Allah’ın ipi olan İslâm’a sımsıkı sarılın

Büyük alim ve manevi toplum önderlerinden Mehmet Emin Er, gazetemize konuştu

Allah’ın ipi olan İslâm’a sımsıkı sarılın

91 yaşında olmasına rağmen Umre’ye gitmeye hazırlanan M. Emin Er Hocaefendi, bugün Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtuluşun adresi olarak yeniden Allah’ın ipi olan İslâm’a sımsıkı sarılmayı gösterdi.

Röportaj: Ebubekir Gülüm

Ülkemizin manevi toplum önderlerinden Mehmet Emin Er Hocaefendi ile, son dönemde gerçekleştirilen hakaret ve saldırılar üzerine Hz. Muhammed’in (s.a.v.) özelliklerini, üstün ahlâkını ve Müslümanların örnek alması gereken yönlerini konuştuk. 91 yaşında olmasına rağmen Umre’ye gitmeye hazırlanan M. Emin Er Hocaefendi, bugün Müslümanların içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtuluşun adresini ise, yeniden Allah’ın ipi olan İslâm’a sımsıkı sarılmayı gösterdi. İşte M. Emin Er Hocaefendi’nin anlattıkları:

Ramazan El Bûti’nin babası Cizrelidir. Bûti aşiretindendir. Tahsilini Muhammed Said Şeyh Seyda’nın yanında bitirmiştir. Mucazidir. Sağlam takvalı bir kişidir. 1947 yılında Hacca kaçak olarak giderken tanıştık. O zaman, Hacca kaçak gidiliyordu. Aslen Türkiyeli olan Molla Abdulcelil isimli bir alimin tavsiyesi üzerine tanıştık. O, burada bir veli kişi vardır dedi. Velinin alameti ise, onu görünce insanın aklına Allah’ın gelmesidir diye ekledi. Biz, o zaman gidip onu ziyaret edelim dedik. Ve evine gittik. Cizre müftüsü de kendisine misafirdi. Büyük misafirperverlik gördük.

Ondan sonra Hacca ve umreye giderken yanına her zaman uğrardık.  Kendisi, sünnete uygun yaşardı. Ehli tasavvuftu ama tasavvufunu izhar etmiyordu. Eserlerinde, kendini açığa çıkarmıyordu. Babası da alim bir kişiydi, ondan ders alıyordu. Kitaplarının büyük bölümünü okudum. En son iki sene evvel hanımı vefat ettiğinde taziye için gittiğimiz Şam’da görüşme imkanımız oldu. Bu kitabın orjinali bizde de mevcuttur. Bu kitabı, çok faydalı ve yararlı bir eserdir. İnsanlara, büyük bilgi veriyor. İlmi bir eserdir. Herkesin evinde kütüphanesinde bulunması gereken güzel bir eserdir.

Hz. Muhammed’e (s.a.v.) has 5 özellik

Hz. Muhammed’i diğer peygamberlerden ayıran 5 sıfatı vardır. Bunları, bütün Müslümanların bilmesi gerekir: 1- Hatemül Enbiya’dır 2- İnsanlara, cinlere ve aleme gönderilmiştir. 3- Yaratılmışların en efdalidir.  4- Şeriatı diğer peygamberlerin şeriatlarının hükmünü kaldırmıştır. 5-İnsanın din ve dünya saadeti için, her zaman ve mekanda kafidir.

Bu sıfatların ilki, onun Hatemül Enbiya olmasıdır. Bu sıfat hiç kimsede yoktur ve olamaz da.  Ve o, Resul’dur. Bu akideye inanmayan, Müslüman sayılmaz, peygambere inanmış sayılmaz. Çünkü ayet, hadis, icma ve kıyas ile sabit olan bir hükümdür. Herkesin buna inanması gerekir. Bunun dışındaki itikatlar, küfürdür.

İkincisi, Hz. Muhammed’in (S.A.V.) insanlara, cinlere ve bütün mahlukata peygamber olarak gönderilmesidir. O, bütün aleme gönderilmiştir. Bu da, Peygamberimize has bir özelliktir. Hiçbir peygambere bu görev verilmemiştir. Diğer peygamberler bir kavme gönderildi.

