Konuşanlar : İsmail L. Çakan, Mustafa Eriş, Ahmet Maraşlı, Abdullah Sert, H. Kâmil Yılmaz
25 yaşında ilim tahsiline başladım. Medreselerde 6-7 senede biten Emsile, Bina Maksud, İzzi, Merah’ve Kafiye’yi 1 senede, ezberledim. Kur’an-ı Kerim’i 30 yaşlarında okuyabildim.
Seyahatten muradımız müslümanları görmek, ziyaret etmek, ne yapıyorlar durumları nasıldır, tesbitlerde bulunmaktı.
* * *
BİR DÜNYA TURU DÖNÜŞÜNDE
mehmet emin er Hoca ile bir seyahatten dönüşlerinde görüştük, 11 ay önce Türkiye’den ayrılmışlar, henüz dönüyorlardı. Avrupa, Amerika, Asya ve kısmen Afrika’yı kapsayan aşağı-yukarı bir yıllık bir seyahat. Bir yıllık yurttan ayrılış… Dile kolay.
Hoca 73 yaşında. İlerlemiş yaşlarına rağmen, kendi ifadeleriyle “Müslümanların durumunu görmek, ne yapıyorlar, durumları nasıldır” tesbit etmek için yola koyulmuşlar. Neredeyse bir dünya turu.
İşte bu uzun seyahatten döndüğü günler içerisinde Hoca’yı Altınoluk’a davet ettik. Kırmayıp, teşrif ettiler. Allah kendilerinden razı olsun. Bir öğleden sonra sohbetinde, hem seyahat intibalarını dinlemek, hem de mehmet emin er Hoca’yı okuyucularımıza tanıtmak için tesbitlerde bulunma imkanı elde ettik.
Hoca’nın seyahat intibaları, çok değişik şartlar içerisinde yaşayan müslümanlarla ilgili tesbitleri ihtiva ediyor. Bunlar arasında hristiyan bir toplum içerisine şu veya bu şekilde yerleşmiş müslüman koloniler var… Gurbetteki Türk veya başka milletlerden müslüman işçiler mesela…
Hoca bunların şahsında, gayrı müslim bir toplum içerisinde, bir müslümanın yaşama şartlarını tesbit etme imkanı bulmuş. Sonra mühtedi topluluklar.. Bunların eski cemiyetleri ile ilişkileri, İslamı öğrenme iştiyakları, kimi zaman çaresizlikleri. Kimi zaman göz yaşartıcı gayretleri. Hoca Pakistan’da Tebliğ Cemaati içerisinde bulunmuş. Tebliğ Cemaati ile ilgili gözlemleri hayli dikkat çekici. Hoca Afganistan dağlarında yürümüş.
Mücahitlerle… Silah kuşanmış. Onlarla birlikte sofraya oturmuş. Bomba sesleri dinlemiş…
11 ay uzun bir zaman gibi gözüküyor. Oysa İslam dünyasının içinde dolaştığınızda bu zaman size, belki sadece kuş bakışı izlenimler verebiliyor. “İslam dünyası” deyip geçtiğimiz klişe, ne büyük bir dünyayı kapsıyor halbuki. İşte şurdan, Trakya’dan yola çıkıyorsunuz ve mozaiğin bir parçası başlıyor. Koca yer küre, İslam açısından böyle bir mozaiği andırıyor. Mozaiğin her rengi, bünyesinde, farklı bir dünyayı barındırıyor. İslamî tavırları, problemleri.. dış dünya ile ilişkileri.. Acıları.. sevinçleri ile.. mehmet emin er Hoca ile sohbetimizde bu dünyalardan belki kısa enstantaneler sunabileceğiz. İsterseniz sohbete, Hoca’nın yetişme şartlarından başlayalım.
25 YAŞINA KADAR…
-1914 yılında Diyarbakır Çermik’te doğdum. Bizim memleketlerde o zaman çocuklarını küçük yazdıranlar bahtiyardırlar. Bizi de 1919 doğumlu göstermişler.
Okumak, Diyarbakır – Çermik’te doğan bir çocuk için zor iş. Okuma çağı gelip geçiyor. Oysa mehmet emin er‘in kitaba ulaşması, o şartlarda imkansız. Okumak için şartları zorlamak lazımdır. Diyor ki Hoca:
13 yaşındaydım. İlim tahsil etmek için Suriye’ye gitmek üzere memleketten çıktım”. Ancak muvaffak olamadım.
Bu, bir çocuğun, etrafını çeviren duvarları aşmak için ilk çırpınışı ve ilk düşüşü. Bu çırpınış ve düşüşler taa 25 yaşına kadar devam ediyor. Bu zamana kadar mehmet emin er‘in yaptığı sadece yazı yazmayı öğrenmektir. Henüz okumayı bile bilmemektedir. 25 yaşında bir hoca ile tanışıyor ve ilmin bir ucundan tutuyor. Ondan sonrası, sanki uçsuz bucaksız bir deryada, dinmek bilmeyen bir enerji ile sonsuz kulaçlar atmaktır. Hoca, adeta kaybettiği zamanları yeniden kazanmak için çırpınmaktadır.
24 saatte sadece dört saat uyuyordum. Emsile, Bina, Maksud, İzzi, Merah, Kafiye… Bütün bunları bir yılda ezberledim. Bunlar, bizim oralardaki medreselerde 6-7 senede biterdi. Ben bir senede Molla Cami’ye yetiştim.
İlk Hocanız kimdi?
İlk Hocam Derik Müftüsü idi. Daha sonra Molla Abdüssamet adında bir Hoca’ya devam ettim.
SURİYE GÜNLERİ
Bir yıllık kesif çabadan sonra gönlüne Suriye’ye gitme isteği doğuyor. Tahsiline orada devam etmek istiyor. Ahmed-i Hazene isimli bir alimden ve şeyhten söz ediliyor. Ona gidecek, hem ilim tahsil edecek, hem de gönlü yatarsa intisab edecek.
İkinci Cihan Harbi yılları. Herkes perişan. Yola düşüyor.
18 gün ekmek yüzü görmedik, diyor Hoca. Sadece hurma ile iktifa ettik. Çok izdihamlar çektik.
Hoca Suriye’ye varıyor. Ahmet-i Hazene’yi buluyor. Ancak uzun süre görüşmek mümkün olmuyor. Sonunda Ahmed-Hazene, Hoca’yı, en yetişmiş talebesi Abdürrezzak Efendi’ye teslim ediyor. Hoca’nın da beklediği budur. Bu, hem tahsil için hem de intisap için ölçüdür Hoca nezdinde. Bir yandan Ahmed-i Hazene’ye intisap ederken, diğer hafta da derslere başlıyor. Abdürrezzak Efendi’den ikibuçuk yıl ders alıyor ve Türkiye’ye dönmek için izin istiyor. Hoca’nın bu dönem için tespiti şu:
Türkiye’deki ilmi orada bulamadım.
Türkiye’ye döndükten sonra, Avine Köyünde ikamet eden, Bediüzzaman’ın da yakın dostu olan Molla Abdullah Aveni isimli bir Şeyh efendi’nin yanına yerleşiyor. Ondan mantık okuyor.
Burada her talebeye istidadına göre müstakil dersler veriliyor. Hoca, bir senede buradaki tahsilini tamamlıyor. Abdullah Efendi, Mehmed Emin Hoca’yı evlendirmeyi teklif ediyor. Hoca’nın niyeti ise Mısır’a gitmek ve Kur’an’ı orada öğrenmektir.
Kur’an’ı henüz okumamıştım, diyor Hoca. Yaşım 30 civarındaydı.
Abdullah Aveni’nin ısrarı üzerine orada evleniyor. Sonra Sert’e gidiyor ve Şeyh Şerafettin’in yanında Farsça ve Kur’an öğreniyor. 33 günde Kur’an’ı hatmediyor. Oradan Bitlis’e, Şeyh Maşuk’a gidiyor. Halil Gönenç Hoca’ya icazet veren Şeyh Maşuk’tan icazet alıyor. Bitlis’ten de Gaziantep’e geçiyor ve Şeyh Maşuk’tan aldığı icazetle ders vermeye başlıyor.
RESMİ GÖREV
Hoca’ya resmi görev alıp almadığını soruyoruz:
Resmî görev almak istemiyorduk, Merhum Şeyh Efendi de istemiyordu. Bunun için 25 sene fahri imamlık ve müezzinlik yaptık. Bir yere gittiğimizde ev var mı, talebe var mı tamam. Bazı yerlerde, şafii halk çok olduğu için arkadaşlara öşr vermek isterlerdi. Merhum Bediüzzaman’ı ziyarete gittim. Sorduğum sorulardan birisi bu konuda idi: Bizim memlekette zekat ile imamlık yapyorlar. Biz de mi öyle yapalım. Ücret ile mi yapalım, yoksa başka bir zattan mı alalım, şeklinde sordum. “Ücrette mihnet vardır. Zekat ile yaparsınız” dedi. Cenabı Allah, sizin rızkınızı onların elinde göndermiştir. Zekatta mal onların değildir.” dedi. Sonra, resmi görevliler, “Kadroya geçmezseniz sizin köye imam göndereceğiz”, dediler. Düşündük, başka bir yere de gitsek aynı durumla karşılaşacağız. Onun için ilkokul imtihanına girdik. Diploma aldık ve kadroya geçtik. 5 sene de kadrolu olarak çalıştık ve emekliye ayrıldık.
Hoca’nın uzun bir süre öğrenci yetiştirdiğini, Ankara’da da, kendilerine başvuran kişilere bir şeyler öğretmek için çırpındığını biliyoruz.
Hocam öğrenci yetiştirme çalışmalarınız ne durumda?
Hoca bu konuda biraz dertli. Ankara’daki çalışmalarının yakın zamanlara kadar devam ettiğini, ancak öğrencilerde gevşeklik gördüğü, yeterli ilim heyecanını bulamadığı için, devamda aksamalar görüldüğü için, Hoca derslere ara veriyor. Zaten, seyahata çıkış da bu zamana rastlıyor.
...VE SEYAHAT:
İLK DURAK AVRUPA
Sohbetimiz seyahatleri üzerine devam ediyor. Acaba niçin böylesine uzun bir seyahat?
Niyetimiz esasında müslümanları görmek, ziyaret etmek, ne yapıyorlar, durumları nasıldır tesbitlerde bulunmak… Böyle bir niyetle yola çıktık.
İlk durak Avrupa ülkeleri. Önce Danimarka, sonra İsveç, sonra Almanya, peşinden Hollanda ve Fransa… Gittikleri her yerde, cami varsa camide, dernek varsa dernekte, ev varsa evde, cemaat cemaat müslümanları ziyaret ediyor. Hiçbir cemaat gücendirmemeye dikkat gösteriyor. Hoca’nınAvrupa’daki müslümanlarla ilgili gözlemleri şu noktalarda toplanıyor:
İslami Cemaatlerin Durumu
- İslamî cemaatler, İslam’ın bütün kardeşleştirici telkinlerine rağmen dağınık. Her cemaat istiyor ki mehmet emin er Hoca kendi camilerine gelsin, orada görünsün, orada konuşsun. Hoca, bütün cemaatleri ziyaret ediyor, onlara kardeş olmalarını birlik ve beraberlik içinde bulunmalarını öğütlüyor. Hoca’nın gayretleriyle cemaatler arasında gönül yakınlıkları teşekkül ediyor.
İslam Dışı Şartlardan Etkilenme
- Hoca’nın ikinci tesbiti, Avrupa’da yaşayan müslümanların, çevrenin yoğun gayrı islamî şartlarından etkilenmiş olmaları. Hoca, bunların değişik türleriyle karşılaşıyor. Çünkü her biri davranışının İslam’daki yorumunu soruyor Hoca’ya. Bir bağ kalmış İslam’la arasında ama, bu öy-lesine yıpranmış ki… Hoca bunların kimileri için “Dinini dünyaya satıyor” ifadesini kullanıyor: Kocasından habersiz, bir Alman’dan çocuğu olan Türk kadını: Hocam acaba intihar etmem mi gerekir?- diye soruyor Hoca’ya. İşsiz kalan Türklerin insan haysiyetini ayaklar altına alan davranışları. Çalışan Türk kadınlara karşı izzeti nefsi rencide eden muameleler “Bir sürü vahim durum” Hoca’nın ifadesiyle… “İslamî eğitimleri çok çok sınırlı toplulukları, böylesine gayri islamî bir cenderenin içine atarsanız sonuç ne olacaktı!” gibi soruyor Avrupa’nın bugünkü görünümü müslümanlara.
İslamî Müessese Kıtlığı
- Hoca’nın üçüncü tesbiti, müslümanların, müslümanca bir günlük hayat için bile gerekli müesseselerden yoksun oluşu. Özellikle yiyecek alanında büyük bir tedirginlik söz konusu. Hoca;
Bazıları müslümanların et ihtiyacı için mezbaha açmış. Ancak pahalı satıyor. Onun için müslümanlar bile, başkalarından satın alıyor. Bunları elimizden geldiği, dilimiz döndüğü kadar ikaz ettik. Hem satanları hem alanları.
Hoca’nın anlattıklarından sonra, islam’ın en basitinden en giriftine kadar her alanda kendine has müesseselere ihtiyaç gösterdiğini, bunun bütünüyle gayri İslamî şartlarla çevrilmiş bir muhitte daha iyi anlaşıldığını düşünüyoruz.
VER ELİNİ AMERİKA
Avrupa’dan sonra ver elini Amerika. Amerika’da dört ayrı şehri geziyor Hoca. Bir ay içinde birer hafta ile… Evleri ziyaret ediyor, camileri ziyaret ediyor, konuşuyor, sorulara cevap veriyor. Burası da Avrupa’ya benzer sorular getiriyor Hoca’nın önüne. Özellikle ihtida hareketleri dikkatini çekiyor hoca’nın. Mühtedi müslümanların getirdiği sorular, bir hayli yekun tutuyor çünkü. Hocanın unutamadığı ve cevaplandıramadığı bir soru şu:
Türkiye’de müslüman yok mudur? Arabi geliyor, Acemi geliyor, Türk gelmiyor.
Hoca’nın Amerika ile izlenimleri bir hayli müsbet:
Amerika’daki müslümanlar arasında muhabbet gördüm. Büyük ayrılıklar yok. Ayrıca müslümanlar da bir hayli serbestçe yaşayabiliyorlar. Mesela bir müslüman öğrenci başını örtebiliyor. Yüksek okullarda okuyabiliyor. Bir öğretmen müdahale etse, öğretmeni cezalandırıyorlar. Yalnız Amerika İslam’ın bir devlet sistemi olarak düşünülmesinin aleyhinde. Bir camide, birisi bu yönde bir konuşma yapmış, hemen müslüman ülke konsolosları şikayet etmiş. O şekilde konuşanları bir daha camiye almamışlar. Cuma günü dahil. Polisler ablukaya alıyorlar. Amerika’da devletten bahsetme de, istersen ev kur, istersen köy. Yalnız devlete karışma. Amerika İslamî devletten bahsedeni kendisine harbetmiş kabul ediyor.
PAKİSTAN: TEBLİĞ CEMAATİ HAKKINDA
Amerika’dan sonraki durak Pakistan. Hoca’nın Pakistan’dan pek çok izlenimi var. Bunların bize en ilgi çekici geleni Tebliğ Cemaati hakkındaki tesbitleri. İsterseniz bunları Hoca’dan bizzat dinleyelim:
Pakistan’da Tebliğ Cemaatini ziyaret ettim. Bunların gayesini imanda yakin hasıl etmek, Allah’ın emirlerini ifa, nehiylerinden kaçınmak ve talebe yetiştirmek olarak tesbit ettim.
Her gün 70-100 arasında cemaat yolcu ediyorlar. Her cemaatte 13-15 kişi var. Sanki, dersiniz bir askerlik ocağı. Çantası, elbisesi, her şeyi hazır. İsimleri okunanca hemen harekete geçiriyorlar. Her cemaate bir “Emir” tayin ediliyor. Emîr iyi Urduca bilmiyorsa yanına bir tercüman veriyorlar. Öğleden önce isimler okunuyor. Kimin ismi okunursa, kalkıyor, musafahasını yapıyor. Emîrin bildirdiği saatte hepsi toplanıyor. Sonra yola çıkıyorlar. İkişer ikişer Ne çok yavaş,ne hızlı,emir arkadaşlarına şöyle konuşuyor:
“Ben sizin hayırlınız değilim. Fakat beni emir tayin etmişlerdir. Tâ ki sünnete uygun olsun, Kararlarımız istişare ile olacaktır.
Vasıtaya biniyorlar ve dua okuyorlar. Bir şehre vardıkları zaman orada bir merkez vardır. Merkeze gidiliyor. Merkez bunları misafir ediyor. O merkezin de bir yönetici heyeti vardır. Onlar toplanıyor. “Bunlar burada 10 gün kalacaktır. 2 gün camiler, 2 gün falanca yer, 2 gün falanca yer diye gün taksimi yapıyorlar. Belirlenen cami veya başka yerlere gidiyorlar. Eşyalarını koyup, halka halinde oturuyorlar. Emir arkadaşları ile istişare ediyor. Herkes fikrini söylüyor. Görev taksimi yapılıyor. “Emîr” yemek işini kim yapacak “diye sorunca herkes el kaldırıyor. Emîr onlardan ikisine yemek yapma işini veriyor. Emir 4 kişiyi ev ev dolaşmakla görevlendiriyor.
Evlere tebliğ için görevlendirilenler, çıkarken tekrar dua ediyorlar. Eve vardıkları zaman kapıyı çalıyorlar. Hepsi arkasını dönüyor. Kapıyı bir kadın açabilir düşüncesiyle. Kadın çıkarsa kocası soruluyor. Falanca camiye teşrif etsin” diye not bırakılıyor. Eğer evin sahibi çıkarsa, bir kişi konuşuyor diğeri tercüme ediyor. Sadece konuşan evin sahibi ile musafaha yapıyor. Konuşandan başka hiçbir adamın gözüne bakmıyor. Böyle kapı kapı dolaşıp, “Falan yerden müslüman kardeşlerimiz gelmiş. Falan camide sohbet edecekler. Teşrif ederseniz menun oluruz diye söyleyerek ayrılıyorlar. Yolda devamlı “Sübhanallah” “Elhamdülillah” ve “Lailahe İllallah” diyerek tesbihatta bulunuyorlar. Verilen görevleri yerine getirdikten sonra “Biz belki İslam’ın tebliğini gereğince yapamadık diyerek tevbe ve istiğfar ediyorlar ve camiye dönüyorlar. Camiye dönünce emir, “Bugün siyeri kim okuyacak” diye soruyor. Herkes başkasını gösteriyor. Emîr birisini tayin ediyor. Gece teheccüt namazı kılıyorlar. Birinin eğer çok önemli bir işi çıkarsa onu tek gönrmiyorlar. Cemaatin içinde her türden insan var. Zengin-fakir, genç-yaşlı, asker, doktor, mühendis v.s. Hayatlarını “ilim ve zikir” çevresinde değerlendiriyorlar. “Zikir ilmin ışığıdır” diyorlar. Camide toplanan cemaatle müslümanın 24 saatini nasıl değerledirmesi gerektiği konuşuluyor. 100 defa “lailaheillallah” 100 defa “Salavatı şerife‘i 100 defa istiğfar getiriliyor. Daha sonra müslümanların birbirlerine ikramda bulunmalarından bahsediliyor. Sonra tebliğin fazileti. Daha sonra cemaatin içerisinden şahısların isimleri yazılıyor. Bu cemaate uzun süre gelenler merkeze gönderiliyor. Bakıyorsunuz aksama kadar’ merkeze400-500 kişi gelmiş. Gelenler orada bir-iki gün konuşmaları dinliyorlar. Büyük ictimalar oluyor. Bu sene Pakistan’daki içtimada 1 milyona yakın insan vardı. 45 ülkeden insan vardı. 1 milyon insana hizmet veriliyordu.
