(Çok yönlü bir İslam âliminin kırk yıllık ilmî çabasının öz mahsulü- Ufuk Dağlıoğlu’nun Seyda’dan tuttuğu notlar)
- İslâm Nedir?
Halk arasında birçok din bulunmaktadır. Şu hâlde Allah Teâlâ’nın razı olduğu din hangisidir?
Cevap: Kur’ân’da; “Muhakkak ki Allah katında din İslâm’dır”[1] buyurulmuştur. Allah Teâlâ’nın razı olduğu din İslâm ise islam kelimesinin anlamı nedir?
İslâm; memurun amirinin emrini itirazsız yerine getirmesidir. Memur amirinin emrini onu hoşnut etmek ve cezasından emin olmak için yerine getirir.
Şer’an İslâm; Resûlullah’ın (s.a.v.) getirdiklerine boyun eğmektir. İslâm; kulun kendisini/nefsini Rabbine onun emirlerine uyarak, yasakladıklarından kaçınarak teslim etmesidir. Bunları yaparken onun rızasını umar, azabından da korkar.
İman ile İslâm kelimeleri arasındaki nispet her ikisinin de tasdik edilme yönüyle bir olmasıdır. Mefhum olarak birbirlerinden farklıdırlar. İbn Hacer’in Cibrîl hadisini tahkikinde ifade ettiği gibi böyledir.[2]
- İslâm’ın Rükünleri Nelerdir?
Emin Er Hocamız İslam’ın rükünlerini tespit ederken Cibrîl hadisini esas almaktadır.
Cibrîl hadisinde yer alan “İslâm”ın rükünleri beştir:
- Nutku şehâdeteyn 2. Namaz kılmak 3. Zekât vermek 4. Oruç tutmak 5. Hac etmek.[3]
Din olarak İslâm’ın rükünleri ise üçtür:
- İman İslâm 3. İhsân
Emin Er Hocamız başka bir seferinde İslâm’ın rükünlerinin dört olduğunu ifade etmiştir:
- Tasdik İkrâr 3. Amel 4. İhlâs
Bu tasnifteki sayısal farklılığın sebebi imanın yerine rükünlerinin zikredilmiş olmasıdır. Ayrıca ihsân yerine de ihlâs kavramı ikame edilmiştir.
Buradan anlaşıldığı üzere İslâm’ın rüknü üçtür. Nitekim Cibrîl hadisinde Resûlullah (s.a.v.) Hz. Ömer’e; “O Cebrail idi. Size dininizi öğretmeye geldi”[4] buyurmasından da anlaşıldığı üzere İslâm dini üç temel esas üzere bina edilmiştir.
Şimdi sırasıyla bu rükünleri ele alalım.
C.1. İman.
1.1. İmanın tanımı.
Mehmet Emin Er Hocamız imanı şöyle tanımlamıştır:
التصديق الجازم بقطعي الدلالة و الثبوت بما علم من الدين بالضرورة تعظيما لله تعلى واجلالا له بدون رد و لا ظن ولا شك ولا وهم ولا خيال ولا استخفاف ولا توقف
İman; Allah Teâlâ’yı tazim ederek ve onu yücelterek, sübûtu ve delâleti kat‘î olan, zarûrât-ı dîniyyeyiden olan hususları ret, zan, şüphe, vehim, hayal, hafife alma ve tevakkuf olmaksızın kesin olarak tasdik etmektir.
Emin Er Hocamız imanı daha kısa ve öz şöyle tanımlamıştır:
تصديق النبي صلى الله عليه وسلم و ما جاء به
İman; Nebi’yi sallallâhu aleyhi ve sellem ve getirdiklerini tasdik etmektir.
Emin Er Hocamızın sürekli üzerinde durduğu ve “Benim kırk yılımı aldı” dediği tanım birinci tanımdır. Bu tanıma göre imanın var olabilmesi için kalbin kesin tasdiki önceliklidir. Dolayısıyla da imanı Allah Teâlâ’yı bilmek ya da amel etmek olarak tanımlayanların görüşlerine katılmamaktadır.
Kalp neyi tasdik edecektir? Sübûtu ve delâleti kat‘î olanları öncelikle tasdik edecektir.
Sübûtu kat‘î olanlar şunlardır:
- 2. Mütevâtir hadis. 3. Sahâbe icmâsı.
Bu üç hususun kapsamında yer almayan, “meşhur olmayan” bir şeyi reddeden mazur sayılır, kâfir olmaz.
Dinen bilinmiş olanların (zarûrât-ı dîniyyenin) kesin bir şekilde tasdiki gerektiğine göre zarûrât-ı dîniyye neleri içerisine almaktadır? Zarûrât-ı dîniyye herhangi bir araştırmaya, bir bilene sormaya gerek olmadan elde edilmiş olan dinî bilgilerdir. Örneğin erkân-ı sitte, günlük beş vakit namazın, Cuma namazının, Ramazan orucunun farziyeti, içkinin, kumarın, gıybetin haram olması, namazların sünnetleri, gün doğarken ve batarken namaz kılmanın mekruhluğu, hala ve teyze kızıyla evlenmenin mübah oluşu gibi hususlar zarûrât-ı dîniyyedendirler. Fakat uzmanlık gerektiren, araştırılmadan, ehil birine sorulmadan elde edilemeyecek dinî bilgiler zarûrât-ı dinîyye kapsamında olmadıkları için reddeden dinden çıkmış sayılmaz. Örneğin ölenin kızının mirastan bir hisse, oğlunun iki hisse alması gerektiği zarûrât-ı dinîyye kapsamındadır. Zira bu bilinen, meşhur bir konudur. Hatta bu konuyu kâfir bile bilmektedir. Ancak ölenin kızı ve bir de oğlunun kızı (torunu) varsa; kız mirastan 1/2 pay alırken, oğlun kızı 1/6 pay alacaktır. Birisi bunu reddetse kâfir olmaz. Çünkü bu zarûrât-ı dinîyyeden değildir. Bu konuyu ancak uzmanı bilebilir.