Çoğu zaman bir asırda 3-4 peygamber olurdu. Mesela İbrahim Halilurrahman (a.s) ile Lut (a.s) aynı dönemde yaşadılar. Musa A.S, ile Harun (a.s) ve Şuayip (a.s) da aynı devirde yaşadılar. Her birisi bir kavme gönderiliyordu. Bazılarına bir iki kişi iman ediyordu. Bazılarına ise hiç kimse iman etmiyordu. Her kim ki, Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberdir, ama Araplara gönderilmiştir derse Müslüman sayılmaz. Hz. Muhammed devrinde Yahudiler (Evet Muhammed  peygamberdir ama Beni İsrail’e değil müşriklere gönderilmiştir) diye itiraf etmişlerdir. Ama bu itiraf, onları Müslüman yapmamıştır. O, bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

Yaradılanların en efdali

Üçüncüsü ise, Hz. Muhammed’in bütün mahlukatın efdali (Erdemli, tercih edilen) olmasıdır. Buna inanmayan Müslüman olmaz. Nuh, İsa, Musa gibi bazı peygamberlerin daha efdal olduğunu söylemek yanlıştır. O, Allahın Sevgilisidir. Onun efdal olmasına delil ise,  Kur’an-ı Kerim’de (Siz bütün milletlerin, ümmetlerin en hayırlısısınız, emri bil maruf nehyi anil münkeri dersiniz. Allah’a iman etmişsiniz) mealindeki ayeti kerimedir.  Kur’an-ı Kerim’de de belirtildiği gibi, bu ümmetin efdal olmasının sebebi, Peygamber Efendimiz sayesindedir. O mahlukatın efdali olduğundan dolayı O’nun ümmeti de ümmetlerin en efdali olmuştur.

Kıyamet gününde bu ümmet, diğer peygamberlere sahiplik yapacaktır. Bütün peygamberler bizim peygamberimizin sancağı altında haşr olacaktır. Çünkü bütün ehli iman, Adem’e, İbrahim’e, Nuh’a, İsa’ya ve Musa’ya şefaat için gittikleri zaman herkes Hz. Muhammed’e (s.a.v.) gönderecektir. Zaten cennet de, kapısını Peygamber Efendimizden başkasına açmaz. Kapı çalındığı zaman bu kapıdan Hz. Muhammed’den (s.a.v.) önce başka peygamber girmeyecek, ümmetler içinde de, önce O’nun ümmeti girecektir diyecek. Cenabı Allah, daha yeri-göğü yaratmadan evvel peygamberlerin ervahlarından (ruhlar) Hz. Muhammed’e (S.A.V.) yetiştikleri zaman O’na iman edip yardım edecekleri konusunda ahd almıştır.

Peygamber Efendimiz, bir gün Tevrat’ı Ömer’in elinde gördü. Ya Ömer o nedir, dedi. Ömer dedi ki, Tevrattır, güzel şeyler vardır içinde. Bunun üzerine Peygamberimizin yüzü tağyir oldu, hoşuna gitmedi. Bunun üzerine Ebubekir dedi ki,  Peygamberin yüzüne bakmıyor musun? O zaman Ömer elindeki Tevratı indirdi. Peygamber Efendimiz dedi ki, “Bugün Musa hayatta olsaydı bana tabi olacaktı”.

Musa (a.s) bir ümmet gördü ki, hata kastederse yazılmıyor, bir günah işlediği zaman aynı günah yazılıyor, bir sevap işlediği zaman ise bire on yazılıyor. Sonra dedi ki; Ya Rabbi, bunu benim ümmeti kıl. Cenabı Allah, o Hz. Muhammed’in ümmetidir buyurdu. Ondan sonra birçok ümmetler görüyor. Hepsi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmeti çıkıyor. Bunun üzerine beni de, Muhammed’in (S.A.V.) ümmeti eyle diyor. Cenabı Allah bu sefer, (Ya Musa, Resul olarak Tevrat’la seni gönderdim. Sen buna şükür et) diyor.

İslâm, önceki şeriatları nesh etmiştir

Dördüncüsü her Müslüman bilmelidir ki; Peygamberimizin şeriatı diğer peygamberlerin şeriatını nash etmiştir, kaldırmıştır. Bütün peygamberlerin akideleri bakımından, birdir. Adem (a.s)’dan bizim Peygamberimize kadar gelen bütün peygamberlerin akidelerinde, bir kıl kadar değişiklik yoktur.

Fakat; şeriat, ahkam, ibadet suretleri zaman zaman değişmiştir. İnsanların ömürlerine, kuvvetlerine göre değişiklik olmuştur. Daha önceki bütün ibadet ve taatlari, son din İslâm kaldırmıştır. Onlar nesh etmiştir.

Bir öğretim görevlisine rastladım. Ben İbrahim’in dinini öğrenmek istiyorum. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de kök oradadır deniyor, ben de onu arıyorum diyor. Ama, bu çok yanlıştır. Çünkü, Muhammed’in (s.a.v.) dini, İbrahim’in (a.s)dinini tamamen içine almıştır. Dolayısıyla Peygamber Efendimizin şeriatı diğerlerinin üzerine hakimdir. Bunu her Müslüman kabul etmelidir. Şek şüphe kalmamalıdır. Olursa iman zedelenir.

Bu din bütün insanlığa kafidir

Beşincisi, Hz. Muhammed’in dini kafidir. Bütün insanlara ve dünyaya saadet getirmek için, her zaman ve her mekanda  kafidir. Zaman ne zaman olursa olsun, mekan hangi mekan olursa olsun fark etmez. Bu akide olmadığından dolayı bazı kişiler, 14 asır evvelki bir nizam veya bir kanun bugün nasıl geçerli olabilir diye sorabiliyorlar. Hatta buna inanan bile çıkabiliyor. Bazı yerlerini değiştirmek veya beşeri kanunlar çıkarmak gerekiyor diyebiliyorlar. Bütün bunlar, batıl akidedir. Halbuki, Cenabı Allah bu dini kafi surette göndermiş ve tamamladım demiştir. Herhangi bir noksanlık kalmamıştır. Eğer kalsaydı, daha sonra bir Nebinin gelmesi gerekirdi. Dolayısıyla bu din, kıyamete kadar geçerlidir. Bunun için, Hz. Muhammed (s.a.v) Hatemül Enbiya oldu. Şeriatı son şeriat oldu.

Bu hükümler, kıyamete kadar kalkmayacaktır. Kalktığı zaman da, kıyamet kopacaktır. Biz İslâm ile yaşıyoruz. Kıyamete yakın zamanda,  Kur’an-ı Kerim, ehli iman, şeriat hiçbir şey kalmayacaktır. Müslümanlar kalmayınca, kıyamet ehli kafirin üzerine kopacak. Müslümanlar, bugün buna engel olmaya, ehli kafir ise kaldırmaya çabalıyor.

Kelime-i Tevhid’i tam anlamıyla kabul etmek için bunların tamamını kabul etmek gerekir. Kalan dört sıfat bütün peygamberlerde vardır. Bütün Peygamberler,  emindir, hıyanet etmemiştir, sözünde sadıktır, aklîdir ve tebliğcidir.

Allah’ın ipine sımsıkı sarılmalıyız

Müslümanım diyen bir insanın vazifeleri, önce dinini öğrenmek ve sonra onunla amel etmektir. Bir de takva elbisesi vardır. Bu da, ihlasla Allah’ın emirlerini tutmak, yasaklarından sakınmaktır. Bunun korkudan dolayı değil kulluk vazifesinden dolayı yapılmasıdır.

Bugün bazıları, dini bilmiyor. Önce dini öğrenmeli ki, sonra onu tatbik etsin. Daha Kelime-i Şahadeti bilmeyenler var. Allahü Teala hakkında vacip olan şeyler, muhal olan şeyler nedir bilmiyorlar.

İslâm nereye gidiyor? Birçokları da dini, sadece Kelime-i Şahadet getirmek zannediyor. İslâm nedir? Teslim olmak manasındadır. Neyi teslim edeceğiz? Biz onun Abd’iyiz. Abd demek köle demektir. Köle ise, satılmış demektir. Cenabı Allah hem bizi yaratmış hem de satın almıştır. Madem biz Allahın kölesiyiz, o zaman O’nun emirlerine uyup yasaklarından niçin kaçınmıyoruz? Yap dediğini yapmıyoruz, yapma dediğini yapıyoruz.

Bugün Müslümanlar dinini bilmiyor, bildiğini de tatbik etmiyor. Anlatıldığına göre, İstanbul’da bir hocaefendi; evlenecek çiftlerin nikahını kıyacak. Geline diyor ki, Kelime-i Şahadet getir. Gelin diyor ki, yeni geldim nerde olduğunu bilmiyorum. Damada dönüyor bu sefer, o da, ben de bilmiyorum diyor. Cehaletin boyutları işte böyle.

Kalplerimizi temizlemeliyiz

Demek ki, evvela ilim, sonra amel. Üçüncüsü ise ihlas. Ama biz bildiğimiz ile bile, amel etmiyoruz. İslâm, teslim olmak manasındadır. Örneğin bir evlat babasının sözünü tutmadıkça, yap dediğini yapıp yapma dediğini yapmadıkça teslim olmuş olur mu? Aynen İslâm da böyledir. Teslim olmak emirleri tutup yasaklardan kaçmaktır.

İnsan tamamıyla sünnete ve peygambere ittiba etmek mecburiyetindedir. Cenabı Allah diyor ki, Siz cidden Allah’ı seviyorsanız, Resul’une ittiba edin. Taki Allah da, sizi sevsin. Biz Resulullah’a ittiba etmedikçe, Allahın rızasını kazanamayız. Resulullah’ın sünnetini bilmeyen nasıl ittiba etsin? Demek ki bir Müslümanda önce, ilim ve amel olması gerekiyor. Bunlardan birisi olmazsa olmuyor. Ayrıca kalbi temizlemek gerekiyor.

Cenabı Allah’ın takdirine rıza göstermiyoruz. Akidelerde çok noksanlık vardır. Küfürden bahsediyorlar ama, küfrü bilmiyorlar. İmandan bahsediyor ama imanı bilmiyor. İman nedir dersen bazısı Amentü billahi diyor. Amentü imanın erkanıdır, tarifi değildir.

Vicdansızlık haddi aşmıştır. Olur olmaz bir şekilde bize aykırı şeyleri söylüyorlar. Duvara bir çamur atıyorlar. Çamur, düşse de leke bırakıyor. Ama din aleyhinde söyledikleri, tarihe geçiyor.

Bir zaman böyle Hindistan’da olmuştu. İki taraf da, çarpıştı. Hıristiyanlık mı İslâm mı hak diye. 7 sene sonra toplandılar ve meydan savaşı oldu. Müslümanlar, onları mağlup etti. Söz verdiler, ama tutmadılar. Mağlup olunca komutanları, İslâm’ı kabul etmekten vazgeçti. Müslümanlar onlara İsa’nın Allah veya Allah’ın oğlu olmadığını ispat ettiler. Ayrıca, İncil’in değiştiğini de tespit ettiler. Hz. Muhammed’in  de peygamber olduğunu ve Kur’an-ı Kerim’in Allah kelamı olduğunu da.

Neticede, komutanları biz sizin dininize karışmayacağız, siz de bizimkine karışmayın, dedi. İncil’de bir yerde İsa Allah’tır, başka bir yerde Allah’ın oğludur, filan yerde Meryem’in oğludur, başka bir yerde ise Resul’dür deniyor. Bu Allahın kelamı değil, değişmiştir. İncil’de diyor ki, İsa’nın merkebi ve yavrusu vardı . Bazen yavruya bazen merkebe binerdi. Yani bir Allah nasıl merkebe biner? Bunları tevil etmeye çalışıyorlar. Papazlar buna cevap veremiyor.  Milleti İbrahimi var ama biz bilmiyoruz diyorlar. İyi de, siz bunu aramıyorsunuz ki. Bizde, istikamet kalmamış. Din yolundan gitmiyoruz. Eğer biz hakkıyla dinimize dönersek, Cenabı Allah’ın yardımı bize gelir. Dine tam bağlı olmadığımızdan dolayı; manevi kuvvet kesilmiştir, maddi kuvvet zaten yoktu. İşte, o zaman rezalet başlamıştır. Nur Suresi’nin 55. ayetinde, (Dininize dönerseniz biz sizi yeryüzünde hakim kılarız. Korkulara karşı emin ederiz) denilmesine rağmen ama biz ne dinimizi biliyor, ne dinimize dönüyor, ne de beğeniyoruz. İşte başımıza bu musibetler geliyor.  Cidden dinimize dönersek, Cenabı Allahtan yardım gelir, zafer kazanırız. Ama dönmezsek, bu zilleti çekeceğiz. Peygamberimiz, bunu önceden söylemiştir. Ölümden korkarsanız, zillet oradan gelir. İslâm davasında bulunan kişi İslâm’ı yaşamalıdır. Hıristiyan bir kadın gibi. Oğlu Müslüman oluyor ve vefat ediyor. Vah vah oğlum İsa sana darıldı, Muhammed seni tanımadan öldü diye feryat ediyor. Bizim ki de böyle. Manevi kuvvet darılmış, maddi kuvvet de olmayınca artık halimiz nasıl olacaksa. Ancak ne olursa olsun, Cenab-ı Allah’ın vaadi vardır. Diyor ki, ‘Bu bizim adetimizdir. Ne zaman bir kul kendini beğenir, Bizim emirlerimizi yerine getirmezse bu zilleti veririz, ne zaman dinine dönerse yardım ederiz’. Müslümanlar, ölümden korkmayıp dünyayı sevmedikleri zaman dünyaya her zaman meydan okumuşlardır.

DÜZELTME

Mehmet Emin Er Hocaefendi ile yapılan röportajda, sehven “İslâm nasih değil mensuhtur” ifadesi yer almıştır. Bu cümlenin aslı, “İslâm, mensuh değil nasihtir” şeklinde olacaktır. Düzeltir, okurlarımızdan özür dileriz.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir