı meşakkatlerden uzak olunması bakımından uygun olur. Mekke’de kalır, tavaf eder, sa’y eder, tekrar tavaf eder. böylece bu erken vakitte bol bol ibadet etmiş olur. Hanefi mezhebinden olan bir kimse için hac-ı kıran efdaldir. Bu kimse “param yoktur kurban almaya” derse hac-ı ifrada niyet edebilir. İmam Şafii’ye göre ise hac-ı ifrad efdaldir. Bir tarafda kendi mezhebine göre efdal olan bir şeyi terk ederken diğer tarafta başka mezhebe göre efdal olan bir ibadeti yapmış oluyor.

Hülasa her hac çeşidinin kendine göre efdaliyetleri vardır. Önemli olan hacı adayının hangi hacca niyet ettiyse, onun erkanlarına göre hacı olabilmesidir.

 

İSLAM: Hac-ı ifrada niyet edenler, hac-ı temettu vaya hac-ı kırana niyet etmek istiyordu. Hepsinin kendine has özellikleri var dediniz. Hac-ı ifrada niyet edenler herhangi bir problemle karşılaşabilirler mi?

M. Emin ER: Hepsi de dört mezhebe göre caizdir. Burada maslahat göz önünde tutulur. Muhtelif olmaları, meşakkatin bulunması, kurbanlık hayvan bulunmaması gibi hususlardır.

Fakat hac-ı ifrad da olsa kurban kesmek gerekir. Vacip değildir ama müstehabdır. Peygamberimiz s.a.s.’in bu husus da hadisleri vardır: “haccın efdali kan dökülenidir.” Kurban bulmak zor oluyorsa, pahalı ise, etlerde telef oluyor, yenmiyor ise, hac-ı ifrad’a niyetlenilebilir. İslam’da ruhsat vardır. Sevaptan mahrum kalmaz.

 

İSLAM: Hac farizasını ifaya gücü yeten bir kadın yanında mahremi olmadan hacca gidebilir mi? Farz olan haccın ifası ile nafile bir haccın ifası arasında fark var mıdır?

M. Emin ER: Kadınlar üzerine haccın farz olması için mahrem şart kılınmıştır. Kocası veya kendisine ebedi olarak nikah caiz olmayan erkek bir mahreminin bulunması gerekir. Böyle biri yoksa hacca gidemez.

Yine bir kadın hacca gitmeye muktedir olsa da yanında gideceği mahremi de kendi masraflarının karşılanması şartıyla gitmek istese, gidecek kadının da kendi hac masraflarından hariç onun masraflarını karşılayacak para veya malı yoksa yine hac o kadının üzerine farz değildir.

Kadının yanında mahreminin bulunması vucub şartlarından mı, sıhhat şartlarından mı olduğu hususunda ihtilaf vardır. Vacip şartlardan olduğunu kabul edenler, kadının mahremsiz hacca gittiğinde haccının kabul olmadığını söylerler. Sıhhat şartlarından olduğunu söyleyenler ise kadının mahremsiz yaptığı haccın kabul olduğunu söylemişlerdir.

Hülasa, kuvvetli görüşe göre mahremi olmayan bir kadının hacca gitmemesi gerekir.

Kadının bizzat kendisinin hacca gitmesi şartı olmadığından yerine başkasını gönderebilir. Bilahare kendisi bir mahrem bulur ve ikisinin de hacca gitmeye güçleri olursa- bir dul kadının evlenmesi, veya kızını evlendirip damadının olması gibi- o zaman hacca gider. Bu yaptığı hac farz, daha önce yerine birisini göndererek yaptığı hac ise nafile olur. Eğer böyle bir mahreme sahip olmadan ölürse haccını yapmış olur.

Takva olan da budur. Mahremi olmadığı zaman yerine alim, hac erkanını iyi bilen birisini göndermesidir. Bazı kadınlar heyecana, hevese kapılıyorlar, erkeklerle birlikte hacca gidiyorlar yanında mahremi olmadan. Bunlar günahkar oluyorlar. Sadece İmam Şafii mahremsiz bir kadının güvenilir kadınlar grubuyla hacca gitmesine izin vermiştir.

Farz ile nafile hac arasındaki fark ise, mahremi bulunmayan bir kadının güvenilir kadın grubuyla hacca gidebilmesi, nafile bir hac için ise gidememesidir. erkanlarda, şartlarda herhangi bir fark yoktur.

 

İSLAM: Hocam, hac farizasını ifa etmemiş bir kimse başkasının yerine vekil olarak hacca gidebilir mi? Gidebilirse hangi şartlarda şartlar da gidebilir?

M. Emin ER: Hanefi mezhebinde kerahatle caizdir. Şafii mezhebinde ise, kesinlikle caiz değildir.

 

İSLAM: Bir kimse hacca muktedir olduğu halde hacca gitmiyor. Türkiye’de böyle kimseler çok var. Zekat şuurunun yerleşmediği gibi hac şuuru da henüz yerleşmemiş. Zaman geliyor, ölüm yatağına düşüyor, haccın önemini anlıyor: “eyvah hac farizasını yerine getirmeden öleceğim” diyerek çocuklarına kendisinin yerine hac yapmalarını veya birisini vekil göndermelerini vasiyet ediyor. Böyle kimseler bu vasiyetleriyle hac borcundan kurtulmuş oluyorlar mı?

M. Emin ER: Hac farizası fevridir. Farz olduğu sene gidilmesi gerekir. Hanefi mezhebinde o sene hac yapması üzerine farz iken, terk ederse günahkar olmuş olur. Tövbe edip hemen hacca gitmelidir. Mani varsa gitmeyebilir.

Şafii mezhebinde de böyle bir kimse günahkar olur, fasık olur.

 

İSLAM: Hacda fazlasıyla yaşanan problemlerden biri de şu efendim: hac-ı temettu veya hac-ı kıran’a niyet edenlerin kurban kesmeleri vaciptir. Ancak bu kurbanlar topluca kesildiğinden dolayı bir kısım hüccacın kurbanı, onlar ihramdan çıktıktan sonra kesiliyor. İhramdan çıktıktan sonra kesilen kurbanla vacip ihmal edilmiş oluyor. Hacılarımız her ne kadar kurban kesen kişilere: “ben ihramdan biraz sonra çıkacağım kurbanımı hemen kesin” diye tembih de etseler, kurban çokluğundan dolayı aksamalar oluyor. Bu durumun hac hukukundaki yeri nedir?

M. Emin ER: Hacda tertip vardır. Hac-ı temettu, hac-ı kıran yapanlara da kurban kesmek vaciptir. Tertip, bayram günü önce Cemretü’l-Akabe’ye yedi tane taş atılır. Arkasından kurban kesilir.. sonra baş tıraş edilir, daha sonra ise Mekke-i Mükerreme’ye gidilip Tavaf-ı Rukün yerine getirilir. Bunları takdim-tehir yaptığı zaman vacibi terk ettiğinden dolayı kurban kesmesi gerekir. Bu duruma düşmemek için kurbanını kendisi kesmesi, kendisi kesemiyorsa bir vekil bulup ona kestirmesi, kendisinin de başında bulunması gerekir. Kurban kestikten sonra başını tıraş etmelidir. sonra da tavaf yapar.

Kurban kesildiğini zannederek hem tıraş oluyor hem de ihramdan çıkmış oluyor. Bu iki durumda da vacip terk edildiğinden iki kurban vacip oluyor. Şimdiki uygulamalar arka arkaya bu hataların olmasına vesile oluyor.

Bir vacibi bitirmeden diğerine geçmek caiz olmadığından kurbanın kesildiğinin haberini beklemesi gerekir. Bazıları da başını tıraş etmeden tavaf ediyor. Bu durumda da tertibe uymadığı için kurban kesmesi üzerine vaciptir.

 

İSLAM: Efendim, Kabe’yi tavaf etmek bir ibadettir ve yılın her gün ve her saatinde tavaf edilebilir. Safa-Merve arasında sa’y etmek de böyle midir?

M. Emin ER: Safa-Merve arasında sa’y etmek böyle değildir. Sa’y hac ve umre için yapılır. Diğer zamanlarda yapılması sünnet değil, bid’attır.

 

İSLAM: Gelelim en önemli sorumuza: Yıllardan beri –ümmet içinde bir yaradır- Türkiye ile S.Arabistan takvimleri ihtilaflı olmaktadır. Oruçta olduğu gibi hacda da ru’yet-i hilal (vakfe için) şart olduğundan, oruç ve hac ibadetlerinin hilal takvimine ve gereklerine uygun olması gerekir ki, aksi halde ibadetlerde sıhhatsizlik meydana gelir. Mesela, bu sene Türkiye S.Arabistan’dan iki gün sonra bayram yaptı. Bu demektir ki haccın farzlarından biri olan Arafat’ta vakfe Suud’a göre Zilhiccenin 9. günü yapıldığında, Türkiye’ye göre Zilhiccenin 7. günü yapılmış olmaktadır. Eğer Suud doğruysa 35 bin Türk hacısının vakfesi ne olacaktır? Yok eğer Türkiye’nin takvimi ve hilal tespiti doğruysa diğer ülke hacılarıyla birlikte Suud hacılarının Zilhiccenin 9.günü yerine 7.günü vakfe yapmış olmaları söz konusu ki, bir farz tayin edilen zamanda gerçekleşmediğinden, yani vakit şartı oluşmadığından dolayı çok büyük ve ciddi problemler akla gelmektedir. Bu konuda ne dersiniz?

M. Emin ER: Bir kişinin, söylemiş olduğunuz gibi haccının “sahih” olması yani “HACI” olması için Zilhicce ayının 9.gününe rastlayan “arefe” gününün “zeval” vaktinden kurban bayramının birinci gününün şafak vaktine kadar ki, süre içinde “Arafat Dağı” nda bir müddet “vakfe” de bulunması, yani orada durması gerekir.

Gelelim Zilhiccenin 9.gününün tespiti meselesine: Zilhicce hilalini görmekle veya Zilkade hilalini görüp sayarak 30 güne tamamlamakla Zilhiccenin ilk günü tespit edilir. Ondan sonra da 9.günün tespit edilmesi kabil olur. Böylece tespit edilen 9.günde yapılan “vakfe” ile bu farz tamamlanır. Diğer memleketlerin takvimine göre önce veya sonra yapılmış olmasının hiçbir tesiri ve önemi olmaz . Çünkü şer’an gerekli olan tespit yapılmıştır. Ama başka bir yerde hilal görülse ve o hesaba göre “vakfe” yapılan gün 9. değil de 10. gün olarak tezahür etse o zaman bu zararlıdır.

 

İSLAM: Biraz daha genişleterek “Zaralı” olma sebebini izah eder misiniz?

M. Emin ER: Eğer Arabistan haricinde bir beldede Zilhicce hilali Arabistan’dan bir gün önce görülse –ki bu mümkündür- ve o hesaba göre hacılar Zilhiccenin 9.günü zannederek 10.günde “vakfe” yapmış olsalar, hacları sahih değildir. Yani Arabistan takvimine göre 9.gün oluyor ama aslında 10.gündür. işte o zaman hacıların haccı sıhhatli olmaz. Ama hilali gördük diyenlerin hilalin görülmesini bir şer’i delille ispatlamaları gereklidir. Yalnız burada şöyle bir durum daha vardır. Velev ki şer’i bir delille başka bir yerde hilalin görüldüğü tespit edilse ve Arabistan’a bu hükme uymadığından sorulsa da Arabistan: “efendim, biz İmam Şafii’yi taklit ettik. Yani ihtilaf-ı metali’a (herhangi bir beldede hilalin görüldüğü anda sadece o beldenin hilale uymasının gerekli olduğuna) itibar ettik, uyduk” deseler, o zaman da haklıdırlar ve hacıların haccı sahihtir.

Bir kişide arefeden sonra dese ki: “ay, yani hilal, arefeden bir gün önce görülmüştür.” Onun bu sözü reddedilir. Çünkü bu şehadet, bütün Müslümanların ibadetini iptale yöneliktir. Halbuki mesele bitmiştir. O son kişi tekzip edilir. Ama şer’i bir delille arefeden önceki bir günde böyle bir itiraz olursa, mesela diğer memleketlerde hilalin görüldüğü şer’i bir delille ispat edilirse, onların açıkladıkları 9.günde “vakfe” yapılır ve Arabistan’ın “efendim gördüğümüze veya bize göre bugün 9.gündür” demesi geçersiz olur. Madem ki diğer memleketler hilali onlardan bir gün daha evvel görmüşlerdir, öyleyse onların hilale göre 10.günde “vakfe” yaptırmaya hak ve selahiyetleri yoktur.

 

İSLAM: Efendim şöyle bir çözüm getirebilir miyiz? Zilhiccenin 7.günü ayın yarım, 14.günü de bedr-i kamil (dolunay:bütün, tam bir tepsi gibi) olması gerekiyor. 7. ve 14.günü gözetlense ve ona göre bir tespitte bulunulsa…

M. Emin ER: Kat’i surette delil olmaz. Hatta ayın yüksekte olması ince değil de kalın olması gibi şeylere bile itibar edilmez. Asr-ı Saadet’te şöyle bir hadise olmuştu: Sahabe-i Kiram hilali gördüler; bazısı “iki geceliktir” bazısı “üç geceliktir” şeklinde görüş belirttiler de Peygamber s.a.s.: “zatü leyletin” (bir geceliktir) buyurdu. Madem daha evvel görülmemiştir, ne kadar yüksekte olursa olsun ve ne kadar kalın veya ince olursa olsun, ona itibar edilemez. Bir gecelik kabul olunur. İslamiyet bu tür şekke, şüpheye hiç ehemmiyet vermez. Başka yerde gördüler mi? Hayır! Ama efendim ay yüksektedir, şöyle kalındır… falan kabul edilemez.

 

İSLAM: Allah razı olsun, teşekkür ederiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir