Muhammed Emin ER ve ilim&amel yolculuğu-1

Anadolu toprakları çok bereketliydi.

Bu topraklar öylesine bereketliydi ki her türlü talana ve baskıya rağmen âlim yetişebiliyordu. Çünkü kökleri derindi.

Peygamberin mirasçılarıydılar onlar, bu toprakta asırlar boyu yetiştiler, ilim ve tebliğ görevini ifa ettiler.

Fakat araya fetret dönemi girmişti. Bir kesinti olmuştu. Köklerden koparılmaya çalışılmıştı. İşte bu dönemde bazı fedakar âlimler çıktılar. Her türlü sıkıntıya, baskıya ve yokluğa meydan okudular. Söndürülen ilim meşalesini aydınlatmak için selef âlimleri gibi rihle yaptılar. Köy köy, şehir şehir, ülke ülke dolaştılar. Böylece tüm dünyaya serpiştirilmiş olan parçaları birleştirdiler ve onu yeni nesil âlimlere naklettiler.

İşte bu âlimlerden birisi de Muhammed Emin Er Seyda’ydı. O, bölgede unutturulmaya çalışılan âlim ve meşayih geleneğini sürdürüp yeni kuşaklara bunu iletti.

Âlimler, ümmetin şahitleridirler. Onların rehberleridirler. Allah, ilmi âlimlerin ruhunu alarak ortadan kaldırır. Bu nedenle her âlimin yerine yüzlercesi yetişmelidir.

 

Aile Çevresi

Doğum tarihini kendisi de kesin bilmemekle beraber anlatımlarından yola çıkarak 1905 tarihinde doğduğunu düşünmekteyiz. Diyarbakır’ın Çermik ilçesinin Kiloyan köyünde doğmuştur. Onun doğduğu dönem Osmanlı’nın yıkılma sürecinin ve savaşların olduğu dönemdir. Kimse, Diyarbakırlı bir köy çocuğuna önem vermemektedir. Zaten onun da kaderi ya akranları gibi savaşlarda veya kan davasında ölmek olacaktı. Tıpkı babasının düşmanları tarafından öldürülmesi gibi.

İlim Aşkı

Onu kurtaran ise ilme duyduğu merak ve ilim aşkı olacaktır.

Küçük yaşta ilme meraklı olan bu genç, koyunları otlatırken kendi kendine okuma – yazma öğrenmişti. Düşmanlarının kendisini öldürmek için tuzaklar kurması üzerine köyünü terk eder. Adana, İstanbul ve Bursa’da çalışmaya başlar. Rüyasında Hz. Musa’yı görür. Onun uyarısı üzerine tekrar çocukluk aşkı olan ilme yönelir. Doğu ve Güneydoğu köylerini dolaşır. Nerede bir medrese ve hoca adını duysa oraya gider, bir şeyler öğrenmeye çalışır. Ama dönem, baskı ve zulmün had safhada olduğu bir dönemdir. Arapça ve hatta din yasaktır. Bu nedenle birçok yerde Tillo da dahi medreseler kapanmıştır. Sonunda Türkiye’de iyi bir eğitim alamayacağını anlayarak Suriye’ye geçmeye karar verir.

Manevi Eğitimi

Suriye sınırını kaçak yollardan geçer ve burada daha düzenli bir eğitim alır. Uzun yıllar Suriye’de kalır. İlmin yanında Şeyh Ahmet Haznevi’den de tasavvuf dersi alarak intisap eder. Suriye’deki eğitimini bitirip Türkiye’ye döner. Eski hocalarını ziyaret edip bazı dersler okur. Ardından Norşin’de Şeyh Maşuk oğlu Şeyh Masum’dan ilmi icazetini alır. Şeyh Ahmet Haznevi’nin vefatı üzerine gördüğü bir rüya sonucu Cizre’de Şeyh Seyda’ya intisap eder. Ardından onun halifesi olur.

O, sadece doğu meşayihlerinden ders almaz. Batıdaki meşayihlerle de irtibatı geliştirir. Doğudaki birçok meşayihin tanımadığı kişilerle irtibatı sağlar. Mehmet Zahit Kotku, Mahmut Efendi, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Esat Coşan gibi batıda tanınan meşayihlerle dost olur, karşılıklı teberrük icazetleri verilir. Bir anlamda fahri doktoralık olarak düşünebiliriz bunu.  Onun bu irtibatı sayesinde Doğu ve batı meşayihleri arasında bir uhuvvet oluşur, köprü olur.

Üstatla Birlikteliği ve Âlimler Arasında Köprü Olması

Bu sırada Bediuzzaman hazretlerinin mücadelesi ve kitaplarını işitmişti. Önce üstadı kitaplarından tanır. Ardından onunla görüşme arzusu duyar. Uzun mücadeleler sonucu üstatla görüşür. Üstat onu talebesi olarak kabul eder.

Üstatla yaptığı bu ziyaretin en önemli ve verimli noktası âlimlerle, doğudaki meşayihlerle ve özellikle Şeyh Seyda ile irtibat kurmalarını sağlar. Bir anlamda arada elçi olur.

Bu görüşmenin diğer önemli noktası, üstadın tasavvufa karşı olan görüşlerinin açığa çıkmasını sağlar. Daha sonraki dönemlerde üstadın tasavvufa karşı olduğu izlenimi oluşmuş, fakat bu izlenimi Seyda’nın Üstattan naklettiği tasavvufla ilgili sözleri engellemiş ve nur talebelerinin anti tasavvufi bir yönelişe kapılmasını engellemiştir.

Seyda’ya  Bediuzzaman’ın “devir tarikat devri değildir” sözünü sorulur.

O da şöyle cevap verir:  Bediuzzaman o sözü muayyen bir cemaate, mahdud bir kavme söylemiştir. Ben kendisiyle bu meseleyi konuştum. Hatta sordum; dedim ki:

Şeyh Seyda bana halifelik teklif ediyor fakat ben kendimi buna layık göremiyorum. Eğer bir mesuliyeti varsa ben bunu reddedeceğim.

Bana dedi ki: “Ehl-i tarik daha ziyade imanla alakadardırlar. Binaenaleyh, Şeyh Seydâ’nın verdiği vazifeye devam et. Ben de seni has talebelerimden kabul ettim. Şeyh Seydâ’ya hem selam hem tebrikimi ilet.”

İLİM HAYATI VE SEYDA GELENEĞİ

Seyda, dini ilimlerin zor öğrenildiği ve dini hayatın yasak olduğu bir dönemde yaşadı ve tüm bu sıkıntılarla boğuştu fakat boyun eğmedi.

Medreselerin kapatıldığı ve Arap alfabesinin yasaklandığı bir dönemde yaşadı. Bu dönemde her ne kadar İstanbul ve çevresinde bazı medreseler aktif olarak ders veriyor olsa da Doğu ve Güneydoğu’da medrese ve ilim hayatı bitmişti. Medreselerin ve ilim hayatının bitmiş olmasının tek nedeni devletin baskısı olarak da göstermek doğru değildir. Bu dönemden kısa bir süre öncesinde yaşanan birinci dünya savaşında medrese müderrisleri ve talebelerin aktif olarak katılması ve birçoğunun dönmemesi de medreseleri zayıflatmıştı. Yani ilmi hayattaki durgunluğun tek nedeni siyasi baskı değildi.

Medreseler, doğu bölgemizde özellikle Kürtler arasında saygın ve toplumsal hayatı düzenleyen bir konumu vardı. Yani medrese sosyal hayatın da merkezindeydi. Medresenin en büyük hocasına Seyda denir. Seydaların halk üzerinde büyük bir ağırlığı vardır. Fakat sistem medreseleri ortadan kaldırırken halkın üzerindeki bu etkiyi de yok etmiş, bu durum halkın cehalete bürünmesine ve bir anlamda her türlü ifsada açık hale gelmesine neden olmuştur.

Böyle bir yokluk ortamında, Kur’an’ı bile okuyabilen insan sayısının sınırlı olduğu bir dönemde Seyda ilim tahsiline çıktı. O, her ilmi arı gibi dolaşarak elde etti. Bugün birçok insan için Kur’an ve tecvidi öğrenmek son derece basit bir bilgi iken o günlerde bunu bilen insan sayısı sınırlıydı. Sırf Kur’an okumasını öğrenmek amacıyla yıllar süren seferler yaptı.

İlim talebesinin eğitiminin zorluğundan çok, ilim ortamının yetersizliği ve parasızlık en büyük düşmanıydı. Genelde köylülerin destek ve gayreti ve bazı fedakâr müderrislerin şahsi gayretiyle insanlar ilim sahibi olabiliyordu. Bu nedenle Kürt köylülerinin bölgenin ilmi geleneğinde ve ilim hayatının yaşamasında büyük katkısı olduğu gibi, köylülerin ne kadar samimi ve bilinçli olduğunu da göstermektedir. Bugün eğer bölgede medrese denilen bir olgu varsa bunda köylülerin büyük katkısı vardır ve bölgedeki ilim adamlarının bu köylülere karşı büyük bir minnet borcu vardır…

Seyda Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis, Suriye ve köylerinde yaklaşık yirmi yıl ilim tahsili için dolaştı. Bu tahsil hayatında masraflarını çoğunlukla ya kendisi çalışarak veya medresenin kıt imkânları karşıladı. Bu tahsil için yaptığı yolculukların çoğunluğunu yürüyerek gerçekleştirdi. Diyarbakır’dan Antep, Adana, İstanbul, Ankara, Bursa gibi şehirlere yürüyerek yolculuk yaptı… İlim aşkı tüm engelleri aşmasını sağlamış oldu.

Bölgede medreselerin yanında dergâh ve tekkeler de vardı ve çoğunlukla bu dergâh ve tekkelerde de ilim tahsil edilmekteydi. Yani batıdaki tasavvuf mekanlarından farklı olarak aynı zamanda buralar ilim merkezleri ve şeyhleri de aynı zamanda Seyda yani âlimdi. Seyda Muhammed Emin, bölgedeki bu manevi merkezlerden de faydalandı. Cizre, Hazne ve Norşin’den feyiz aldı. O dönemin yaygın olan anlayışı gereği tarikata intisap edip icazet aldı. O dönemdeki medreselerde yaygın olan anlayış, ilim tahsili bittikten sonra ameli icazet alınmalıydı. Yani ilim ve amel birlikte olmalıydı. Seyda’da aynı geleneği sürdürmüş oldu.

EĞİTİM ve İRŞAT ÇALIŞMALARI

Seyda, ilim tedrisatını bitirdikten sonra Diyarbakır’ın köylerinde imamlık yapmaya başladı. O dönemlerde köy imamlarının masraflarını köylüler karşılıyordu. Devlet dini hayatı kontrol altına almaya veya yok etmeye çalışıyordu. Ama köylerde kısmi bir serbestlik vardı. Bunda biraz da doğunun feodal yapısının etkisi vardı.

Seyda, Diyarbakır köylerinde hem medresesini açıp eğitim çalışmasını sürdürüyor ve hem de halkı irşad etmeye çalışıyordu. Çünkü bu dönem halkın dini hayatının büyük bir cehalet içinde olduğu dönemdir. Seyda kendisi zorluklarla elde ettiği ilmi, insanlara severek sunmaya çalışıyordu. Onun bu gayreti etrafında bir kitlenin toplanmasına ve bölgede belli bir ilmin yayılmasına neden oldu.

Diyarbakır ve köylerindeki ilmi çalışma, Şeyh Seyda’nın onu 1961 yılında Gaziantep köyüne göndermesiyle son buldu. Diyarbakır’dan Anteb’e gidişi de ilginçtir. Olayı bir rüyaya bağlar. Rüyasında Kabe’nin yıkılmış olduğunu görür. Rüyasını Şeyh Seyda’ya tabir ettirir. O da Kabe’nin yıkılması İslam’ın ortadan kalkması anlamına geldiğini söyler ve onu Gaziantep’in köylerine gönderir. “Bölgede İslami hayat yok olmak üzeredir. İnsanlar dinden çıkmak üzeredir. O bölgede ilim adamları ve medreseler yoktur. Buraya gidiniz ve kendi medresenizi kurunuz ve bölgeyi irşat ediniz” der.

Bu sözler üzerine neden ve niçini sormaz. Tüm kurulu düzenini bozar ve Gaziantep’in Nizip ilçesinin bir köyüne gelir. Köylü dinden çıkmak üzeredir ve İslam’la hiç alakaları kalmamıştır. Kimse kendisine yardım da etmez. Haftalarca ailesiyle birlikte açık alanda kalır. Sonunda bazı dostlarının gayretiyle bir yer oluşturulur. Ardından bir mescid yapılır ve ilim-irşat faaliyetleri başlar. Bölgenin çehresi değişir. Onun olduğu yere talebeler – ilim adamları gelmeye başlar orda yetişen talebeler imamı olmayan köylere imam olarak giderler ve bölgede İslami hayat canlanır.

18 yıl burada hizmet eder. Ardından amacına ulaştığını gördükten sonra Gaziantep merkeze taşınır 1979 yılında. Burada müftülük bünyesinde oluşturulan eğitim merkezinde ders vermeye başlar. Müftüde kendisinin yetiştirmiş oluğu talebesidir. O, sadece ders vermekle yetinmez. Sohbetler ve irşat halkalarıyla da mücadelesine devam eder. Fakat 12 Eylül darbesinin olması çalışmalarında beklediği sonucu almasını engeller. İnsanlar bu tür faaliyetlerden korkmaktadırlar.

1984 yılına gelindiğinde Ankara’da oluşturulan fıkıh enstitüsünde görev yapması için merhum Esat Coşan hocanın ısrarlı çağrısı olur. Çağrıyı kabul eder. Şimdi laik devletin kalbinde İslam’a hizmet edecektir. Allah, ona hizmet için yeni bir kapı açmıştır. O, davaya hizmet için bu teklifi kabul eder. Çünkü Ankara’da oluşmuş ilmi bir ortam vardır.

Burada ilahiyat fakültesi talebelerine ders verir. Ankara’da irşat faaliyetleri ve sohbetler devam eder. Bir yandan da yazı çalışmalarına hız verir. Şimdi kitap yazmaya çalışmaktadır. Çeşitli dergilerde özellikle yazı yazdığı gibi, İslam Mecmuasında yayınlanan röportajları çok ses getirir. Doğu onu tanıyordu şimdi batı da onu tanımaya başlamıştır.

İbrahim Halil ER

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir