Bir kimsenin seyr u sülük mertebelerini katettiğine dair bir itikad hâsıl olursa, o kişinin ahvâlinin, şeriata uygun olması şartıyla kendisine tâbi olunabilir. Lakin mezkûr ahvâli şeriata mutabık olmayan birine tâbi olmak bidattir. İhlas olmayınca amel fayda vermiyor. Elli sene ilim oku, elli kitabı ezberle, yetmiş sandık kitap topla, talebelere ders ver, binlerce talebe okut, eğer ihlas olmazsa âhirette bu amellerin hiçbir faydası görülmez. Daha da ötesi, bu ihlassız ameller insanı cehenneme de götürebilir. Yani yapılan onca amel beyhude olur, ayrıca sahibine yük olur. Allah için olmadığından ve halkı zâhiren kandırdığından dolayı uhrevî bir
faydası olmadığı gibi bir de sahibinin cehennemde azap çekmesine sebep olur. Zenginler, âlimler ve Allah yolunda şehid olan kimseler için de böyle bir tehlike mümkündür. Yani her amel mutlaka ve muhakkak ihlas üzere olmalıdır. İhlasın da üç mertebesi vardır:
Mukarrabûn’un ihlâsı, Ebrâr’ın ihlâsı ve sâlihlerin ihlâsı… En üst mertebede olan
mukarrabûn ihlasının tarifi şöyledir:
أنتعبداللهتعالىبإمتثالأوامرهتعالىونواهيهلاخوفمنشيءولا
تأمنفيشيء.
Yani bu mertebedeki amel, cennet arzusu yahut cehennem korkusu sebebiyle değildir. Sadece
Rabbu’l-Âlemîn içindir… O’na kulluk içindir. Faraza böyle bir kişiye gökten bir nida gelerek “ey insan ne ameli ediyorsun? Sen cehenneme gideceksin ve orada ebedî kalacaksın” denilse teşhir etmeyecek… “Ben cehennem korkusu sebebiyle amel etmiyorum ki! Ben abdim; O, Rabbimdir; ben vazifemi görüyorum” diyerek ibadet ve taatına devam edecektir.