HATIRALARIM- 2 Bölgenin Dini Durumu

            O zamanlar çok cehalet vardı. (Bahsettiği dönem 1900’lerin başı ve Diyarbakır/Çermik) Tercümeler çıkmamış, Arapça kitaplar da yasaktı. Namaz kılmak bile azdı. Bazıları namaz kılıp ramazan orucunu tuttu mu ona sofi derlerdi. Ben namaz kıldığımda bana gülüyorlardı. Dini ilimleri öğrenmeğe kimsenin merakı yoktu. Dini kim biliyor diye sorduğumda Cemal amca biliyor diyorlardı. Bende onun yanına dini öğrenmeye gittim. O dini şöyle anlatıyordu.

Bir Allah

İki Ayla Gün

Üç Talak

Dört, Dört Kitap

Beş, Namaz

Altı, iman duası. Demek ki imanın şartlarını bilmiyorlardı. İman duası ile amentübillahiyi kast ediyorlardı. Ne zamana kadar ben bu iman duası nedir diye düşünmüştüm. Daha sonra anladım ki imanın erkanları yani amentü kast ediliyor.

Yedi, cennet kapısı

Sekiz cehennem kapısı

Dokuz, talak

On, Hak yani Allah demektir.

Bize hadi dinizi öğrendiniz. Din bundan ibarettir derdi. Cemal amcanın yanına gidip bunu öğrenenler; “Cemal amcaya gidip dini öğrendim” diyorlardı.

Oruç tutmayı çok istiyordum. Fakat küçüğüm diye beni kaldırmıyorlardı. Bende abimle aynı yatakta yattığımdan elimdeki ipi ona bağladım. O uyanınca ben de uyanabileyim diye. Fakat yine de bana tutturmuyorlardı. Bir gün sahura kalkıp oruç tutmayı başardım. Fakat gündüz çok sıcaktı. Dayanamadım su içtim. Bunun üzerine kefaret olarak yaz mevsiminde altmış bir gün oruç tuttum. Daha sonra Urfaya gittiğimde bana senin yaşın küçüktü. Sana zaten farz değildi, boşuna tuttun demişlerdir.

Babam, âlimleri çok severdi. İlme önem verir, bizim de okumamızı, âlim olarak insanlığa yararlı olmamızı çok arzu ederdi. Bu sebeple, bize ders vermesi için Molla Ali adındaki bir hocayı özel olarak getirdi. Bu; o günkü şartlarda kimsenin yapmadığı bir şeydi.

Ali Hoca bekârdı, önce onu evlendirdi. Sonra evinin geçimini temin etmesi, başkasına muhtaç olmaması için kendisine bir de bağ aldı. Hoca bana ve ağabeyime ders vermeye başladı. Eski usule göre Elifbayı okuyorduk. Daha Elifbayı bitirmeden babam şehit olarak vefat etti. Bundan sonra başımıza çok musibetler geldi. Bizim ailede eski düzen kalmadı. Zorunlu bazı haller, sıkıntılar yaşadık.

Aile geçimine katkıda bulunmak için çobanlık yapmaya başladım. Çobanlık yaparken yazı yazacak kâğıt ve kalem olmadığından düz satıhlı taşlar üzerine yine taşlarla yazı yazmaya çalışırdım. Böylelikle Osmanlıca alfabeyi sökerek okumayı öğrendim. Kendi kendime okumayı öğrendiğim için insanlar

-Bir çocuk var, hiç okula gitmemiş, ama okuma-yazma biliyor. “Hızır ona uykuda ders veriyor” derlerdi.

Bir yandan çobanlık yaparken bir yandan da Elifba’da okuduğum harfleri bir araya getirerek varlıkların isimlerini yazmaya çalışırdım. Bu yazdıklarımı okuma yazma bilenlere gösterir, yanlışları düzeltir, doğrusunu öğrenirdim. Bazen köye gelen misafirlerin yanına gider, onlardan da bir şeyler öğrenmeye çalışırdım. Böylece kendi kendime çalışarak mektup yazmayı, Osmanlıca kitapları okumayı öğrendim.

Akşamları köy odasında cenk kitabından okurdum, halk da dinlerdi. Bu arada Osmanlıca yazılmış olan, köyde bulabildiğim, MuhammediyeSîret-i Nebi, 40 Sual, Delâilu’l-Hayrat’ın şerhi olan Davud-u Antakî’nin kitabı Kara Davud, tasavvuf konusunu işleyen Müzzekki’n-Nüfus adlı kitapları mütalaa ettim. Buna benzer diğer bazı kitaplar daha okudum.

Daha çocuk denecek yaşta olmama rağmen, okuduğum kitaplardan etkilenerek tarikata girmeyi düşündüm. Yaşım küçüktü ama yine de işittiğim şeyhlerin ziyaretine gitmeye çalışırdım. Bende delikanlılığın heyecanı ve özellikle Müzzekki’n-Nüfus adlı kitapta, şeyhlerle ilgili olarak belirtilen alametleri, özellikleri ziyaret ettiğim şeyhlerde görmediğimden, onları beğenmiyor ve tarikata girmeyi de erteliyordum.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir