MÜCAHİT BİR ALİM VE MÜRŞİDİN HAKKA YÜRÜYÜŞÜ
(MUHAMMED EMİN ER HOCA’NIN HASTAHANE GÜNLERİ)
Yazan: İbrahim Halil ER
Hastahane günleri Muhammed Emin ER Hocanın devleştiği günlerdi. Yüz on yaşına merdiven dayamış bir piri faninin en zor hastalıklara karşı ağzından bir kere bile bir şikayet çıkmamıştı. Her türlü müdahaleyi mütevekkil bir şekilde karşılıyordu.
Hastahane de bile tebliğ etmekten, İslam’ı anlatmaktan, ders vermekten geri durmuyordu. Sanki hasta olan o değil kendisini ziyarete gelenlerdi. Güçlükle duyulan sesiyle her gelen kişiye durumuyla ilgili dersler veriyordu. İnsanlar bu derslerde kalplerinde geçen tüm soruların cevabını aldıkları gibi, hayatlarının da sorgusunu yapıyorlardı. Başka hastaların yanına gelip de burada bir Allah dostunun kaldığını duyan ve ziyarete gelenler, çıkışta halleri ve günahlarıyla ilgili hüngür hüngür ağlıyorlardı. Onların artık hayatları değişmişti.
Acı Siren Sesleri
Sabah namazından sonra şiddetli bir acıyla kıvrandı Seyda. Kalp ilaçlarını vermemize rağmen nafile. Ağrı dinmiyordu. Evde ben ve annem vardık. Telefonum bir gün önce çalınmış, içindeki tüm numaralarım kaybolmuştu. Doktorlarını arayacağım, numaraları yoktu. Nihayet hastahaneye ulaşıp ambulans istedim. Mesafe uzaktı. Ambulans bile Ankara’nın sabah trafiğinde ancak yarım saatte gelebildi. Ben endişe ve çaresizlikle bekliyordum.
Nihayet ambulansa konulup Ankara’daki 29 Mayıs hastahanesi yoluna koyulduk. Ama yollar bir türlü bitmek bilmiyordu. Bu yolculuğumuz, babamla yapacağım son yolculuk olduğunu bilemezdim. Ha bir de tabutunu Gaziantep’e getirerek bir yolculuk yapmıştım. Hastahaneye yatırdık o gün onu. Ama buradan tabutla çıkacağını bilemezdim.
Akıllı Olalım, Ahmak Olmayalım
Hastahane de ilk müdahaleden sonra Seyda yeniden eski formuna kavuşmuş, gelen herkese bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. O, ömrünün son bir saatini yaşacaksın deseler ben o bir saati ilim ve tebliğle geçiririm diyordu. Vaktinin sınırlı olduğunu ve konuşmada güçlük çektiğini bildiğinden hoca artık en ağır konuları bile kısa ve öz anlatmaya çalışıyordu. Kendisine
-Hocam bize nasihat ediniz, diyenlere
-Zaten nasihat ediyorum, diyordu. Ardından sözünü genellikle şöyle sürdürüyordu.
-Akıllı olalım ahmak olmayalım
Bu konuşmayı çocuklara ve gençlere de tatlı ve sevecen bir şekilde yaparken, aynı konuşmayı devlet erkanına, bürokratlara ve alimlere de daha detaylı bir şekilde yapıyordu.
-Peki neydi bu sözün anlamı “akıllı olalım ahmak yani aptal olmayalım”
Yine Seyda’nın anlatımından dinleyelim. Seyda bu sözü bir hikaye ile ifade ediyordu:
-Ömer b. Abdulaziz bir gün Cuma hutbesine çıkar ve şöyle konuşur: “Allah’a inanmayan kafirdir, inan ise ahmaktır,” der ve kürsüden iner.
Kimse anlamaz bu sözü. Allah’a inanan neden ahmaktır diye. Daha sonra açıklamasını yapar. “Allah’a inanıp da gereğini yapmayan ve cehenneme gidenler ahmaktır.” Yani Allah’a inanıyor fakat onun emirlerini yerine getirmeyip cehennemi hak eden mümin ahmaktır.
Hoca efendi her gelen kişiye bu sözü klişi şeklinde söylüyordu. “Akıllı olalım ahmak olmayalım.” Böylece belki de tüm hayatı boyunca yaptığı tevhit mücadelesinin anlamını yüklüyordu bu söze. Bir diğer üzerinde vurguladığı konuşması ise “Allah bizi cennete davet ediyor, şeytan ise bizi cehenneme davet ediyor. Biz akıllı olalım, şeytanın davetine icabet etmeyelim”
Kitap
Muhammed Emin Er hazretleri hastahanedeyken bile ilmi çalışmalardan geri durmuyordu. Bütün gücüyle son eserini bitirmeye çalışıyordu. Hatta hasta haliyle üç gün üst üste hiç uyumadan (birer saatlik uyku hariç) kitabı vefat etmeden bitirmeye çalışmıştır. En büyük korkusu bu eseri bitirmeden vefat etmesiydi. Son kitabı “hac menasiki” ile ilgiliydi. Kırk defa haca giden ve yüzlerce ümre yapan birisinin belki de bizlere bırakacağı en önemli eseriydi. Hasta yatağından çıkamamasına rağmen kitabı kesinlikle abdestsiz yazmadı. Bir harf bile değiştirecekse ve abdesti yoksa mutlaka abdestini alırdı. O, sanki hayattaki son görevinin bu olduğunu düşünüyordu. Hatta bununla ilgili bir rüya gördüğü söyleniyordu. “Resulullah’ın hayatta son bir görevin kaldığı” şeklinde bir rüyasıydı. Ecel gelir ve son görevi yetiştiremem endişesiyle sabaha kadar kitapla uğraştığı olurdu.
Ameliyata girdiği gün kitabın demosu kendisine takdim edildi. Çocuklar gibi sevindi. Sanki oyuncağına kavuşmuş çocuk gibiydi. Kitabını bizlere emanet etti.