Farzı farz, haramı haram, mekruhu mekruh, sünneti sünnet, mübahı mübah olarak bilip kabul etmek imandır. Bunlardan birini kabul etmeyen dinden çıkar. Fakat burada çok mühim bir nokta vardır. Bütün mezhepler bir konunun hükmünde saydığımız bu beş hükümden birisi üzerinde ittifak etmişlerse o artık dindir ve reddeden dinden çıkar. Fakat bir mevzuda mezheplerden kimisi farz kimisi sünnet hükmü vermişse ve mükellef bu iki görüşten birini tercih etmişse dinden çıkmaz. Zira kabul edilmeyen hüküm din değil mezhebe ait içtihattır.
Dinen bilinenler (zarûrât-ı dinîyye) mütevâtir haberden daha güçlü bilgi ifade eder. Zira kimi mütevâtirler meşhur değildir. Halk bunları bilmez. Dolayısıyla da reddi küfür olmaz. Delilsiz bilmek delilli bilmekten efdaldir. Onun için gayba iman şuhûdî olandan üstündür.
Zarûrât-ı dinîyye kapsamına şunlar girmektedir:
- Erkân-ı sitte: 6 tanedir.
- İslâm’ın esasları: 5 tanedir.
- Namazın şart ve rükunları: 12 tanedir.
- Kalbî haramlar: 4 tanedir. Ucub, riya, hased, kibir.
- Kalbin farzları: 4 tanedir. Sabır, tevekkül, tefvîz[5] ve kadere rıza.
Zarûrât-ı dinîyye, meşhur şeyler bölgeden bölgeye değişebilir. Kimi dağ başında yaşar, kimi şehirde. Ulaşabildikleri dinî malumât bir değildir. Dolaysıyla da birine zaruri olan dinî bir mesele, bir diğerine zarûrî olmayabilir.[6] Mesela birisi gayr-ı İslâmî bir memlekette tesettür emrini bilmiyor ve reddetmişse kâfir olmaz. Dağ başında bir köyde yaşayan halk bir şeyhe tabidirler ve başkasını da bilmiyorlar. O da köylülere hala kızıyla evlenilmez diyor. Bu köylüler mazurdur. Zira onlar için bu, zarûrât-ı dinîyyeden değildir. Bulgar göçmenleri Türkiye’ye geldiklerinde; “Teyze kızıyla evlenmek haram” derlerdi. Onlar da mazurdurlar.
Ayet ve hadisle sabit olan ilim istidlâlîdir, zarûrî değildir. Fahrettin er-Râzi; “Herhangi bir ilim nakil ise onu inkâr etmek küfür olmadığı gibi, tasdiki de iman değildir” der. Saydı (avı) biliyoruz ama bu konudaki ayet ve hadisi bilmiyoruz. Bu deliller gerekmiyor. Zarûrât-ı dinîyye delilsiz biliniyor.
İlm-i zarûrî yakîn ifade eder. İcmâlî iman farz-ı ayndır.
İlm-i istidlâlî ise delillidir. Tafsîlî iman farz-ı kifâyedir. Zira tafsil detaydır ve ehlinin bilebileceği delillerle kâimdir.
“وما ينطق عن الهوى” “O hevasından söz söylemez.”[7] “بما انزل اليك وما انزل من قبلك” “Sana indirilene de senden önce indirilenlere de inanırlar.”[8] Bu iki ayet nelerin tasdik edilmesi gerektiğini icmâlen ortaya
[1] Âl-i İmrân 3/19.
[2] Muhammed Emin Er el-Mîrânî, Mecmûatu Resâili’d-Dîniyye fi’l-Ulûmi’l-Muhtelife, (Dımeşk: Dâru’l-Endülüs, 1431/2010), 109.
[3] “İslâm”ın rükünlerinin tafsilâtlı açıklamaları için bkz. Er, Mecmûatu Resâili’d-Dîniyye fi’l-Ulûmi’l-Muhtelife, 109-118.
[4] Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdillah eş-Şeybânî, el-Müsned, nşr. Şuayb el-Arnaût (Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1421/2001), 1/315-316.
[5] Tefvîz; kişinin sonucunun hayır mı şer mi olduğunu kestiremediği bir hususu Yüce Allah’a havale etmesidir. Mümin suresi 44. ayet bu ahlakî erdemin elde edilebilmesi için delil niteliğindedir. “Siz benim söylediklerimi sonra anlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını görür, gözetir.”
[6] Bu görüşün benzeri İmam Nevevî’nin şerhinde de yer almıştır. Şöyle ki: “Bir kişi İslâm dininde zarûrî olarak bilinen şeyleri inkâr ederse mürtedliğine ve küfrüne hükmolunur. Ancak İslâm dinine yakın bir zamanda girmişse veya uzak çöllük bir alanda büyümüşse istisnadır. O kişiye zarûrât-ı dinîyyeden olan husus anlatılır. Şayet yanlış görüşünde ısrar ediyorsa küfrüne hükmolunur. Zina etmek, içki içmek, adam öldürmek gibi haramlıkları zarûrî olarak bilinenler de böyledir.” Bkz. Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. Mürî en-Nevevî, el-Minhâc fî şerhi Sahihi Muslim b. Haccac, (Beyrut: Dâru ihyâi’t-turâsi’l-arabî, 1392), 1/150.
[7] en-Necm 53/3.
[8] el-Bakara 2/4.