Zamanımızda tarihe şahitlik etmiş Türkiye Dünyanın birçok ülkesinde eserleri yayınlanan Fıkıh ve benzeri ilimler de söz sahibi Muhammed Emin Er hocamızı Hastanede ziyaret ederek Tarihe ışık tutacak medreseler konusunda röportaj yaptık. Hocamız rahatsızlığında bile Haccın menasikleri konusunda kitap yazmak için notlar tutuyordu. Başucunda notlarına şahitlik ettik. Rabbim Hocamıza sağlıklı ve bereketli ömür versin. Okurlarımıza ve dostlarımıza selam ve duaları oldu. Bizde kendilerine duacıyız.
Milli Şuur: Muhterem Hocam, öncelikle kısaca sizi tanıyalım.
Muhammed Emin Er: Milâdî 1914, hicrî 1332 tarihinde, Birinci Dünya Savaşı başlangıcında Diyarbakır’ın Çermik kazasının Külüyan (yeni ismi Kalaş) köyünde dünyaya geldim. Henüz dört-beş yaşlarımdayken annem Havva hanım vefat etti.
Babam da âlimleri çok severdi. Bizim de okuyup alim olmamızı çok isterdi. Bu amaçla bizlere ders vermesi için bir hoca getirmişti. Hocanın bütün masraflarını karşıladı. Ben ve büyük kardeşim Ali, bu hocadan Elifbâ okumaya başladık. Ancak Elifbâ bitmeden babamız vefât etti. İlk olarak üvey annemin sonra da ağabeyimin yanında hayatıma devam ettim.
İlme olan sevdamdan dolayı, Kur’ân okumayı ve ilim öğrenmeyi nasîb etmesi için her zaman Allah’u Teâlâ’ya dua ederdim. Her fırsatta kendisinden faydalanabilecek bir ilim sahibi olduğunu duyduğum insanların peşinden koşardım. O zamanlar İslamî harfler yürürlükten kaldırılmıştı. Kur’ân ve İslamî ilimleri ögrenmek yasaklanmıştı. Özellikle Arap dili ve ilimleri ile ilgili bilgi sahibi olan kimseler memleketimizde zaten yoktu. Kimse kendi evinde bile olsa çocuklarına Kur’ân öğretemiyordu.
Bu nedenlerle Suriye’ye gidip İslamî ilimleri öğrenmek için yola çıktım. Suriye’de bir müddet ilim tahsilinde bulunduktan sonra geri dönüp tahsilime Türkiye’de devam ettim. İlim tahsilime başladığımda henüz 25 yaşında idim. Memleketimde İslamî eğitimde takip edilen usûl gereği Sarf ilmini öğrenerek tahsile başladım. Medreselerde 6-7 senede biten Emsile, Bina Maksud, İzzi, Merah’ve Kafiye’yi 1 senede, ezberledim. Kur’an-ı Kerim’i 30 yaşlarında okuyabildim.
Milli Şuur: Hocam bugün sizinle medreseler hakkında bir röportaj yapmak istiyoruz. Ama öncelikle sizin medresede almış olduğunuz eğitim ile başlayabilir miyiz?
Muhammed Emin Er: Suriye’de ilk olarak Ahmet-i Hazene’yi buldum. Ahmed-Hazene, beni kendi talebesi Abdürrezzak Efendi’ye teslim etti. Benim isteğim de bu yöndeydi. Bir yandan Ahmed-i Hazene’ye intisap ederken, diğer hafta da derslere başlamıştım. Abdürrezzak Efendi’den ikibuçuk yıl ders aldım ve Türkiye’ye dönmek için izin istedim.
Milli Şuur: Hocam medrese eğitiminiz boyunca hangi dersleri aldığınızdan bahseder misiniz?
Muhammed Emin Er: Kur’an-ı Kerim, Tecvid, tefsir, fıkıh, feraiz, sarf, nahv, mantık, istiare, vadc, münazara, beyan, meani, bedic, usulu’l-fıkh, usulu’l-hadis, kelam ilimlerini üzerine okudum.
Milli Şuur: Peki bu dersleri aldığınız hocalardan bazılarını bizimle paylaşır mısınız?
Muhammed Emin Er: Mardin‘e bağlı Derik müftüsü olan el-Üstâz el-âlim el-âmil el-müftî Molla Hasan el-Tahvîkî hocamdan Sarf ilimini; Siirt’in Garza kazasından olan el-Üstâz el-âlim el-âmil Molla Rasul hocamdan Nahv ilminin bazı konularını; yine Siirt’in Garza kazasından el-Üstaz el-âlim el-âmil Molla Abdussamed hocamdan Nahv ve Sarf ilimlerini; Aslen Van iline bağlı Serhad’dan olan daha sonra Diyarbakır’a taşınmış olan el-Üstâz el-âlim el-âmil Molla Abdullah Mantık, Vad, İstiâre, Âdâb, Meâni, Beyân, Bedî, Usûlu’d-din ve Usûl-u Fıkıh ilimlerini; Halebe bağlı Amud kazasından olan el-Üstâz el-âlim el-âmil Molla Abdulhâlim hocamdan Fıkıh ve bazı Nahiv meselelerini; Mardin’in Halili köyünden Şeyh Ahmed Haznevî’nin halifesi olan el-Üstâz el-âlim el-âmil Molla Şeyh Abdurrezzak hocamdan Bazı Nahiv meselelerini; el-Üstâz el-âlim el-âmil Molla Hâfız Hacı Haydar Efendiden Kur’ân-ı Kerim derslerini; Siirt’in Fursa köyünden Şeyh Hazin’in torunu olan el-Üstâz el-âlim el-âmil Molla Şeyh Zeynelâbidin hocamdan Tecvid ve Mahâric-i hurûf (Arapça harflerin telaffuzu) ilimlerini; Siirt’in Tillo’ya yakın Fürsa köyünden el-Üstâz el-âlim el-âmil Molla Şeyh Şerefuddin Fursâvi hocamdan Kelam ilmini; Bitlis’in Nurşin köyünden Şeyh Masum El-Nurşînî’nin oğlu ve Şeyh Ahmed Haznevî’nin halifesi olan el-Üstâz el-âlim el-âmil Molla Şeyh Muhammed Maşuk hocamdan Kelam ilmini öğrenme fırsatını buldum.
Milli Şuur: Hocam bugün medreselerin önemine dair tartışmalar yeniden canlandı. Devlet medreseleri yıllarca ihmal etmesinin büyük bir hata olduğunun farkına vardı. Çünkü medresenin desteklenmediği bir ülkede İslam’ın halkla olan bağı koparılmış oluyordu. Bu doğrultuda Türkiye’deki medreseleri tarihini özellikle Doğu’daki medreseleri kısaca ele alabilir miyiz?
Muhammed Emin Er: Türkiye’nin Doğu bölgesinde kökleri 10. Yüzyıla kadar giden Selahaddin Eyyubi’nin kurdurduğu Kürt medreseleri vardı. Selahattin Eyyubi’nin bölgede kurduğu medreseler ve vakıflar Kürtler arasında ilmin gelişmesine yol açmıştır. Bu medrese geleneği o günden bugüne kadar ulaşmayı başarmıştır. 1. Dünya Savaşı öncesine kadar pek çok Kürt medresesi vardı. Cizre’de, Botan beylerinin medresesi (Medresa Sor), Müks’teki Hesenê Weli Bey’in medresesi, Van’daki Şikal, Bitlis Hizan’daki Xeyda Medresesi, Beyazıt, Çolemerik, yine Van’daki Bediüzzaman Said Nursi, Bitlis, Norşin, Muş, Oxin, Silvan, Diyarbekir, Tillo, Musul ve Zaho medreseleri ünlüydü. Siirt’te Mela Xelilê Serti’nin medresesi de bu medreselerden aşağı değildi.
Cumhuriyet döneminde batıdaki medreseler kapatılırken, doğudaki medreseler bir anlamda yeraltına çekildiler. Devletin de göz yumması ile faaliyetlerine gayri resmi olarak devam ettiler. Bölgede eğitimin zayıf olması ve devletin buralarla ilgilenmemesi medreseleri tek ilim yuvası haline getirmiştir. Bugün eğer bölgede dini hayat hala canlı ise ve Kürtler, ulusalcılık fikrine kapılmamışlarsa bunda medreselerin büyük rolü olmuştur. Cumhuriyet dönemindeki laik inkılaplara karşı en büyük tepkide yine medreselerde ortaya çıktı. Bir Şeyh Said isyanı ulusalcı isyan değil, dini ve ümmetçi isyandı. Kürt isyanını yapanların çoğunun (ikisi hariç) medrese kökenli olması devletin bu kurumlardan çekinmesine neden olmuştur. Bu da medreselerin kapatılması için en önemli nedendir.
Milli Şuur: Peki medreseler nasıl bir idari yapıya sahipti?
Muhammed Emin Er: Medreseler, kurucusu veya onun ailesi tarafından idare edilir. Medreselerin ihtiyaçlarının çoğu, bölge halkı tarafından karşılanır. Genelde bu gelirler zekâtlardan oluşmaktadır. Bir anlamda halk zekâtlarını bölgedeki şeyhe ve medreseye vermektedirler. Öte yandan Medrese talebeleri anlamına gelen Fakilerin ihtiyaçları da bu zekat gelirlerinden karşılanır. Medreselerde mezun olan (icaze alan) talebeler, bölgedeki köylerde imamlık yaptıkları gibi, kendi bölgedeki çocukların eğitimiyle de ilgilenmektedirler. Onların masrafları da bulundukları köylülerce karşılanmaktadır.
Milli Şuur: Fakiler konusuna girdiğimize göre, medreselerdeki eğitim ile ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?
Muhammed Emin Er: Kürtlerin çoğunluğu şafi olduğundan medreselerde ağırlıklı olarak şafi fıkhı okutulurdu. Fakat Hanefi Kürtler ve Türkler için Hanefi fıkhı dersleri de verilirdi. Daha sonraki dönemlerde, talebelerin Hanefi köylerde de imamlık yapacağı düşünülerek, düşük yoğunlukta da olsa Hanefi fıkhı okutulmuştur. Medreslerde genelde özgür bir eğitim ortamı vardı. Medreselerde okutulan ilimler şunlardır: Kur’ân-ı Kerim, Tecvid, Arap dil bilgisi (Sarf-Nahiv),Tefsir, Fıkıh, Ferâiz, Mantık, İstiâre, Vad’, Münâzara, Beyân, Meânî, Bedi’, Usûlu’d-din (Akâid), Usûlu’l-fıkh, Usûlu’l-hadis, Kelâm, Belâgat (söz sanatı), tasavvuf, hadis, siyer okutulurdu. Arapça’nın yanında Kürtçe, Farsça ve Osmanlıca da öğretilirdi. Eğitim dili Kürtçe ve Arapça’dır. Türk öğrenciler için Türkçe’de ders verilirdi. Tabiî ki hocanın Türkçe’ye hakim olması durumunda bu geçerliydi. Türkçesi zayıf olan bir hoca Türk öğrencilere Arapça ders verirdi. Onlar için Kürtçe öğrenme veya Kürtçe dersi alma gibi bir durum söz konusu bile olmazdı. Medreseye gelen ve Kürtçe bilmeyen öğrenciye Türkçe bilen bir öğrenci Arapça dersleri verir, zamanla Arapça öğrendiğinde artık dersleri doğrudan Arapça alırdı. Dini ilimlerin yanında Yunan felsefesi, matematik, geometri, tarih, coğrafya ve fen ilimleri de okutulurdu. Hatta 19. yüzyılın sonunda hukuk, psikoloji ve uluslar arası ilişkiler de okutulmuştur. Bu durum, medreselere yönelik yapılan çağın gerisinde kaldılar eleştirisinin ne kadar yersiz olduğunu göstermektedir. Üstelik medreselerde bütün bu dönüşümler kendiliğinden olmuş, devlet desteği veya yönlendirmesi olmamıştır. Devletin olumlu desteği ve yönlendirmesi olsaydı buradaki eğitim seviyesinin ne kadar yükseleceğini görmemek mümkün değildir.
Medreselerde eğitim ilköğretimden yüksek öğretime kadar verilmektedir. Yani, okuma – yazma, kur’an, hesap, tarih, coğrafya ilimleri ile ilköğretim seviyesinde eğitim verilirken, yüksek öğretim konuları daha derinlikliydi. Medreselerde eğitim yıllara göre değil kitaplara göreydi. Günümüz üniversitelerde de derslere göre eğitim verilip, ders geçme sistemi uygulanırken, medreseler bunu daha da ileri düzeye götürmüş doğrudan kitap geçme sistemini uygulamışlardır. Bu durum, öğrenmeden bir üst kitaba geçişi engellemiştir. En önemli faydası da kişinin çalışması ve yeteneğine göre eğitim hayatı sürmüştür. Eğitimin süresi çalışkan ve zekiler için 7-8 diğerleri için 15-20 yıla kadar sürmektedir. Eğitimin sonunda icaze (diploma) verilirdi. Bu diploma, kuşaktan kuşağa aktarılarak peygambere kadar ulaştırılırdı. Diplomanın böyle manevi bir yönü de bulunmaktaydı.
Milli Şuur: Bugün dünyanın her tarafında eğitim ile ilgili konularda müfredat en büyük tartışma konusunu oluşturmaktadır. Bu doğrultuda acaba medreselerde okutulan kitaplar hangileriydi?
