Bu sırada bir rüya gördüm: Rüyamda bir zat “İnna fetehna leken fethen mubin” suresini yaz ve üzerinde bulundur. Sırtın yere gelmez dedi. Sabahleyin köy hocasına gidip anlattım. Bana yazmasını rica ettim. Yazıp verdi. Bir süre daha çalıştıktan sonra yine bir rüya gördüm:
Kıyamet kopmuş kabirden kalkıp mahşer yerine doğru gidiyoruz. Ben yalnız olarak Şam’a doğru gidiyor, bir taraftan da ağlıyorum. Sakalı beyaz, yüzü nurani bir ihtiyar karşıma çıktı. Bana:
-Oğlum niçin ağlıyorsun? dedi. Ben kendisine:
-Sen derdime derman olamazsın! Sana ne anlatayım? Dedim.
Bu sözlerim üzerine, bana “hıh” diye darılarak geçti. O zaman onun gönlünü kırdığımı anladım. Kendisine durumumu izah edeyim diye düşündüm. Yanına giderek dedim ki:
-Haşre gidiyoruz. Hesabımız nasıl olacak endişesiyle ağlıyorum.
Bu açıklamam üzerine bana yönelerek şunları söyledi:
-O halde namazını kıl. Orucunu tut. Haramlardan sakın. Şayet yine bir sorun olursa bana gel dedi.
Böylesine iddialı ve moral verici sözü üzerine ben de dayanamayıp sordum:
-Sen kimsin ki bana böyle büyük bir vaatte bulunuyorsun!
Cevap benim için çok heyecan vericiydi:
-Ben Hızır’ım!
Böylece uykudan uyandım. Artık üzerimde farklı bir hal oluştu. İnsanlara bakıyordum. Bunların aklına hiç ölüm gelmiyor mu? Diye düşünüyordum. Bu rüya üzerine ilim tahsil etme isteğim yeniden alevlendi. Suriye’ye geçip okuma imkânı aramayı düşündüm. Fakat yedi seneden beri memleketten ayrıldığım için sıla-i rahim yapıp sonra Suriye’ye gitmeyi uygun buldum. Bu amaçla memlekete gittim.
Güzel elbiseler ve hediyelerle memlekete döndüm.
Kardeşim, akrabalarım, dayılarım beni karşıladılar. Hasret giderdik. Eski düşmanlık ve kin ateşi küllenmişti. Dayılarım bile yakınlık ve alaka gösterdiler. Kalmam için ısrar ettiler.
Ben kendilerine Suriye’ye okumaya gitmek istediğimi, ama gitmeden önce de, sılayı rahim için geldiğimi söyledim. Bu fikrimi beğenmediler, reddettiler:
-Seni evlendirelim, sen hiç çalışma her şeyi biz temin ederiz, bir daha gurbette gitme. Senin bizden, köyden ayrılmanı istemiyoruz, dediler. Evlendirmek için ısrar ettiler. Fakat duramıyordum. Okumak aşkı beni öylesine sarmıştı ki hiçbir iş ve yerde rahat ve sabet edemiyordum.
Günlerce beni ikna etmeye çalıştılar. Ben ise çok azimli ve ısrarlıydım. Gösterdikleri müşkülatlara, öne sürdükleri gerekçelere cevap veriyor, iddialarını çürütüyordum.
İKİNCİ RÜYA
Nihayet bir gece rüyada gökten bir ses geldi. Allah tarafından geldiğini zan ettim. Şöyle diyordu:
-Git!…
Senin gittiğin yol; Şeriat, tarikat, hakikat yoludur.
Bu kısa rüya beni çok etkiledi.
Birinci rüyadan sonra gördüğüm bu ikinci rüya, bana ne yapmam gerektiğini açıkça gösteriyordu.
Kur’an ve Tecvit okumaya karar verdim. Siverek Karacadağ’da bir zatın okutabileceğini söylediler. Seyyit olduğunu ancak o kapasitede olmadığını hatta biraz saf olduğunu gördüm. Fakat başka bir köyde başka bir zat olduğunu söylediler. Oraya gittim. Adam gerçekten ehildi. Çiftini sürmek, bağını bellemek suretiyle bana Kur’an öğretmesini rica ettim. Kabul etti. Kitaplarımı almak üzere eve geri döndüm.
Sabah olunca, akrabalarıma gideceğimi kesin olarak söyledim. Osmanlıca kitaplarımı sırtıma aldım. Yüküm epey ağır oldu. Suriye’ye giden bazı arkadaşlarla beraber yola çıktım.
Mevsim yazdı. Ben de oruçlu idim. Yokuş bir yoldan gidiyorduk. Suyu soğuk bir pınara geldik. Herkes su içti ben içmedim. Sanki Ramazan ayı gibi oruca önem veriyordum. Nihayet köye ulaştım. Fakat hoca kem küm etmeye başladı. Okutmak istemediğini anladım. Oradan ayrıldım.
Siverek’e geldikten sonra daha önce gelmiş olduğum Çerçili köyüne gittim. Şeyh Şefik Efendi’ye misafir oldum. Kendisine, Suriye’ye okumaya gideceğimi söyledim. O sırada bizim gibi misafir olarak bulunan amcasının oğlu Seyit Abdulkadir bana;
-Lisan bilmiyorsun, oraya gitmen tehlikelidir, tanıdık olmayınca başına bir iş gelir. Benimle gel, bizim köye gidelim. Bazı dostlarımız Suriye’den bize gelirler seni onlarla gönderirim, dedi.
Bunun üzerine kendisiyle beraber Karacadağ’da Koru denilen köylerine gittim. Oğlu Nurullah yanımda okumaya başladı. Elifbayı bitirip Kur’an-ı Kerim’e geçti.