İcazet
Yıllardır emek verdiği bazı talebelerine icazet vermesi gerekiyordu. Yani onları kendi medresesinden mezun etmesi gerekiyordu. Bu talebelerini tek tek yanına çağırarak icazetlerini verip, cübbelerini giydirdi. Hatta ameliyata girmeden yarım saat önce son icazeti de hazirunlar huzurunda verip cübbesini giydirdi. Talebelerinin cübbe giyişlerini büyük bir mutluluk ve keyifle izledi. Onlara dualar etti. Ameliyata bir saat kala cübbesini giyip icazetini alan ve bir anlamda Seyda’nın hem eski talebesi ama son icazet alan talebesi, göz yaşları içerisinde cübbesini giyerken şöyle söylüyordu:
– “Bu belki de en tuhaf ama en anlamlı icazet töreni.”
O, bir hocanın öğrencilerine karşı olan sorumluluklarının neler olduğunu bu son hareketleriyle göstermiş oluyordu. Bir İslam ulemasının son demlerinde ailesiyle muhabbet etmek yerine mezun ettiği talebelerine nasihatlar verdiğinin canlı göstergesiydi. Bir müderrisin ve alimin özelliğiydi bunlar. Halbuki günümüzde öğretim üyeleri ve öğretmenlerin öğrencileriyle ilişkileri tamamen suni olduğu gibi, bu kişiler eğitimciliği bir meslek olarak görmekte ve bu işin manevi sorumluluğunu hiç düşünmemekteydiler. Ama bir İslam alimi için eğitim işi bir mesuliyet ve yaşam tarzıydı.
Bir gün telefonla acil olarak Şeyh Seyda’nın oğlu Baki Seyda’yı yayına çağırır. Hemen gelmesini söyler. Baki Seyda, bulduğu ilk arabayla hastahaneye gelir. Muhammed Emin ER ona;
-Ben babanın bana vermiş olduğu emanetini sana vermek istiyordum. Ama izin ancak bugüne çıktı. Bu nedenle seni acil çağırdım.
-Seydam! Allah razı olsun. Bizi talebeliğine kabul etmeniz bile yeterliydi.
-Hayır! İcazeti al.
Bu arada kendisine bir şeyler ikram etmek ister.
-Ben oruçluyum, diye red etmek ister Baki Seyda
-Bu nafile orucudur. Bozabilirsin. Ayrıca, baban da benim orucumu bozmuştu.
Muhammed Emin Er, ameli icazede en son verdiği kişi kendi mürşidinin oğlu olmuştur. Böylece bu aileye duyduğu vefa ve saygıyı anlatmış olduğu gibi, aslında tek aile haline geldiklerini de göstermiş olmaktadır.
Rüyalar ve Üstat
Son haftaları yoğun bir manevi takiple geçti. Bir sabah uyandı, Rüyasında Üstat Bediuzzeman ve İmam-ı Rabbani’yi gördüğünü söyledi. Biz kendisine
-Nasıl gördünüz? Size ne söylüyorlardı? Diye heyecanla sorduk.
O, zor anlaşılan kısık sesiyle bize anlattı:
– Ben göğsümde şiddetli bir ağrıya uyuyakalmıştım. Rüya gördüm. Bir türbedeyim. Zannedersem İmam-ı Rabbani’nin türbesi olacak. Orada Üstat Bediuzzeman yanıma geliyor. Başımı dizine, elini de kalbime koyup “elhik bina Molla Muhammed Emin” yani bize katıl dedi. Sanki benim bir an önce gelmemi sabırsızlıkla bekliyordu. Ben kendisini hayatta gördüğümde yüzü traşlıydı. Fakat rüyada sakalı birkaç günlüktü. Bu arada göğsümdeki ağrı da gitmişti. Kendisi bana uzun bir kaside okudu. Fakat ben ancak elhik bina sözünü hatırlayabildim.
İmam-ı Rabbani’nin Mektubu
-Peki İmam-ı Rabanni size ne söyledi?
-İmam-ı Rabbani bana mektubatındaki 166. Mektubu işaret etti. Bu mektup, İmam-ı Rabbani’nin Molla Muhammed Emin isimli talebesine gönderdiği mektuptu. İsmi benim ismim olduğundan ben bu mektubu kendime yazılmış kabul ediyorum. Nitekim Üstat Bediuzzeman da İmam-ı Rabbani’nin Bediuzzeman isimli talebesine gönderdiği mektubu manevi olarak kendisine gönderilmiş kabul ederdi.
Kendisi bize bu mektubu okuttu. Ardından mektubu Türkçeye çevirmesi için orada bulunanlara verdi. Mektubun Türkçesi de şu şekildedir: İmam-ı Rabbani’nin Molla Muhammed Emin’e gönderdiği bu mektup da kısa dünya hayatına aldanmaması ve kalp hastalıkları için Allah’ı çok zikr etmesi gerektiği belirtmektedir. Mektubun metni şu şekildedir:
“Ey Evladım! Ne zamana kadar şefkatli bir anne gibi nefsine acıyacaksın? Ne zamana kadar ikiz kız kardeş gibi nefsin için üzülecek, sıkıntılara düşeceksin? Her şey ölü, cansız duygu ve hareketten yoksun bilmelisin. Kur’an’da geçen “Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecektir.” (39/30) ayeti bu duruma delildir.
Bu kısa zamandaki en önemli işin, kalp hastalıklarını gidermek için çok zikir yapmalısın. Manevi hastalıkların ilacı Yüce Rabbini zikretmektir. Bu kısa zamanda Allah’a yakınlaşmak senin en önemli amacın olmalıdır. Başkasına bağlı olan kalpten hayır nasıl beklenebilir? Kötülükleri emreden nefs, şerre meyleden ruhtan daha iyi ve hayırlıdır. Nefsi emmare, şerre (kötülüklere) meyleden ruhtan daha efdel ve daha iyidir.
Burada bizden beklenen şey, kalbin selameti, ruhun kurtuluşu ve arınmasıdır. Biz ise ruh ve kalbi ilgilendiren sebeplerle ilgilendiğimizden, meşgul olduğumuzdan kusurluyuz. Eyvah! Eyvah! “Onlara Allah zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlar” (3/117) ayetini ne yapacağız?
Zahiri (fiziksel) yöndeki hastalıklardan üzüntü duyman gerekmez. İnşallah bu hastalığın sıhhat ve afiyete dönüşecektir. Hastalık konusunda seni endişeye sevk edecek bir durum yok.
Bu fakirin giydiği elbiseden istemişsin. Sana gömleğimi gönderdim. Faydasını ve meyvesini bekleyerek onu giyiniz. Çünkü onda çok bereket vardır.
Kalbinde hastalık olan hüsrana uğradı
Kalbinde basiret keskinliği olan kurtuldu.
Selam hidayete tabi olan Mustafa (s.av)’ya uyan ve teslim olana.
Mektuptaki İmam-ı Rabbani’nin elbise gönderme sözünü anlamadık. Ama sorup da rahatsız etmek istemedik. Daha sonra bize Abdullah bey bu konu ile ilgili hocaefendiden duyduklarını anlatınca kafamızdaki soru da çözüldü. Abdullah bey şöyle anlatmaktadır: “8 Haziran günü hocaefendiye yaptığım ziyarette başka misafirler de vardı. Sohbet ederken, “İmam-ı Rabbani, gaybi bir önsezişle bana yazdığı mektupta gönderdiği bir elbiseden bahsetmektedir. Bu elbiseden maksat Allah’ı zikretmektir. İnsan vücudunun örtünmeye ihtiyacı olduğu gibi, hata ve günahların da örtünmeye ihtiyacı vardır. Yani Allah’ı çok zikret ki günahların örtülsün demek istemektedir, dedi.”
Bediuzzeman’ın daveti bizi üzerken, yani babamızın kaybının acısını duyarken, İmam-ı Rabbani’nin mektubu içimize su serpti. Hatta talebelerinden Abdussamet, hocaya dönerek,
-Seydam! İmam-ı Rabbani hocaların hocasıdır. Bediuzzemanın da manevi hocasıdır. Burada biz büyük hocaya tabi olalım, diye moral vermeye çalışırken, Seyda bu yorumu tebessümle karşıladı.
Seyda hazretleri mektubu okumamızı istedi. Biz okuduk ve bir anlamda da onun hastalığını ve şifasını anladığımız gibi, hastalığı ile bile bize ders vermeye çalışan bu hasta pirifani gözümüzde daha da devleşti.
Son iki yılını İmam-ı Rabbani’nin mektubatını sadeleştirmeye ve herkesin anlayacağı bir şekle getirmeye çalıştı. Daha sonra bizzat kendi parasıyla kitabı Beyrut’ta bastırdı. Bizden bu kitabı okuyup anlamamızı istedi. Hatta bir sohbetinde şöyle demiştir:
-Allah bana ömür verirse Bediuzzeman’ın metubatını da bu şekilde sadeleştirmeye ve herkesin anlayacağı şekle çevirmeye çalışacağım. O mektuplar da çok bereketli. Bediuzzeman mektubatında, İmam-ı Rabbani’nin mektubatından esinlenmiştir.
Ağrılar
Seyda, İmam-ı Rabbani’nin çokça zikr ediniz tavsiyesini sıkı sıkı yerine getirmeye başladı. Ne zaman kalp ağrısı kendisini yakalasa zikri daha da seri ve güçlü yapmaktaydı. Hatta başında bekleyen doktoru
-Baktım hoca zikir getiriyor, o zaman anladım durumu ağırlaşıyor ve biraz sonra da kalbi durdu. Hemen cihaz getirip kalbini çalıştırıp yoğun bakıma aldık.
Veda Yılı 2012 (Senetül Veda)
Seyda hazretleri 2012 yılını veda yılı olarak ilan etmişti. Bu bir yıl boyunca neredeyse Türkiye’nin tüm şehirlerini dolaştı. Tüm akrabalarını, dostlarını ve talebelerini ziyaret etti. Yurt dışına çıkıp oradaki dostlarını da ziyaret etti. Kendisine;
-Hocam, birlikte şuraya gidelim, gibi tekliflere
-Olur, ama çabuk gidelim. Bu yıl benim veda yılım, cevabını vermekteydi.
Gerçekten de 2012 yılı bitmeye başladığında Seyda ağırlaştı. Ocak ayında kendisini Fatih hastahanesine kaldırdık. Birkaç kez kalbi durdu. Ardından eve getirildi.
Sıla-i Rahim
Evde aile efradı üzgündü. Fakat Seyda aile efradına müjdeyi verdi:
-Tehir edildi.
-Ne tehir edildi?
-Ben 2012 yılında çok sıla-i rahim yaptım. Bu nedenle ömrüm bir süre uzatıldı, diyerek kendisine bakan üzgün yüreklere su serpti. Bu süre esnasında hacı anlatan kitabını yazmaya başladı. Zamanını boşa geçirmek istemiyordu.
Gerçekten de altı ay gibi bir zaman geçecektir olayın üzerinden. Bu da Peygamberin “sıla-i rahim yapın ömrünüz uzasın” sözünün ne kadar doğru olduğunu bize göstermekteydir. Zaten onun sözünün doğru olmaması mümkün değildi. Sadece bizim idrak etmemizi müşahhas bir örnekle görmüş olduk. Sadakte ya Resulullah, her zaman olduğu gibi…
Günümüzün unutulan değerlerinden birisi de sıla-i rahim, yani akraba ziyaretleridir. Bugün en küçük bir izinde veya bayramda insanlar akraba ziyaretleri yerine tatillere gitmektedir. Halbuki bari bayramlar akraba ziyaretleri ile geçilse, aileler arasında kopmalar yaşanmaz. Akrabalar arasında bağ kopmuş, küskünlükler artmış ve bu değeri unutmuşuz. Demek ki sıla-i rahimi ihya etmemiz gerekiyor.
Alimin Bulunduğu Her Yer Bir Mekteptir
Hastahane günleri bir mektep havasında geçiyordu. Gelen herkesle ilgileniyor ve tebliğ etmeye çalışıyordu. Oldukça keyifli olduğu bir gün talebeleriyle sohbet ederken hemşire geldi. Kan alması gerekiyordu. Eli Seyda’nın eline değdi. Seyda;
-Aha! Şafiye göre abdestimiz bozuldu, diye güldü.
Yanındaki talebeleri hemşireye eldiven giymesini söylediler. Eldivenini takan hemşire öbür koluna iğneyi batırdı. Fakat kolu kanadı. Seyda yine keyifli bir şekilde;
-Valla Hanefiye göre de abdestimiz bozuldu.
Talebeleri hem durumun hüznünü yüreklerinde yaşıyor ve hem de hocanın esprisine gülerek;
-Peki hocam Maliki ve Hanbeli’ye göre abdestiniz duruyor mu?
Hoca biraz düşündükten sonra
-Maliki mezhebine göre hala abdestliyim. Çünkü onlara göre kadının dokunmasında şehvet olmalıdır.
Maliki mezhebine göre namazını kıldı. Seyda, bu hasta haliyle bile talebelerine fıkıh usulünü göstermiş oluyordu. O, takvayla amel etmek gerektiğini bir nevi anlatıyordu. Bazılarının yaptığı gibi mezheplerin ruhsatlarını almak yerine mezheplerin takva kısmını alıyordu. Seyda’nın tüm hayatı boyunca uyguladığı bir yaşam tarzıydı. Dört mezhep imamının en takva görüşünü alırdı. Ama amelde Hanefiydi. Hanefi mezhebini temel alır, fakat diğer imamları da küstürmek istemezdi.
Ziyaretçiler
Hastahanedeyken yoğun bir ziyaretçi trafiğine maruz kaldı. Kendisini ziyaret edenler arasında dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Başbakan Tayyib Erdoğan’da olmuştur.
Erdoğan’a bu ziyaret sırasında önemli iki nasihatta bulunmuştur.
- Emaneti ehline vermesi
- İstişarede önem vermesi. İstişare konusunda şu açıklamayı yapar. Der ki: “aslında istişarenin amacı sadece bilgi konusunda tartışmak değil, aynı zamanda yöneticinin yönettiği ekibiyle yakınlaşmasıdır. İstişare sonucu ekip, liderin kendilerine önem verdiğini ve görüşlerini dikkate aldığını düşünerek daha çok bağlanırlar. Bu da istişarenin bereketidir. Kırgınlıklar ve husumetleri yok eder. Karşılıklı samimiyeti artırır.”
Erdoğan kendisine bir takke hediye etmek ister. Fakat Seyda uzatılanı almaz ve Başbakan’ın eli havada kalır. Yanında bulunan Hasan Hoca durumu anlar ve Seyda’ya “Seydam, bu para değil size takke hediye ediyor” deyince alır. Çünkü Seyda kimseden para almamaktadır. Başbakan’ın uzattığını hasta gözleriyle tam seçemediği için para sanıp red etmek istemiştir. Tabi ki Seyda kendisine hediye verilmesi üzerine hediyeye hediye ile karşılık vermek için evinde bulunan yazma bir Kur’an’ı Kerim’i hediye eder.
Ülkemizin Başbakanın bir alime vefa gösterip ziyaret etmesi önemlidir. Bu nedenle ona teşekkür ederiz.
Seyda, Erdoğan hakkında hüsnü zan beslemiştir. Onun gençlik yıllarında sohbetlerinde bulunduğu ve çok güzel Kur’an okuduğunu söylerdi. Hatta son Bypas ameliyatına girerken sedye üzerinde bana Erdoğan’a iletilmesi için şu sözü söylemiştir: “Receb’e selam söyle (Erdoğan’a Receb derdi) bu dönemi zor olacak dikkatli olsun” ama tabi ki biz Erdoğan’a ulaşamadığımızdan iletemedik. Başka kişilere söyledik iletmeleri için ama onların da söylediklerini sanmıyoruz.
Birgün kendisine Davut’un geldiğini söylediler. Aslında kast ettikleri Dr. Davut isimli birisiydi. Fakat o gelenin Davutoğlu olduğunu sandı ve elini sıkı tutarak “Bak Davut, Suriye meselesini iyi düşün. Bu fitneye neden olacak, fitneyi açmayın” tabi ki gözleri kapalıydı. Maalesef bu mesajını da Davutoğlu’na iletemedik. Bu arada Ahmet Davutoğlu, Seyda’nın yakın dostuydu. Malezya’da birlikte kalmışlardı.
Yaşı
Hastahanede en çok merak edilen konulardan birisi de Seyda’nın yaşıydı. O, bizimle yaptığı bir sohbette şöyle demiştir:
-Ben Allah’a en çok bu yaşıma kadar yaşamama rağmen ele ayağa düşmediğim ve hafızamın tam olmasından dolayı şükrediyorum.
Gerçekten de öyleydi. Hocaefendi yüzon yaşına merdiven dayamasına rağmen son ana kadar hep ayakta ve tebliğle vaktini geçirdi. Her yıl yurt dışına veya ümreye gidiyordu.
Yaşını soranlara ise, tebessüm ederek söze nasıl başlayacağını bilemez bir şekilde konuşuyordu. Çünkü o da yaşını kesin olarak bilmiyordu. Bir insana belki de yapılacak en büyük zulüm yaşını net bir şekilde belirtmemekti. Yüzon yaşına gelse bile hala içinde kesin olmayan şeyler vardı. Daha mı yaşlı? Yoksa daha mı gençti?
O, genelde yaşının tespitinde şu anısını esas alırdı.
-Sultan Reşat başa geçtiğinde köyün kadınları sokağa çıkıp bunu birbirlerine söylediklerini hatırlıyorum.
