ZÜ’L-CENÂHEYN ULEMANIN SON HALKALARINDAN

MUHAMMED EMİN ER HOCAEFENDİ
Mehmet-Nezir-Gül | İnsaniyet
Mehmet Nezir GÜL
Bu topraklar çok münbit, çok bereketli…
Anadolu nice insanlar yetiştirdi;
Allah yolunda cihad eden mücahidler, malını Allah yolunda infak eden zenginler, en sevdiği dünyalıklarını İslam için sunan fedakârlar, ahlak abidesi sade kullar, işinin ehli ustalar, imanının kendisini yerinde durduramadığı yiğit beyler-hanımlar, toplumu adaletle yöneten idareciler ve ilmiyle amil âlimler…
Bu coğrafyada çok yetişti onlardan, hem de asırlar boyu…
Ama araya fetret girdi. Bu fetret, Rabbimize sonsuz hamd ve senalar olsun ki kısa sürdü.
Ve yine hamdü senalar olsun ki, zulüm ve fetret dönemlerinde de İslam’ı doğru anlayan, anlatan, yaşayan âlimler yetişti.
İşte onlardan biri de Muhammed Emin Er Hocaefendi’ydi.
Hocaefendi; ilmi, takvası, zekâsı, sosyal ve siyasal duyarlılığı ve bir asrı aşan ömrüyle önemli bir iz bırakarak aramızdan ayrıldı.
Müthiş Bir Zekâ
Kendisiyle görüşenlerin ilk fark ettiği özelliklerden biri, güçlü zekâ ve hafızasıydı. Yaşadıkları ve öğrendiklerini öylesine canlı bir şekilde sıralardı ki, bu olayları yeni yaşamış gibi, mevzuyu yeni okuyup kavramış gibi zannederdiniz… Kendisinden hatıralarını dinlerken şunu düşünmeden geçemedik: Çoğumuz yakın zamanlarda yaşadığı olayları bile çok zor hatırlayabilir ve detayları çoğu zaman aynen aktaramazken, Hocaefendi farklı zamanlarda yaşadıklarını hiç karıştırmadan sunabiliyordu.
Bu apaçık ilahi bir lütuftu.
Âlim
Haza bir âlimdi, allâmeydi.
Kimsenin ilmini tartmak haddimiz değil ama sorulan sorulara verdiği cevaplar, getirdiği deliller, öylesine muknî, öylesine derin ki, şaşırmamak mümkün değildi.
Biraz geç başladığı ilim yolculuğunda yolu, Suriye’ye ve Doğu’nun pek çok medresesinden geçti. Haliyle farklı müderrislerden dersler aldı. İlmî icazetini almasından sonra kendisi de artık talebe yetiştirmeye başladı. Bulunduğu her yerde ya öğretici ya öğrenici, hem öğrenci hem de talebe oldu. Hep kitapla, her ilimle meşgul oldu. Yüz’ü aşkın yaşına rağmen, ondaki okuma, okutma ve yazma azim ve kararlılığı tüm gençlere örnek olacak nitelikteydi.
Amil
İlim de bir noktaya kadar…
Belki ondan daha önemli olan, İslami ilimlerin, fert, aile, sosyal ve devlet yapısında icra edilir, uygulanır oluşudur. Zaten bugün Müslümanların en önemli sorunlarından birisi, ilim-amel uyuşmazlığıdır. Din adına öğrenenler, kişiyi dini yaşamaya, Allah’ın emirlerine uygun bir davranış sergilemeye sevk etmiyorsa ciddi bir sorun var demektir. Bu sorun gerçekten var.
Örneğin müsteşrikler, hiç de az bilgili değillerdir. Ama onlar inanmadıkları için o bilgilerin kendilerine hiçbir katkısı olmamaktadır. Kimse onlardan dini yaşamalarını da beklememektedir zaten. Ama bildikleriyle amel etmeyen müminler, hele hele âlimler, çok büyük sorumluluk ve vebal altındadırlar.
Mehmet Emin Er Hocaefendi bu anlamda da çok örnek bir şahsiyetti.
Tasavvufi terbiyesini önce Şeyh Ahmed el-Haznevî’den aldı. Onun vefatından sonra aldığı işaret üzere, “Cizre Seydası/Şeyhi” diye bilinen Şeyh Muhammed Said Seyda el-Cezeri’den ders aldı. Onun vekili, halifesi oldu. Ve iki kanatlı: Zü’l-cenâheyn, hem dini ilimlerde hem de tasavvufi yolda icazetli bir âlim ve dini en hassas şekilde yaşayan bir insan olarak hayatını sürdürdü.
Mücahid
Âlim dediğiniz mücahid de olur ama böylesi de az bulunur. Günümüzde küresel İslam düşmanlarının, İslam Dünyasını sosyal, ekonomik, siyasal tüm kuşatma planları ve iğrenç uygulamaları karşısında âlim sorumluluğuyla tavır alan üstad sayısı maalesef azdır.
Rusların Afganistan’ı işgal etmesi üzerine başlayan cihad hareketi tüm İslam Coğrafyasında bir heyecan, ümit ve çaba oluşturdu. Zenginler yardım etti, yazarlar kamuoyu oluşturdu, gençler bedenlerini Allah yoluna sundu.
İşte bu süreçte biz kasetlerde şu marşı dinlerken, Hocaefendi yola çıkmıştı bile:
“Afgan’da olanlar yürekler dağlar,
Cihad eden değil etmeyen ağlar,
İmanın bağı bizi oraya bağlar,
Kırmak istesen de kıramazsın ki…”
Pakistan ve Afganistan’da mücahid liderlerle, merhum Burhaneddin Rabbani, Gulbeddin Hikmetyar, Sayyaf, Müceddidi’yle görüştü. Sonra da ver elini dağlar…
Yetmiş yaşını aşkın iken o koca âlim, elinde ağır silahlar, Ruslara karşı cihad ediyor, çarpışmada bizzat yer alıyor, nöbet tutuyor, namaz kıldırıyor, ilmi orada da terk etmiyor, Kuran ve Hadis dersleri veriyordu. O böyle yapmakla kişisel ve ilmî sorumluluğun gereğini yerine getiriyor, gençlere örnek oluyor, mücahidlere moral veriyordu.
Dai
Muhammed Emin Er, öğrendiklerini paylaşmaya çok önceden başlamış, daha sonra kendi medresesini kurmuş, Gaziantep ve Ankara’da uzun yıllar ilmî çalışmalarını sürdürmüştü.
Onun bu çerçevede bilinmesi gereken büyük bir özelliği de tebliğ amaçlı yapmış olduğu seyahatlerdir. Damadının daveti ve Erbakan Hoca’nın da delaletiyle Danimarka’da başlayan bu yolculuk, 1985’den itibaren tüm Avrupa’da devam etti. Gittiği yerlerde cami, cemaat, tarikat ayırımı yapmadan her yerde Allah’ın dinini anlattı. Tebliğ faaliyetlerini sürdürdü.
Daha sonra Amerika seferleri başladı. Orada da ders halkaları, uluslar arası seminerler yıllar boyu devam etti.
Kuzey Afrika, Orta Doğu, Güney Asya’da sayısız ziyaretler yaptı, tebliğ çalışmalarında bulundu.
O; bu yolculuklarında pek çok Müslüman ve âlimle görüştü, fikir alışverişinde bulundu.
Muttaki
Kırk yıldır tanıdığımız bir şahsiyet olarak Mehmet Emin Er Hocaefendi, İslam’ı en hassas bir anlayışla yaşıyordu. Gece ne kadar geç yatarsa yatsın, üçten sonra uyanır, sabah namazına kadar tesbih, zikir ve tehlillerini yapar, namazlarını kılar, namazdan sonra da işrak vaktinin geçmesini yine dua ve zikirle beklerdi.
Sünneti seniyyeye uyma konusunda çok hassastı.
Az yer, az uyur ve gerektikçe konuşurdu.
Anlatması gerektiğinde saatlerce konuşurdu. Susması gerektiğinde de hiç kelam etmezdi.
Dini yaşama, takva ve azimetle amel etme konusundaki hassasiyetini şu örnek net olarak ortaya koyar: Kendisi ibadetlerde bütün mezheplerin fetvasını dikkate alırdı. Örneğin abdest aldığı zaman farz olmadığı halde niyet de alırdı, sıraya uyardı, başın tamamını meshederdi, abdesti bozan halleri sadece Hanefi Mezhebi’ne göre değil, diğer mezheblerin ictihadına göre de dikkat ederdi. Böylece daha hassas davranır, zor ama bereketli olan yolu tercih ederdi.
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. Şüphesiz biz Allah’tan geldik, O’na aitiz ve tekrar O’na döneceğiz.
Bu fani âlemde hiç kimse kalıcı olmamış. Her canlının ölümü tadacağı gibi Hocaefendi de bu şerbeti içti.
İslam Âlemi’nin büyük âlimlerinden Seyda Muhammed Emin Er Hocaefendi 28 Haziran 2013’te Hakkın rahmetine kavuştu.
Rabbim mekânını cennet eylesin. Bizi cennette kavuştursun. Âmin.
Mehmet Nezir Gül
 Gençdoku 52. (Eylül2013 / Zilkâde 1434)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir