ÖNEMLİ BİR UYARI: Bu ropörtaj Milli Gazete tarafından 1985 yılında yapılmıştı. Bu dönemde İran devrimi yeni olduğun tüm Müslümanlar gibi Seyda da hüsnü zan besliyordu. Fakat daha sonra yapılanlar ve İran seyahati sonucunda gördükleri sonucunda İran ve Hümeyni ile ilgili fikirleri değişti. Sitemizde daha sonra konuyla ilgili ropörtaj ve yazılarında bunu görebilirsiniz. Bu ropörtajı daha sonraki fikir değişimi ile birlikte okunmasında fayda vardır.
Bazıları, madem görüşleri değişti o halde bunu yayınlamayalım diye düşünebilir, ama bizim için Seyda’nın fikir hayatının seyrini takip açısından önemli olduğu gibi, bu ropörtaj internette hala bulunabileceği ve insanların yanılgıya düşeceğini düşünerek bizim de yayınlamış daha iyi olur. (İbrahim Halil ER)
—
Özellikle İslam dergisindeki fıkhi meselelerle ilgili yazılarıyla okurların aşina oldukları Emin Er hoca ile, bir süre önce yine bu sütunlarda yayınladığımız Hucctü’l İslam Ahmed Sabri Hamedani ile yaptığımız mülakattaki konular üzerine konuştuk. Sözünü ettiğimiz konuşmada geçen hususlar bir bakıma Ehli Sünnet nazarından yaklaşmak istedik.
M.Emin Er Hoca, son zamanlarda ülkemizde yetişen değerli Ehli Sünnet alimlerinden biridir. Aşağıda kendi ifadeleriyle vereceğimiz biyoğrafisinde de görüleceği gibi, “Kur’an-ı Kerim cüzlerinin ceket altlarında saklanarak gezildiği, İslam tedrisatının Jandarma kontrolünde yasak edildiği” bir devirde çeşitli zorluklarla okumuş, ders vermiş ve sayısı belirsiz çoklukta öğrenci yetiştirmiş bir alimdir.
…..
Ankara’da ikametine devam eden, 7 çocuk babası M. Emin Er Hocaefendi’yi konuşmaz için evine yaptığımız ziyarette kitaplarının arasında bulduk. Bir tevafuk sonucu, Şia alimlerinden birinin eserini tetkik ederken gördüğümüz hocamızla, yukarda da belirttiğimiz gibi Şiilik ve Ehli Sünnet arasındaki bazı meselelere ana hatlarıyla değinmek istedik. Konuların bu sütunlarda duyurunca ve ayrıntılı şekliyle sunulması takdir edilir ki uzun zaman geniş bir yer alır. Bu itibarla kısaca vermeye çalıştığımız meseleleri, daha geniş araştırmalara vesile olmasını dileyerek sunuyoruz.
Soru: Şiilik ve Ehli Sünnet nedir, nereden kaynaklanmaktadır?
Cevap: Şii, kelime itibariyle taraftar, yardımcı taife manasına gelmektedir. Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de de vardır. Bir peygambere tabi olanlar “…peygamberin şiileri” denilirdi. Hz. Ali’yi sevenlere, O’na tabi olanlara şii denilmiştir. Şiiliği kısaca Ehli Beytin ifrat dercede sevilmesidir diyebiliriz.
Peygamber Efendimizin vefatından sonra sahabilerden bazıları hilafete Hz. Ali’i daha layık görmüşlerdi. Ancak Hz. Ali’yi hilafete layık görenlerle diğer sahabiler arasında büyük ölçüde bir ihtilaf doğmamış ve ekseriyet Hz. Ebubekir’e biat etmişlerdi. Yani o sıralarda bir Şiilik davası zuhur etmemişti. Ancak Hz.Ali’nin hilafeliğini isteyenler, manen Şiiliğin esasını teşkil etmişlerdi. Şiiliğin tesmiye ile zuhuru, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında cereyan eden olaylardan sonradır. Hz. Ali’ye bağlı olanlara asıl o vakit şii denilmişti.
Şiiliğin, şiilerin karşısında olanlara Ehli Sünnet denilmiştir. Ancak Ehli Sünnetin tesmiye edilmesi de o vakitlerde değil, daha sonraları, Mutezile’nin zuhurundan sonra ortaya çıkmıştır. Bütün sahabileri itidal derecede seven, aklın her şeye vakıf olamayacağını, şeriatın iyi dediği iyi, kötü dediği kötüdür inancını taşıyan, tabirden de anlaşılacağı gibi sünnete bağlı olanlara Ehli Sünnet denilmiştir.