Buna göre Sultan Reşat’ın başa geçişini hatırlıyorsa o tarihlerde en az 4-5 yaşlarında olması gerekiyordu. Sultan Reşat da 1909’da başa geçtiğine göre 1905 doğumlu olma olasılığı yüksekti. Başka bir konuşmasında yine yaşıyla ilgili şöyle bir anısını hatırlar. Bunlar, muhtemelen hatırladığı en eski anılardandır.
-Birinci Cihan harbi çıktığında köyün kadınları evlerinin önüne çıkıp Sultan Reşat’a beddular ediyorlardı “Reşat yüzünden ülke harap oldu” diyorlar.
Bunlar, yaşını bize anlatan ip uçlarıydı. Ama yaşıyla ilgili sorularla çok sık karşılaşıyor ve böyle uzun açıklamalar vermek ona zor geliyordu. Nüfus cüzdanına daha sonraları tahmini olarak 1919 tarihi yazılmıştır. Bunun doğru olmadığını belirtiyordu.
Rabbine Kavuşma Aruzusu
Çok mütevekkildi. “Ben rabbime kavuşmak istiyorum. Siz engelliyorsunuz” diye bize çıkışırdı. Ben de kendisine
-Baba, doktorların önerdiği tedaviyi red etmek şer’an caiz değil, bu tedaviye uymalısın, derdim.
Başını sallardı. Tıbbın önerdiği tüm tedavi yollarını denemesi gerektiğini biliyordu. Fakat yine de bu tedavilerden kurtulmak için çareler arardı. O, doktorların ve bizim kendisini rahat bırakmamızı istiyor, fakat tedaviyi red etmenin doğru olmadığını bildiği için de çareler arıyordu. Bu amaçla; yurt içinde ve yurt dışında tanığı doktorları aratır, bazılarıyla telefonla görüşür, bazılarını da yanına çağırırdı. Belki onlardan kendisini destekleyecek bir söz duymak isterdi. Yani artık yapacak bir şey yok,! sözü. Ama tüm doktorlar ona anjü olmasını öneriyorlardı. Çaresiz kabul etti. Ama şartı vardı. “Perşembe günü yapılsın” çünkü ölürse Cumaya denk gelmesini istiyordu.
Operasyon
Perşembe günü kendisini seven birkaç doktor (Prof. Dr. İlhan PAŞAOĞLU, Prof. Dr. Nadir BARINDIK, Prof. Dr. Kudret AYTEMİZ, Prof. Dr. Basri AMASYALI, Cengiz ŞABANOĞLU ile 29 Mayıs Hastanesi’nin başta baştabip Prof. Dr. Arif ÖZDEMİR ) ameliyathaneye geldiler. Seyda’nın dostları ve arkadaşları da yanında hazır bulundular. Ama o, sanki operasyona giden kendisi değilmiş gibi davranıyordu. Son dakikaya kadar, talebelerine zaman ayırdı onlara icazetlerini verdi. Dualar etti. Ailesinin ve talebelerinin hüzünlü ve yaşlı bakışları arasında tekerlekli arabayla ameliyathaneye götürüldü.
Saat iki gibi anjü yapılması için ameliyathaneye alındı. Onun yaşındaki birisi için anjü bile büyük bir operasyondu. “Bünyesi bir çocuk bünyesi gibi savunmasız” diyordu doktorlar. Biz heyecanla bekliyorduk olumlu sonucu. Derken içerden haber geldi.
-Anjü sonucunda kalp damarlarının üçünün de kapalı olduğu ve arkadaki dördüncü damardan destek aldığını bunun da ne kadar dayanacağının bilinmediğini ve baypas’ın şart olduğunu ilettiler.
Kötü bir haberdi. Ne yapacağımıza karar vermek için ailesi, sevenleri ve talebeleriyle istişare ettik. Sonunda doktorların kararına uymamız gerektiğini ama yine de Seyda’nın ikna edilmesinin şart olduğuna karar verdik. Bir diğer şartımız ise operasyona karar verilirse sakallarına dokunulmamasıydı. Doktorlar şartlarımızı kabul ettiler. Biz kararı Seyda’ya çok sevdiği talebelerinden Abdussamed’in iletmesini istedik.
Seyda, anjü’den dolayı etkisinde olduğu narkozdan uyandırıldı. Abdussamed tarafından kendisine
-Seyda, tıp uleması senin baypas olman için icma ettiler. Sen ne dersin?
Onun ilk tepkisi
-İkindi namazının vakti girmiş, ben namazımı kılayım. Sonra konuşalım, şeklinde oldu.
Namazını kıldı. Soru ikinci kere sorulunca
-Beni akşam namazına yetiştirirlerse olur
Şartı akşam namazını kılmaktı. Doktorlar akşam namazına kadar ameliyatı yapacaklarını söyleyince operasyon başladı. Doktorlar bize
-Gerçi hoca akşam namazına kadar süre verdi. Ama narkozdan uyanması ancak sabah namazını bulur. Zaten o uyandığında zaman mefhumu kalmayacağı için biz akşam namazının vakti geldi deriz.
Yine Bediuzzeman Müdahale Ediyor
Doktorlar, Seyda’yı sakinleştirecek böyle bir plan kurdular. Ama hiç beklemedikleri bir şey oldu. Sabah namazı vaktinde uyandı ve abdest almak için kullandığı teyemmüm kiremitini istedi. Biz de uyandığı için sevinçle yanına gittik. Bize narkozda iken gördüğü rüyasını anlattı.
Yine üstat Bediuzzeman rüyasına girmişti.
-Üstat beni uyandırdı. “Kalk sabah namazının vakti geçiyor, namaz kılalım dedi.” İkimiz teyemmümle abdest alıp namaz kıldık.
Evet Allah dostlarını kandıramazsınız. Hele konu namaz olunca hiç kandıramazsınız. Hastalığı süresince üstadın manevi şahsiyeti ona çok tecelli etti. Sanki sürekli onunla birlikteydi. Ben, onu son yolculuğuna hazırlama görevinin üstat tarafından üstlendiğini düşünmekteyim. Üstat ona “seni has talabelerimden kabul ettim” demişti. Büyüklerin talebesi olmak böyle bir şeydi. Hoca, son yolculuğunda yanında bulunuyor, onu destekliyordu.
Ameliyat çok başarılı geçmişti. Doktorlar kalbinin 60 yaşında olduğunu söylüyorlardı. Yani en az elli yaş gençti. Ama yoğun bakımdan çıktıktan bir gün sonra fenalaşmaya başladı. Doktorlar çaresiz dört dönüyorlardı.
Yoğun Bakım
Bir gece Seyda sessizce dudaklarını kımıldattı. Son kelimelerini söyledi. Kalbi durmuştu. Doktorların müdahalesi ile yoğun bakıma alında. Cihaza bağlanmıştı. Tıbbi durumu meçhuldü. Bilinci var mı yok bilinmiyordu. Ama son çare olarak ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlardı. Biz onu ziyaret ettik.
Doktorlar, bilincinin açık olup olmadığını bilmezken onu ziyaret eden ailesi bilincinin yerinde olduğunu ve yatağının kıbleye dönderilmesi gerektiğini söylediler. Çünkü gözleriyle namaz kılmak istediğini ifade etmişti. Doktorlar, ailenin talebini yerine getirdiler. Cihazdan çıkarıldıktan sonra tüm namazlarını imayla kıldığını belirtecektir. Cihaza bağlı olduğu bir sırada yaptığım bir ziyarette “be’de usri yusra-Zorluktan sonra kolaylık vardır” ayetini okudum. Başını salladı. Sanki “evet, biliyorum” der gibiydi. Böylece aslında onun bizi duyduğunu ve bilincinin açık olduğunu da anlamıştık.
Doktorlar, yanına gitmemizin onun için iyi olacağını belirttiklerinden yanına uğradım. Bu sırada bağlı olduğu cihatlardan bip sesleri yükselmeye başladı. Korktum, acaba bir şey mi oluyor diye. Ama yanımdaki doktor, korkmamamı söyledi. Sizi gördüğünden dolayı heyecanlanmıştır. Bu nedenle kalp atışı hızlandığından bu sesler geliyor.
İçimden ağlıyordum. Ama bunu dışarı yansıtmıyordum. Çünkü moralinin bozulmasını istemiyordum. Bir yandan da Anne ve Babaların evlatlarına karşı duydukları sevginin yoğunluğunu düşünüyordum. Evlatlar, ebeveynlerin sevgilerinin yarısı kadar onları sevselerdi birbirlerinden ayrılmazlardı. Ama o zaman da sosyal hayat dururdu. Her şeyde bir hikmet vardı. Bir baba, cihaza bağlıyken bile evladını görünce kalp atışları değişebiliyordu.
Resulullah’ın oğlu İbrahim vefat ettiğinde gözlerinden yaşlar boşanmıştı. Bunu gören bazı sahabiler “ölünün arkasında ağlamanın kendilerine yasaklandığını hatırlatınca” “bu sevgiden gelmektedir. Yasaklanan, üst başın yırtılması, ağıtların döşenmesi ve Allah’a isyan olan ağlamalardır. Mealinde cevap verilmişti. Merhametlilerin en merhametlisi olan Resulullah’ın hüzününü hatırladım.
Sabah Veda Ettik Seninle, Akşam Yokluğunla Ağladık
Yaklaşık 4 gün kaldı yoğun bakımda. Durumunun biraz düzelmesi ve kendi isteği üzerine odasına alındı. O gün oldukça iyiydi. Balkonda dolaştı ve yemek yedi. Ama etrafındakilere ve aile efradına
-Benim iyi olduğuma bakmayın. Bu benim aranızdaki son günüm.
Çünkü bir gün önce Rasulullah’ı görmüştü rüyasında. Rasulullah, Cuma günü buluşacakları müjdesini vermişti.
Ardından, sevdiklerine haberler gönderdi. Bazılarından dua talep etti. Akşama doğru ise
– Ben bu gece öleceğim. Beni mutlaka Cuma günü Gaziantep Nuri Mehmet Paşa camisine defnedin. Ardından akşamın bir an önce olması için sabırsızlanmaya başladı. Sürekli akşam namazına ne kadar var diye soruyordu. Sanki sevgilisine bir an önce kavuşmak için acele ediyor gibiydi.
Nitekim söylediği gibi oldu. Akşam on buçuk civarı fenalaştı. Kalbi durdu. Yine yoğun bakıma alınıp cihaza bağlandı. Gece 01:10 civarında ruhunu teslim ettiği haberi iletildi ailesine. Vasiyeti gereği cenazesini Hasan Erkaya ve Veli Aytek yıkadı.
SON YOLCULUK
28 Haziran 2013 Cuma günü Cuma namazında sevenlerin omuzunda son kez Hacı Bayram Camisine geldi. Nuri Mehmet Paşa Camisine gömülmesi için Bakanlar kurulunun izni gerekliydi. Cenazeye gelen Bakanlar, kararı imzaladıklarını söyleyince rahatladık. Çünkü, cenazeyi Gaziantep’e götürecektik. Bu arada karar çıkmamışsa zor durumda kalacaktık. Bu müjde bizi rahatlatmış oldu. Bu kararı veren Bakanlar kuruluna da teşekkür ediyoruz.
Seyda; sevenlerin, talebelerinin, ailesinin ve devlet erkanın kıldığı namazla uğurlandı. Cenaze namazını vasiyeti gereği talebesi Diyanet işleri Başkanı Mehmet Görmez kıldırdı. Ardından bir an önce sevdiği Resulullah’la buluşmasını sağlamak için uçakla Gaziantep’e götürüldü. Nuri Mehmet Paşa Camisinde ikindi namazına gelen sevdikleri onu heyecanla bekliyorlardı. Çok büyük bir kalabalık vardı. Mehmet Görmez, hocayla ilgili bir konuşma yaptı. Ankara ve Gaziantep’teki konuşması şöyleydi:
Ankara’daki konuşması: “Bu gün hep ilimle yücelmiş, hep ilimle yüceltmiş yüzyıllık bir ulu ilim çınarını ebediyete gönderiyoruz. Bugün dünyamız büyük bir alimi, büyük bir insanı, büyük bir zahidi büyük bir salih insanı kaybetmiş bulunmaktadır. Bugün İslam alemi, büyük bir ulu çınarını, yüzlerce talebe yetiştirmiş, yüzlerce eser vermiş çok saygı değer bir hocaefendisini kaybetmiştir. Ben de şahsen onbir yaşımdan itibaren kendisinden çok şey öğrendiğim, ilminden, irfanından hayatım boyunca istifade ettiğim bir hocamı, bir baba dostumu, babamın hocasını kaybetmiş bulunmaktayım. Aslında onun kazandığını biliyorum. Bizim kaybettiğimizi biliyorum. Yüce Rabbimiz Cennetinde bizleri livaul hamd sancağının altında buluşmayı nasip etsin. Mü’minlerin makamı ve mevkisi ne olursa olsun ebediyete gönderirken iki büyük vazifesi var. Öncelikle hepinizin hüsnü şahadetine ihtiyacımız var.
-Merhumun mü’min, müvahit, alim, salih olduğuna şahadet eder misiniz? (üçkere soruldu)
-Ederiz!
-Allah şahadetinizi kabul etsin.
-Mü’minin üzerinde kimsenin hakkı olmamalı, bu nedenle soruyorum. Kendisine dünyada ve ahirete taalluk eden haklarınızı helal ediyor musunuz?
-Ediyoruz!
-Haklarınızı helal edin! (Üç kere soruldu)
-Helal Olsun
-Allah helalinizi kabul etsin. Cenab-ı Hak bu milleti ve bütün Alem-i İslam-ı amil, salih alimsiz kılmasın.
Gaziantep’teki konuşması: “Seyda, Antebe defnedilmek istemesiyle büyük bir vefa göstermiştir. Bana beş on defa sözlü ve daha sonra da yazılı bir şekilde Nuri Mehmet Paşa Camisi avlusuna gömülmek istediklerini söylediler. Biz onu vaz geçirmeye ve başka yerler göstermeye çalışmamıza rağmen, o ısrarla buraya gömülmek, hizmet ettiği Antep’in tam ortasında bulunmak istediler. (Bu arada cebinden bir kağıt çıkararak okur. Bu Seyda’nın mezar taşına yazılmasını istediği kendi yazdığı beyitti.) Hocamız mezar taşına bu yazının yazılmasını istemişti. Kendisi bizlere bu beyitte iki ayet ve iki hadis olduğunu söylemiştir. Ben Ankara’daki cenaze namazını kıldığımdan burada kılmam mekruhtur. Hocamız, bu konularda hassastı. Bu nedenle buradaki cenaze namazını ben kıldırmayacağım.”
Gaziantep’teki cenaze namazını yine bölgenin tanınmış hocalarından Molla Muhammet kıldırdı. Hocanın telkinini hocanın en eski talebelerinden Molla Feyyaz Yaşar okudu. Duasını çok sevdiği Şeyhi, Şeyh Seyda’nın oğlu ve halefi Şeyh Ömer Faruk Seyda yaptı. Ayrıca Şehitkamil Belediyesine ait Bülbülzade sosyal tesisleri de beş gün boyunca taziye için tahsis edildi. Burada ailesi olarak sevenlerini karşıladık.
Hocanın mezar taşına kendi yazdığı bir beytin olduğu taş konuldu. Mezar taşına bu yazının yazılmasını istemişti. Bir dergide onunla ilgili şöyle demiştir.
Ben şöyle bir beyit yazdım:
Dünyada misafirsin (yolcusun), yol tehlikelidir.
Kurtuluş yolu Peygamber (s.a.v)’e ittibâdır. Peygamber
(s.a.v)’e ittiba edince Allah seni seviyor
ve böylece tehlikelerden kurtulmuş oluyorsun.
Âhirette de Peygamber (s.a.v) ile beraber olursun.
Çünkü Rasûlullah Efendimiz, “Kişi sevdiğiyle beraberdir”
buyurur.
Başka bir konuşmamızda bu sözü şöyle anlatıyor. Burada iki hadis ve iki ayet vardır. Birinci kısım olan ya zairi musafiren fiddünya Peygamberimizin hadisinden alınmadır. “Kün fiddünya a’birussebil” hadisinden alınmadır. İkinci bölüm olan ‘teyekken ennettari va’run fettebi’ Ahmed’e” ise 6/EN’ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne). Bu ayet inince Peygamber yere bir çizgi çekiyor. Sonra bunun sağına soluna da çizgiler çekiyor. Daha sonra ortadaki çizgiyi göstererek sıratıl müstakim bu yoldur diyor. Yani Peygamberin yoludur. (inneke ala sıratil müstakim)
Babamızı, hocamızı, şeyhimizi, mürşidimizi ve alimimizi kaybettik. Onun kazandığını biliyorum. Aslında kaybeden biz olduk. Alimin ölümü alemin ölümü gibidir der Rasulullah. Allah, bizleri Peygamberimizin varisleri olan alimlerden mahrum etmesin. Allah, hocamıza, tüm İslam alimlerine ve bu yazıyı okuyan okuyucularımızın ölülerine rahmet etsin. Amin
İbrahim Halil ER
VEFATININ ARDINDAN GAZETELERDE YAYINLADIĞIMIZ TAZİYE METNİ
Büyük İslam Alimi
Muhammed Emin ER Hocaefendi’nin hastalığı ve vefatı vesilesiyle ilgi ve alakalarını esirgemeyen
Başbakanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’a
Meclis Başkanımız Sayın Cemil ÇİÇEK’e
Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent ARINÇ’a
Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir BOZDAĞ’a
Dışişleri Bakanı Sayın Prof. Dr. Ahmet DAVUTOĞLU’na
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Sayın Taner YILDIZ’a
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Mehmet Mehdi EKER’e
Milli Savunma Bakanı Sayın İsmet YILMAZ’a
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Sayın Binali YILDIRIM’a
AB Bakanı Sayın Egemen BAĞIŞ’a
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma ŞAHİN’e
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ’e
Enerji Eski Bakanı, Fazilet ve Saadet Partisi Eski Genel Başkanı Sayın M. Recai KUTAN’a
Saadet Partisi Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Mustafa KAMALAK’a
Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sayın Mustafa DESTİCİ’ye,
Ak Parti Genel Başkan Yardımcıları Sayın Prof. Dr. Mustafa ŞENTOP, Sayın Hüseyin ÇELİK, Sayın Numan KURTULMUŞ, Sayın Süleyman SOYLU, Sayın Salih KAPUSUZ’a; Ak Parti Genel Sekreteri Sayın Haluk İPEK’e; Ak Parti Grup Başkan Vekili Sayın Mahir ÜNAL ve Sayın Ahmet AYDIN’a
Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın İlyas TONGÜÇ’e
Meclis İdare Amiri Çorum Milletvekili Sayın Salim USLU’ya
İçişleri Eski Bakanı ve İstanbul Milletvekili Sayın Abdulkadir AKSU’ya
Ak Parti MKYK üyesi ve Manisa Milletvekili Sayın Hüseyin TANRIVERDİ’ye
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın İ. Melih GÖKÇEK’e
Keçiören Belediye Başkanı Sayın Mustafa AK’a
Gaziantep Valisi Sayın Erdal ATA’ya
Şehit Kamil Belediye Başkanı Sayın Rıdvan FADILOĞLU’na
Şahinbey Belediye Başkanı Sayın Mehmet TAHMAZOĞLU’na
Oğuzeli Belediye Başkanı Sayın Bekir ÖZTEKİN’e
THY Genel Müdürü Sayın Doç. Dr. Temel KOTİL’e
Vakıflar Genel Müdürü Sayın Dr. Adnan ERDEM’e
İstanbul Emniyet Müdür Sayın Hüseyin ÇAPKIN’a
Gaziantep Emniyet Müdürü Sayın Ömer AYDIN’a
AGD Başkanı Sayın Salih TURHAN’a
Milletvekilleri, belediye başkanları, parti temsilcileri, sivil toplum kuruluşları yöneticilerine,
Hocaefendi’nin ameliyatını gerçekleştiren;
Prof. Dr. İlhan PAŞAOĞLU, Prof. Dr. Nadir BARINDIK, Prof. Dr. Kudret AYTEMİZ, Prof. Dr. Basri AMASYALI, Cengiz ŞABANOĞLU ile 29 Mayıs Hastanesi’nin başta baştabip Prof. Dr. Arif ÖZDEMİR olmak üzere doktor, hemşire, hastabakıcı ve personellerine,
Temsilcisini gönderen muhterem Mahmut USTAOSMANOĞLU Hocaefendi’ye, Şeyh Ömer Faruk el-Cezeri, Şeyh Fevzettin, Menzil, Cizre, Erenköy, Haznevi, Norşin, İskenderpaşa, Tillo, Ohin Müderris ve Meşayihine,
Taziyeye bizzat gelen, gazete, telefon ve mesajla başsağlığı dileyen, gıyabi cenaze namazı kılan dost, arkadaş ve aile yakınlarımız ile talebelerine teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz.
AİLESİ
http://islamsyria.com/news.php?action=details&NID=416
SURİYE MÜSLÜMAN ALİMLER BİRLİĞİNİN BABAMIN VEFATI İLE İLGİLİ YAYINLADIĞI TAZİYE YAZISI
http://islamsyria.com/news.php?action=details&NID=416
ركن الأخبار عام
تعزية رابطة العلماء السوريين بوفاة العلامة المعمَّرالصالح الشيخ محمّد امين آر
تاريخ النشر: السبت 29 شعبان 1434هـ – 06 يوليو 2013 عدد القراءات: 105
تتقدم رابطة العلماء السوريين إلى العالم الإسلامي وإلى الشعب التركي بأصدق التعازي بوفاة العلامة المعمَّر الداعية المربي الكبير الأستاذ الشيخ محمّد امين آر رحمه الله تعالى الذي توفي عن أكثر من مئة عام .
ولد الشيخ محمد أمين سنة 1903 تقريباً، وهو من أصول كردية من عشيرة ميران بمنطقة آمد في دياربكر، وأمضى عمره كله في خدمة العلم، وعرف بالتقوى والورع والمحافظة على السنة النبوية الشريفة بشدَّة مع تواضع للغاية.
وقد تتلمذ على يديه كثير من العلماء، ومنهم رئيس الديانة التركية الأستاذ الدكتور محمّد قورقماز، ووالده العالم (المرحوم) ملا عنتر العينتابي، وملا رجب الجاغوتي العينتابي، وغيرهم كثير.
نال فضيلة الشيخ ملا محمّد أمين إجازة العمل والعلم من أستاذه الشيخ محمّد سعيد سيدا الجزري .
ولفضيلة الشيخ آثار كثيرة في العلم والاخلاق وأكثرها منشورة
وتوفى الأستاذ في صباح يوم الجمعة 19 شعبان 1434 الموافق 28 حزيران 2013 في أنقرة، ودفن بناء على وصيته في .حديقة لمسجد أثري في غازي عنتاب قبيل غروب الشمس
.وخلف الشيخ ولدين: أحمد وإبراهيم، وأربع بنات
رحمه الله تعالى ، وعوض المسلمين عنه خيرا، وجبر المسلمين بفقد علمائهم وصلحائهم وخيرة شبابهم ، وإنا لله وإنا إليه راجعون.
موقع الإسلام في سورية ا صوت رابطة العلماء السوريين | تعزية رابطة العلماء السوريين بوفاة العلامة…
موقع إسلامي استشاري يشرف عليه مجموعة من علماء سورية