Seyda Mehmet Emin Er Hocamı çocukluk yıllarımda babamın sayesinde tanıdım. İlkokul yıllarıydı. Babam onun imamlık yaptığı yakın bir köyde (Kefercebel/Altındağ) imamdı. Babacığım yanına çok sık gider, bazen yanında beni de götürürdü. Köy yakın olduğu için yürüyerek giderdik. Ziyaretine ilk gittiğimde gözümü ve gönlümü dolduran şahsiyetine, ilmine, vakarına hayran olmuştum.
Genişçe misafir odasının yerden tavana kadar kitapla dolu olması bende bir alimin nasıl olması gerektiği sorusuna cevap olmuştu. Kitabı, ilmi, okumayı, özellikle dini ilimlerde tahsil yapmayı ilk onun lisan-ı halinden tahsil ermiştim.
Çok halim selimdi, kısık sesle, tane tane konuşur. Saatlerce konuşsa dinlemeye doyamazdınız. Sakalı, sarığı, cübbesi, saygın duruşu üzerimde öyle bir etki yapmıştı ki onu bir sahabe gibi hissediyordum.
O yıllarda hiç gözümün önünden gitmeyen bir hali de şuydu: Kendisine soru soranlara cevap vermek için hiç üşenmez, hemen ayağa kalkar, kütüphanesinden konuyla alakalı kitabı alır, oradan okuyarak fetva verirdi.
O zamanlar Nezir Hocamın ve Adalet Bakanımızın babası Molla Cemil Hocam da yanında ders okuyan talebelerinden birisiydi. Dört beş talebesi vardı, onları yetiştirir, icazet verir, evlendirir, işe koyar, hayata hazırlardı. Molla Cemil ve merhum Molla Abdülcelil onun damatları olmuştu.
Ben Seyda’da ilmiyle amil bir alimi görmüştüm. Zühdü, takvası, istiğnası, örnek hali ve hizmetiyle o bölgenin bir güneşi gibiydi.
Hemen hemen her sene hacca giderdi. Son haccı olması lazım, Mina günlerinde şeytan taşlamış dönüyordu. Tek başınaydı, yorgun düşünmüştü, yaklaştım, elini öptüm, duasını almıştım.
Babam sıkça arar, görüşürlerdi. Babamın hem hocası, hem mürşidi, hem de sırdaşıydı.
Rabbim şefaatine layık eylesin.
Mehmet Paksu/ İrfanDunyamiz.com