S: Şiilerin Ehli Sünnetten ayrıldıkları başlıca itikadi ve ameli hususlar nelerdir?
C: Şiilerin Ehli Sünnetten ayrıldıkları ilk nokta Hz. Ali’nin hilafeti konusudur. Şiiler Hz. Ali’nin Peygamber Efendimizin vasisi olduğunu ve peygamberden sonra hilafetin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu kabul eder. Ümmetin en eftalinin Hz. Ali olduğunu, Hz. Ali’nin hilafetinden sonra hakkın Hz. Hasan, Hz. Hüseyin daha sonraları da Zeynel Abidin, Muhammed Bakır, Caferi Sadık’ın olduğunu söylerler.
Caferi Sadık’tan sonra şiiler 20 taifeye ayrılmışlardır. Bunlardan bazıları küre kadar gitmişlerdir. Küfre girmeyenler Ehli Ehva, Ehli Biad denilmiştir. Bunlar Ehil Kıble olarak kabul edilmiştir.
S: 20 Taife içinde Ehli Sünnete en yakın olan hangisidir?
C: Ehli Sünnete en yakın olan Zeydiye’dir. Zeydiye’nin kurucusu olan Zeyd, Zeynel Abidin’in oğlu ve Ebu Hanife’nin hocalarındandır. Bu mezhebin salikleri sahabileri sverler. Mezheplerinde bulamadıkları konularda Ebu Hanife’yi taklit ederler. En yakın bunlardır.
S: Evet farklılıklar efendim?
C: Şiilerin kendi aralarında birleştikleri, fakat Ehli Sünnetten ayrıldıkları ilk nokta hilafet konusudur. Onlar hilafetin seçimle değil, irsiyetle olduğu görüşündeler. Halifeliğe en layık Hz. Ali, daha sonra Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve diğerleri… Bu itikatta kendi aralarında birlemektedirler.
Ehli Sünnete göre ise irsiyetle değil, seçimledir. Müslümanların çoğunluğu kimi istiyorlarsa, kimi uygun görüyorsa; büyük suleha ve ulemanın tamamı veya ekseriyeti kimi uygun görüyorsa onunun seçilmesi gerekir. İtikat bakımından Ehli Sünnet ile Şia burada ayrılmaktadırlar.
Ehli Sünnet İmamları itikatta, Eş’ari ve Maturudi, amelde de Ebu Hanife, Şafii, Hanbeli ve Maliki’dir. Şiiler ise; Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Muhammed Bakır, Caferi Sadık ve diğerlerine bağlıdırlar. Şiiler, Ehli Sünnetten daha ziyade imamlarına mutidirler. Kendi imamlarından gelen şeylere, rivayet ettikleri şeylere kati surette riayet ederler. Ehli Sünnette böyle değildir. Ehli Sünnet, ravileri seçer, adaleti, tarihi hayatı nasıldır diye araştırır. Şiiler böyle yapmaksızın Ehli Beytin naklettiklerini hemen kabul ederler.
Hadislerin rivayetlerinde, şii imamların masum kabul ettiklerinden dolayı onların rivayet ettiklerinin tümünü kabul ederler. Halbuki Ehli Sünnet, rivayet silsilesini araştırır, kesin olanları alır, olmayanlara munkatidir der. Yani bir hadisin sahih, mevsuk olup olmaması konusunda Ehli Sünnet tahkik ederken, hatta tartışma yaparken, Şiiler kendi imamlarından rivayet edilmişse -onların masumiyetine inandıkları için- kati sağlam nazarıyla bakarlar. Görüldüğü gibi Şiiler İmamlarına muti olmaları sebebiyle bir hadisin sağlamlık derecesini araştırmaya gerek görmezler.
S: Ameli yönden farklılıklardan biri, mesela namazda kıyamdayken ellerini bağlamayıp yana salıvermeleri… Bunun hükmü nedir?
C: Bilindiği gibi namazda el bağlamıyorlar. Bunun bir mahzuru yoktur. Malikiler de bağlamıyor… Üç mezhep elleri bağlarken onlar salıyorlar. Çünkü, ellerinin bağlanması bir nassa dayanmıyor.
