BİR SEYDA GEÇTİ
Nursi ÜNALAN
Dünya hayatı her şeyiyle bir imtihan sahasıdır. Ne mutlu o imtihanın sırrına erip başarıyla o sınavı geçenlere.
Ve hayatta bizlere verilen her şey birer emanettir. Hayatın kendisi de en büyük emanetlerden biridir. Ve ne mutlu hayat emanetine sahip çıkıp, emanet sahibinin rızasına muvafık bir şekilde emaneti sahibine teslim edenlere.
İnanıyorum ki, Muhammed Emin Er Hocam, tam manasıyla bu emanetlerin şuuruyla hayatını devam ettirdi ve inşaAllah layıkıyla da emanet sahibine ulaştı.
Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, hakkıyla ilmiyle amil gerçek alimleri bulmak, onlara ulaşmak zordur. Her ne kadar iletişim çağı dedikleri bir zamanda yaşıyor olsak bile. İletişim çağı dediklerine bakmayın. Tuşlarla dünyayla iletişime geçmek son derece kolay ve basit olmasına rağmen, ne yazık ki salt sanal dünyayla iletişim içinde olmak dünyaya huzur, barış ve mutluluk getirmiyor. Globalleşen dünyada insanlar bireysel mutluluk peşinde çırpınırken, sosyal yapı ise çökmeye yüz tutmuş vaziyettedir.
Dünyanın huzur ve mutluluğu idareci ve alimlerin (yönetici ve aydınlar) doğru, adil ve ehil olmalarından geçiyor. Bu iki kanat gerçekten hakkıyla bu görevlerini ifa ederlerse dünyanın değiştiği, büyük ölçüde olumsuzlukların yok olduğu görülecektir. Bir yıldız gibi çevresini ve insanları aydınlatan büyük değerlerimizden biri de M. Emin Er Hocamızdır.
Seyda için söylenecek ve yazılacak çok şey vardır. İlminden, ahlakından, cömertliğinden, vefasından, Allah’a olan sadakatinden, Müslümanların dertleriyle dertlenmesinden, yaşadığı mütevazı hayatına kadar. En önemlisi ise kıyamete kadar amel defterinde sadaka-i cariye olarak bıraktığı eserleriyle, daima insanları aydınlatmağa devam edecektir.
Oğlu İbrahim Halil tarafından hazırlanıp Milli Gazete’de yayınlanan hayatından bazı kesitleri okuyanlar onun bir nevi biyografik hayatının biraz daha açılmışını görmüşlerdir. Ama Seyda’nın hayatını birkaç kelimeyle özetlemek gerekirse; İman, ilim, amel üçgeni üzerinde durduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Özellikle ilmi ve bıraktığı ilmi eserler, kıyamete kadar Müslümanların istifade edeceği en büyük sadaka-i cariyesidir. İmam-ı Gazali ilmin afetlerinden uzun uzadıya bahsederken, bir çok alimin gurur ve kibir tuzağına düştüğünü örnekleriyle açıklar. O şablondan baktığımızda Seyda’nın bu afetleri çok iyi tahlil ettiğini ve gurur ve kibirden şiddetle uzak kaldığını görmemiz mümkündür. Son derce mütevazı hayatıyla gerçek ilim ehlinin nasıl olması gerektiğine de güzel örnek teşkil eder.
Hayatım boyunca etkilendiğim üç zat-ı muhteremden biri Seyda’dır. Diğer ikisini bu vesileyle burada zikretmek isterim. Biri Menzil şeyhi merhum Muhammed Raşid Erol, bir diğeri de Muhammed Zahid Kotku hazretleridir. Bu üç zatın da değişik zamanlarda ellerini öpmek ve hayır dualarını almak nasip oldu. Bu üç Allah dostuna da rahmetler diliyorum. Üçü de yaşadıkları gibi ruhlarını Rahman’a teslim ettiler. Zira “insan hangi yolda yaşarsa o yolda ölür ve öldüğü yol üzere de dirilir.”
1973 yılında Gaziantep/Nizip’te ilkokula gidiyordum. Saf ve masum çocukluk dönemimde, Seyda ile 12 yaşımda iken tanıştım. Akraba olmamız vesilesiyle de vefat edinceye kadar da onunla olan yakınlığımız davam etti.
Seyda’nın damadı olan ve 2010 yılında Rabb-i Rahmana kavuşan Abdulcelil ağabeyimin imamlık yaptığı Nizip Aşağıçardak köyünde ilkokula gidiyordum. Haliyle Seyda da arada bir buraya gelirdi ve büyük bir zevkle ona hizmet ederdim. Bazen de biz abimle beraber Seyda’nın imamlık yaptığı Kertuşé köyüne giderdik.
Ben de iz bırakan birkaç olayı aktarmak istiyorum. Kertuşé’den aklımda kalan ilk hatıram şudur.
Abimle beraber Çardak’tan Nizip’e, oradan da Kertuşé’ye gittik. Akşama yakın bir saat idi. Seyda, çoğu zaman olduğu gibi camideydi. Günlerden neydi bilmiyorum ama Seyda ve birkaç kişinin o gün oruçlu olduklarını gördüm. Ramazan ayı dışında nafile oruç tutulduğunu ilk orda gördüm. İşin garip tarafı ise, namazdan sonra oruçlu olanlar birer bardak su ile oruçlarını açtılar ve cemaatla akşam namazını kıldılar. Bu arada misafirler için evde de yemekler hazırlanmıştı. Seyda: “Siz buyurun gidin, yemeğinizi yeğin. Ben yatsı namazını kılıp öyle geleceğim” dedi. Abim ve beraberindeki cemaat ısrar ettilerse de Seyda kabul etmedi ve camide oturup ibadet ve ilimle meşgul olmağa devam etti. Biz de eve gelip yemeğimizi yedik. Seyda ise yatsı namazından sonra geldi yemeğini yedi ve geç vakitlere kadar gelen misafirlerle oturup sohbet ettiler. Biz de çocuk olmamıza rağmen bu nadide sohbeti baştan sona kadar dinledik. Misafirlerin ekserisi Nizip’te o dönem imamlık yapanlardı. Bunlardan biri de Molla Cemil Gül Hocam’dı ve kendisi de Seyda’nın damadıydı.
Daha sonraki dönemlerde de, defalarca bu şekilde Seyda’ya misafir olduk ve her seferinde gece yarılarına kadar sohbetlerine iştirak ettik.
Yıllar sonra ise bu kez bu kez biz kendisini Kurtalan’da misafir ettik. Abdulcelil abimle beraber Diyarbakır’a, oradan da Kurtalan’a gelmişlerdi.
1994 yılıydı. Ankara Demetevler’de oturuyordu Seyda. Benim de hasta olan bir çocuğum vardı: Mine. İbn-i Sina Hastanesinde tedavi görüyordu. Taburcu olduğu bir seferinde Siirt’e dönmek için uçak bulamadım. O gece Ankara’da kalıp ertesi gün dönecektik. Hem seydayı ziyaret etmek, hem de o gece orada kalmak üzere evine gittim. Hal-hatır faslından sonra akşam namazını kıldırdı bize. Sonra kalkıp mutfağa gitti ve elinde sofra beziyle geri geldi. Hemen elinden alıp serdim ve “Seyda müsaade edin de ben yemekleri getiririm” dedim. Fakat ne yaptıysam bırakmadı ve illa kendisinin yemekleri getireceğini söyledi. Ben razı olmayınca da: “Dur bakayım sen. Hz. Peygamber (s) Efendimize gelen misafirlerine kim hizmet ediyordu?” diye bir soru sordu. “Elbette Allah Rasulü! (s)” dedim. “O halde Allah Rasulünün yaptığı bir işten neden beni alıkoyuyorsun? Neden bu sünneti yerine getirmeyeyim? Bu sevaptan niçin mahrum olayım? Hem sen bilmiyor musun Efendimizin şu buyruğunu: “Allah’a ve ahret gününe iman eden komşusuna ikram etsin. Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa misafirine ikram etsin. Kim Allah’a ve ahret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin, ya da sussun.”
Bana söyleyecek bir söz, verecek bir cevap bırakmadı. Seyda yemekleri getirirken ben yerimde duramıyordum ve ayakta bekliyordum ama buna da razı olmadı ve zorla oturttu beni. Ki o zaman Seyda seksen yaşını geçmişti. O yaşıyla, evinde misafirine hizmet ediyordu.
2012 yılında yine Ankara’dayız. Bu kez torununun nişanını Seyda’nın evinde yapıyoruz. Önce notlar aldı. Mehir miktarını tesbit etti. Sonra şahitler tespit edildi ve evde bulunan özel davetliler arasında nikah kıydı. Nikah kıyıldıktan sonra sıra yüzükleri takmaya geldi. Seyda’yı hanımlar ve aile fertlerinin bulunduğu öbür odaya aldık ki nişan yüzüklerini de kendisi taksın diye.
Adet olduğu üzere nişan yüzüklerine kurdele bağlanır, yüzükler takıldıktan sonra da kurdeleler makasla kesilir. Tepsi içinde makas birbirine bağlı yüzükler Seyda’ya takdim edildi. Bağlı kurdeleleri görünce: “Bu nedir?” dedi. Biz de: “İşte bu şekilde yüzükler takıldıktan sonra makasla kurdele kesilir, dua edilir” dedik. Tebessüm ederek: “Olur mu öyle. Olmaz ki. Siz bunları birbirlerine bağlamak mı istiyorsunuz, yoksa ayırmak mı? Bunun doğrusu şöyle olmalıdır. Yüzükler takılmadan kesilmelidir. Biz onları ayırmak için değil, bir ömür beraber olmak için birbirine bağlıyoruz.” Dedi ve kurdeleler kesildikten sonra yüzükleri taktı. Birkaç ay sonra Allah nasip etti ve düğün yapıldı. Tabi yine Seyda’nın da katılımıyla, İslam’a uygun bir şekilde düğünümüzü yaptık Seyda merhum, burada hayır dualarda bulundu.
Seyda hazretleri ömrünü tamamlayıp Rabbine ulaştı. Rabbim gani gani rahmetiyle kuşatsın bizleri de, O’nu da.
EVİNDE MİSAFİR KALMAYLA İLGİLİ BİR ANIM
Merhum Seyda ile ilgili çok anımız var. Çocukluğumdan vefatına kadar bir şekilde hep beraber olduk. Haliyle anlatılacak çok güzel anılarımız var. Bunlardan biri de 1994 yılıydı. Kızım Mine Ankara İbn-i Sina Hastanesi’nde yatarak tedavi görüyordu. Beyin ameliyatı sonrası kemoterapiye başlanmıştı. Taburcu olduktan sonra Siirt’e döneceğiz ama ancak ertesi gün. Şimdiki gibi bir saatliğine misafirliğe giderken bile arayıp “müsait misiniz?” demek de ne demek… Taburcu olduğumuz gibi direkt Yenimahalle’deki evine gittik. Fatma Anneye Mine’yı teslim ettik. Yanımda Mine’ye bakan yeğenim Esra’da var tabii ama kaç gündür hastanede perişan olan Esra’nın gücü tükenmişti. Bu nedenle Fatma Annenin ona daha çok mukayyet olacağını biliyordum. Üstelik yaşlı olduğundan çok daha hassas olacağından emindim.
Seyda ile ayrı bir odaya geçtik. Hal-hatırdan sonra biraz geçmiş anılardan bahsetti. Çocukluğumda Kertiş’e Abdulcelil abimle gidip geldiğim dönemleri hatırlattı. Kendisinin Çardak’a geliş-gidişlerinden bahsetti. O tatlı, yumuşak üslubuyla bazı nasihatlerde bulundu. “Seyda Mine’ye dua et” dedim. Peygamberimizin “duâya kendinizden başlayın” haberi doğrultusunda önce kendisne, sonra da bize ve Mine’ye duâ etti. Derken odanın kapısı çaldı. Hemen kalkmaya yeltendi. Tabi ben de hemen ayağa kalktım ve “müsaade edin Seyda ben bakayım” dememe kalmadan ayağa kalkmıştı ve iki eliyle bana oturma ı işaret etti. Oturdum. Kendisi kapıya baktı. Fatma Anne yemek hazırlamıştı ve sofra bezini Seydaya uzattı. Tabi ben hemen fırladım ve sofra bezini Seydanın elinden alıp yere sermeğe yeltendim ama bana vermedi ve “dur” dedi. Ben de “Seyda olur mu hiç, ben oturacağım siz hizmet edeceksiniz?” dedim. Tebessüm etti, yüzüme baktı ve “Resûlullah (S) Efendimiz bizzat kendisi misafirlerine hizmet etmiyor muydu? Neden beni bu sünnetten mahrum bırakmak istiyorsun ki… Otur.” dedi. Çaresiz dediğini yaptım ama oturduğum yerde kuvranıp durdum. Sofrayı serdi, yemekleri getirdi beraber yedik ama nasıl yedim bilmiyorum. O gün bugündür gelen misafirlerime kendim nümkün mertebe hizmet etme gayretinde olurum.
Evet.. Bir sünneti ihya etmek. İcraatıyla bir sünnetin tebliğini yapmak. “Ümmetimin fesada uğradığı bir dönemde bir sünnetimi ihya edene şehit sevabı var” inancıyla sünnetleri yaşamayı Rabbim nasip etsin. Muhterem Seydama bu vesileyle sonsuz rahmetler olsun. Rabbim bizi peygamberler, alimler, Salihler ve şehitlerle birlikte haşretsin.
Nursi UNALAN