Muhammed Emin Er: Medreselerde okutulan kitaplar okullara ve bölgelere göre değişiklik gösterse de tüm medreselerde halen geçerliliğini koruyan kitaplar şunlardır: Emsile (Sarf), Binâ (Sarf), Maksûd (Sarf), ‘Îzzî (Sarf), Birgivî’nin ‘Avâmili (Nahv), İzhâr (Nahv), Kâfiye (Nahv), Curcâni’nin ‘Avâmili (Nahv), Zurûf (Nahv), Terkîb (Nahv), Sa’dullâh (Nahv), Şerh’ul-Muğnî (Nahv), Merâh (Sarf), Dinkûs Şerhu’l-Merâh (Sarf), Hallu’l-Ma’âqıd (Nahv), Sa’dullah şerh’ul-Enmûzec (Nahv), Netâic Şerhu’l-Izhâr (Nahv), Câmi Şerhu’l-Kâfiye (Nahv), Molla Cami (Nahiv), İsâgûci (Mantık), Husâm Kâti (Mantık), Muhyiddin (Mantık), Fenârî (Mantık), Kavl-i Ahmed (Mantık), Risâlât-i ‘Isâm (İstiâre), Risâle-i Ebî Bekir-i Sûri (İsti’âre), Risâle-i Semerkandî (Vad’), Risâle-i Ebî Bekir (Vad’), Velediyye (Âdâb), Uluğ (Âdâb), Mes’ûdî (Âdâb), Abdulğafûr (Nahv), Abdulhakîm (Nahv), Şerh-u Şemsiye (Mantık), Muhtasaru’l-Ma’âni (Me’âni, Beyân, Bedi’), Mahallî Şerh-u Cem’ il-Cevâmic (Usûlu’d-Din ve Usûlu’l-Fıkıh), Şerhu’l-Akâid (Kelam), Multekâ (Fıkıh), Minhâc (Fıkıh), Celâleyn (Tefsir), Ferâiz (Miras Hukuku), Karabaş (Tecvid), Cezerî (Tecvid).
Milli Şuur: Tabi medreselerin en önemli özelliklerinden birisi de sanıyorum ki sadece dini ilimler değil, dini ilimlerin yanında diğer ilimlerin de Fakilere öğretilmesiydi, değil mi?
Muhammed Emin Er: Medreselerde yüksek bir ilmi seviye bulunmuştur. Burada sadece dini ilimler öğretilmez tıp, felsefe ve pozitif ilimler de öğretilirdi. Mele, gittiği köyde aynı zamanda bu konudaki bilileriyle de köylüye yardımcı olurdu. Medreselerde bu dönemlerde çeşitli buluşlar da yapılmış, mühendislik ve tıp alanında da çalışılmıştır. Burada Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Ebul İz ibni İsmail el-Cezeri (1136-1206) gibi büyük âlimler de yetişmiştir.
Ebul İz’in yaptığı çalışmaları incelediğimizde medreselerdeki seviyeyi daha yakından görmüş oluruz. O, Dünyada ilk robotu yapan insandır. Elektrik kullanmadan sadece su ve mekanik parçalarla çalışan makineler yapmış ve günlük hayata geçirmiş olağanüstü bir biliminsanıdır ve Cizrelidir. Cizre Medresesinde yetişmiştir. Neden buluşları bu kadar önemlidir? İlk olarak mekanizmalar zamanının çok ötesindedirler. Enerji kaynağı, yönetim mekanizması ve feedback (geribesleme) sistemlerinin tümünün su, buhar gücü ve havanın itiş gücü ile yapılmış olması mucize gibidir. Üstelik tüm buluşlar insanımsı, estetik değerlere sahiptir. Ayrıca buluşları hayal ürünü değildir. Alman Profesörü Widemann tarafından tekrar üretilip çalıştırılmışlardır. Yazdığı kitabul hiyel’den örneklere bakacak olursak; Otomatik Kuşlar, Filli saat, Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar, Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh, Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem, İki bölümlü testi (termos), Otomatik su akıtma, ikramda bulunma ve kurulama makinası, Su çarkı kepçe mekanizması, Motor-kompresör mekanizması, Su çarkı su dolabı bunlar arasındadır.
Diğer önemli bilgin Mecduddin İbnü’l-Esir (544-606/1149-1210)’dir. Önemli bir eser olan En-Nihaye ve Camiu’l-Usûl gibi günümüzde de hala önemini koruyan eserler yazmıştır.
İzzeddin İbnü’l-Esir (555-630/1160-1233) de Mecduddin’in kardeşidir. En önemli eseri günümüzün de kaynak eseri olan el-Kamil isimli 10 ciltlik tarih kitabıdır. İslam tarihinin önemli tarihçilerindendir. Ziyâeddin İbnü’l-Esir (558-637/1163-1239); İbn-i Esir kardeşlerinden üçüncüsüdür. Eserleri; El- Meselü’s-Sair fi edebi’l-Katibi ve’ş-Şair, El-Veşyü’l-Merküm fi Halli’l-Manzüm, El-Cami’ül-Kebir fi Sinaeteyil-Manzümi mine’l-Kelami ve-l Mensur, El-Burhan fi ılmi’l-Beyan, Risaletü’l-Ezhar, Mü’nisü’l-Vahde, Resailü ibnü’l-Esir.
Milli Şuur: Sayın Hocam bize kıymetli vaktinizi ayırdığınız için çok müteşekkiriz.