Abdest konusunda bir farklılık var. Şiiler ayakları yıkamayıp sadece mesh ediyorlar. Konu ile ilgili ayeti kerimeyi öyle tefsir ediyorlar. Buna karşılık Ehli Sünnet, ayakların yıkanmasını farz olarak kabul etmektedir. Ayrıca ayağa met giymezler. Giydiklerinde de yine onu çıkarıp ayağı mesh ederler.
Bunların benzeri farklılıklar var. İmam masum olacaktır şiilere göre. Ehli Sünnete göre ise değildir. Ve benzeri ayrılıklar… Fakat onları küfre görecek şeyleri yoktur. Zekat Ehli Sünnette var, onlarda da var. Hac, Ramazan orucu Ehli Sünnette de var, şiilerde de. İçki, kumar, zina Şiilerde de, Ehli Sünnette de haramdır. Böyle bir çok konuda ihtilaf yoktur. Fakat bazı içtihadi farklılıklar vardır.
S: Efendim çok koşulan bir husus da Şiilerin namazda taş üzerine secde etmeleri. Bu konudaki düşünceleriniz?
C: Hac sırasında bir şii alimiyle karşılaşmıştık. Ona “niçin taşı takdis ediyorsunuz? Neden taşa secde ediyorsunuz? Kerbela’dan getiriyorsunuz?” diye sormuştuk. Bize cevaben dedi ki; “Bu taş değil topraktır. Ayrıca Kerbela’ya da ait değildir. Nereye ait olursa olsun bizim için fark etmez. Yeter ki toprak olsun.” Bu arada bıçakla elindeki taşı kazıdı. Taş sandığımız şeyin toprak olduğunu gördük. O devam etti: “Namazda insanın alnının toprağa gelmesi daha eftaldir. Bunun için biz toprak üzerine secde ediyoruz.” Bu, Ehli Sünnette de böyledir. Yani yer temiz olursa, toprak üzerinde kılmak daha eftaldir. Mesela namaz kılınacak temiz toprak üzerinde eğer rahatsızlık verecek bir şey yoksa alnın toprağa gelmesi daha eftaldır. O zat, işte bu suale bu şekilde cevap vermişti. “Toprak üzerinde namaz kılmayı daha eftal gördüğümüz için, yanımızda taşıdığımız toprağı secde yerine koyuyoruz. Alnımızın toprağa değmesiyle meydana gelecek sevaba nail olalım. Namazın sıhhatiyle ilgili değil, yani bu olmadan da namaz sahih olur inancına sahibiz.”
Aynı zat, bazen su bulamadıklarında yanında bulundurdukları toprak parçasını bıçakla kazıyarak teyemmüm ettiklerini de söylemişti. O zatın verdiği cevapta görüldüğü gibi bunda bir tapınma maksatları yok ise de böyle bir uygulama Asrı Saadette de yoktur. Dolayısıyla netice itibariyle yaptıkları bidaattır.
S: Efendim, Resulullah (sav) zamanında namaz kılınan yerlerde halı, kilim ve enzeri şeyler yok muydu? Yani toprak üzerinde mi namaz kılınıyordu?
C: Evet. Bilindiği gibi Peygamber Efendimizin ilk namaz kıldıkları Mescidi Nebevi’de yerde kılınıyordu. Yani toprak üzerinde. Bilahare hasır serildi. Şimdilerde ise halı… Giderek daha fantezi oluyor.
S: Şiilerin Hz. Ali (ra)’ye buyurdukları büyük sevginin tezahürlerinden bsiri de ezanda okudukları “Aliyyün Veliyullah” ifadesinde görülüyor. Bu cümleyi okumalarının sebebini “Biz Hz. Ali’yi ne Allah, ne de Allah’ın düşmanı olarak kabul edenlere katılmadığımızı belirmek için Ali Allah’ın dostudur” diyoruz şeklinde açıklıyorlar. Bu konuda sizin görüşleriniz?
C: Ala külli hal, ezanda Aliyyun veliyullah demeleri; sadece bidaattan sayılır. Küfre mucip bir ifade değildir. Mana itibariyle veli olması da haktır. Yani Ali Allah’ın velisidir. Fakat namazda, ezanda söylenmesi bidattir.
- İranlı Müslümanların Ehli Sünnet’e yakınlıkları ne derecededir?
C: Onlar sahabilerin bir çoğunu sevmiyorlar. Hz. Ali’nin tarafını tutmayanları, Ali ile harb edenleri sevmiyorlar. Hatta avamdan olanları içinde sahabilere dil uzatılması vakidir. Onlarca Hz. Ebubekir Sıddık’ın, Hulefa-i Selesenin halifelikleri hak değildir. Yine onlarca hak, sahibi olmayanlara verildiği için bir haksızlık yapılmış, Ehli Beyte zulmedilmiştir. Böyle demektedirler. Yalnız bu inançları onları küfre sokmamaktadır. Ehli Beyti sevmek konusunda ifrata gitmişlerdir. Esasen Hz. Ali’yi çok sevmelerinden dolayı diğer sahabileri sevmemektedirler. Sahibelir seviyoruz deseler de sözlerinde takiye vardır.
S: Takiye nedir efendindim?
C: Kur’an’dan anlaşıldığına göre, bir zaruret halinde müsamahat göstermek, kalben ise aksini düşünmek.
S: Bir de Mut’a Nihakı meselesi var. Bu nedir efendim?
C: Şiilerin caiz gördükleri ve bedel karşılığında yapılan geçici nikahtır. İslamiyetin bidayetinde, İslam henüz zayıf iken hücumlar oluyordu. Sahabiler evlenmek, aile kurmak gibi şeylerle meşgul olsalardı harplerde muvaffak olamayacaklardı. İşte o sıralarda zarurete dayanılarak mut’a nikahı caiz görüldü.
Bu nikah, bir iki ay mühlet için bedel karşılığında bir kadınla muvakkaten nikahlanmaktı. Müddet dolunca birbirlerinden ayrılıyorlardı. Hayber gününde Peygamberimiz bunun haram kılındığını bildirdi. Yani sahabiler kuvvetlendiğinde Mut’a nikahı haram oldu. O sıralarda İbni Abbas, (bir rivayete göre Peygamberin Mut’a nikahını yasakladığını işitmiştir.) geç zamana kadar Mut’anın geçerli olmadığı konusunda nassın olmadığına kaildi. Bundan dolayı nikahın geçerli olması yönünde fetva verirdi. Bilahare sahabilerden bazıları İbni Abbas’a “Halk senin fetvalarla geçici nikah yapıyor. Oysa biz Peygamber’den Mut’a nikahının men edildiğini duyduk” demeleri üzerine sabittir ki, İbni Abbas düşüncesinden dönmüştür. Şiilere göre ise İbni Abbas dönmemiş, bu sözlere muhalefet etmiştir. İşte buna dayanılarak şimdiye kadar şiilerce caiz görülmüştür. Şu an bilmiyorum ama, Humeyni’nin bunu İran’da kaldırdığı söyleniyor.
Bu düşünce de küfre mucip değildir. Çünkü bir sahabinin kavline dayanıyorlar. Ehli Sünnete göre İbni Abbas’ın da kararından rücu ettiği sabittir. Ehli Sünnet, 4 mezhep, İbni Abbas’ın da rücu ettiği ve bu nedenle Mut’a nikahının haram olduğunu kabul etmektedir.
S: Ayetullah Humeyni hakkındaki düşüncelerinizi de öğrenebilir miyiz?
C: Hz. Ömer (ra)’in buyurduğu gibi, bir insan biriyle münasebet içinde olmazsa, komşuluk yapmazsa onu yakından tanıyamaz. Humeyni’yi yakından tanımıyoruz. Fakat bazı eserlerini gördük, okuduk. Bu eserlerinden biliyoruz ki alimdir. İslamiyete hizmeti olan ve hizmet etmek isteyenlerdendir. İnşaallah Şiilik taassabu içinde değildir. İyi tarafı şudur ki, İslam’ın hükümlerini icra etmek için cihat etti.
S: Müceddid olduğun söyleniyor.
C: Böyle söylenmesinin bir mahzuru yoktur. Müceddid dünyada bir tane değildir. Hatta her memlekette bir müceddidin bulunması mümkündür. Müceddid bilindiği gibi bidaatları kaldırır. Bazı terkedilmiş ahkamları yeniden ikame eder. Şiilere göre belki de müceddittir.
S: Teşekkür ederim efendim.
[1] Milli Gazete, 9-10 Ağustos 1985, Röpörtajı Yapan, Fatih AĞAN, Ankara