İBNİ ARABİ HAKKINDA

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Yazar
    Yazılar
  • #634
    İbrahim Halil ER
    Anahtar yönetici

    SORU: Seydâ, İbn Arabî’nin tasavvuf anlayışını nasıl görüyorsunuz?
    M. EMİN ER: İbn Arabî büyük velilerdendir. Kendisine hürmet edilmesi gerekir. Fakat şeriata uymayan bazı sözleri vardır… Bunların bir kısmı kitaplarına sonradan sokulmuştur. Bazıları ise İbn Arabî’nin gördüğü bazı keşif ve kerametleri olduğu gibi nakletmesidir. Bazı
    keşif ve kerametleri tevil edilmelidir. Fakat İbn Arabî onları tevil etmeden olduğu gibi nakletmiştir… O hata oradan sâdır oluyor… Gördüğü keşif ve kerametler şeriata muhalif ise söylememelidir/yazmamalıdır. Müşahede edilen keşif ve kerametler şeriat terazisine vurulmalıdır. Şeriata muvafıksa yazar ve söyler fakat muhalifse onları ifşa etmez. Kerametin kısımları vardır. Bir kısmı tevile tâbi tutulmalı; zâhirine itibar edilmemelidir.
    Merhum üstad Bediuzzaman buna bir misal getiriyor: ehl-i hâlden olan iki çoban süt sağmışlar ve kavalı da süt kabının üzerine koymuşlar. Çobanlardan biri yatıyor. Diğeri bakıyor ki arkadaşının burnuna bir sinek giriyor. Kavalın içine de sinekler girip çıkıyor.
    Geven denilen dikenli bir ot vardır… Bizim memlekette çok olur… Dikenlerini ateşin üzerinde biraz yumuşatıp öküzlere verirler. Sinek, arkadaşının burnundan çıkarken arkadaşı uyandı… “Ne güzel bir rüya gördüm” dedi. “Ne gördün?” deyince arkadaşı “sütten bir deniz gördüm. Denizin üzerinde pencereli bir köprü vardı. O deniz o köprüden geçerek bir ormana girdi. Daha sonra ormanın içinde bir mağaraya girdi. O mağarada hazine vardı.” dedi. Uyumayan çoban bu rüyayı gören çobana dedi ki: “senin gördüğün sütten deniz şu kabın içindeki süttür. Pencereli köprü, bu kavaldır. Orman dediğin o gevendir. Şimdi bakın; bu çoban bu rüyayı tevil etmeden olduğu gibi söyleseydi “ben gördüm, dünyada sütten deniz vardır. Onun üzerinde de bir köprü vardır ilh.” diyecekti. Ne kadar tuhaf bir durum… Dolayısıyla böyle durumlar tevile muhtaçtır.
    İşte İbn Arabî’nin naklettiği hususların bir kısmı, müşahedelerin olduğu gibi, tevilsiz naklidir, bazıları ise başkaları tarafından onun eserlerine dercedilmiştir. İmam Şa’rânî anlatıyor: “Hacca gittim. Dönünceye kadar benim hakkımda bir sürü bâtıl akideler uydurmuşlar. Fakat talebelerim yardımcı oldular ve o akidelerden berî olduğumu ilan edebildim.” Bakın, İmam Şa’rânî daha hayattayken ona bir takım batıllar isnat etmişler. Eskiden beri bu tür iftiraların yayılması mümkün olabiliyor. Bir müellif vefat ettikten
    sonra kitabına bir takım sözler sokuluyor. İbn Arabî, el-Futûhâtü’l-Mekkiyye’yi yazdığı zaman yağmurlu ve fırtınalı bir senede el yazması nüshayı Kâbe’nin üzerine koydu. “Eğer bu senin rızana uygun değilse, rüzgâr onu götürsün, yağan yağmurlar onu silsin” diye düşündü. Kitap o sene Beyt’in üzerinde kaldı ve kitaba hiçbir şey olmadı, o fırtınada o yağmurda
    kitaba bir zarar gelmedi ve yazısı silinmedi.
    Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, İbn Arabî’yi tenkit ediyor. Sabri Efendi, ehl-i tafavvuf değildi. Onun emsali olan Zahid el-Kevserî ise hürmet eder İbn Arabî’ye.

1 yazı görüntüleniyor (toplam 1)
  • Bu konuyu yanıtlamak için giriş yapmış olmalısınız.