MÜCAHİTLERİN SAFLARINDA
mehmet emin er Hoca, Tebliğ Cemaati’nin faaliyetlerini büyük gıbta ile anlatıyor. Pakistan’dan sonra 2 aylık bir Bangladeş ziyareti. Oradan tekrar Pakistan’a dönüyorlar. Pakistan’da ikinci ziyaret yeri Afgan Mücahitlerinin kampları. Hoca, yüzyılımızın bu şanlı cihadının gönüllüleri ile görüşüyor. Hoca’nın gönlünde, hala, şehadet tutkunu o insanların mübarek hatıraları var. Onlarla birlikte silah kuşanmış, onlarla birlikte cephede yol katetmiş olmayı bile bir büyük şeref payesi gibi taşıyor yüreğinde.
Ramazan günleri idi. Güneş tepemizde. Mücahidlerin hepsi oruçlu. Üzerlerinde ağır teçhizat var. Rusların topları 15 km’lik Mücahidlerin ki 10 km. Buna rağmen Allah mücahidlere nusrat veriyor. Mücahitlerin hali çok perişan. Yemeklerinde yağ yok. Üstleri başları perişan. 1 aylık mesafede cepheler var. Buralara yaya gidiyorlar. Yiyecekleri bitince ot yiyorlar. Afganistan cihadı, Allah’ın lütfü île devam ediyor.
Pakistan’dan sonra Suudi Arabistan. 3 ay orada temaslarda bulunuyor. Sonra da Mısır. Mısır’da ilk ziyaret İmam Şafii Hazretlerinin kabirlerine. Sonra Şeyh Zekeriya Ensari, sonra Selahaddin-i Eyyubi… Ve Ezher. Ezher’de okuyan Türk talebelerle görüşmeler, Ezher’in eski hocalarına ziyaretler.
mehmet emin er Hoca’ya son olarak, seyahati hakkında genel bir değerlendirme yapmasını istirham ediyoruz. Hoca düşünüyor. Lahor’daki bir ziyaretini hatırlayarak şöyle konuşuyor:
Lahor’da bir alimin ziyaretine gittim. Yaşlı bir insan. Evinde inzivada. Kendisine “Türkiye’den bir alim gelmiş” diye söylemişler. Çok memnun kalmış. Sohbetimiz arasında bir olay anlattı:
İngiltere Hindistan’ı işgal ettiği zaman yol bahanesi ile camileri tahrip etti. Bir cami, tarihi değeri çok büyük bir eserdi. Onu da yıkmak istediler. Kim engel olmaya kalkıştı ise öldürdüler. Müslümanlar kime başvurdu ise netice alamadı. Sonundan Osmanlılara başvurmayı düşündüler. Osmanlılar bir mektupla meseleyi halettiler. İngilizler yıkımı durdurdu. Şimdi Pakistan’da pek çok insan “Umudunuz orada” diyor. Onlar asırlarca İslama hizmet etmişler. Türkiye, Ruslar önünde bir set..Bu, Pakistan için de çok önemli İslamın geleceği için Türk milleti bir ümiddir.’Evet, gezdiğim her yerde. Türkiye’ye bir ümit gibi bakan insanlar gördüm.
Altınoluk 1987