İSLAM: Sigorta meselesi aslında Türkiye’yi aşan bir meseledir. İslam aleminde son 1,5 asırdır gündeme gelen bu konuda değişik mütalaalar yürütülmektedir. helaldir diyenler olduğu gibi, haramdır diyenler de olmuştur. Ne dersiniz?
M. Emin ER: Sigorta hakkında söylediğiniz gibi çeşitli sorular gelmektedir. Bu konuda üç farklı görüş ileri sürülmüştür.
a) Mutlaka helaldir
b) Mutlaka ve her çeşidiyle haramdır. Kumar türündendir.
c) Bir bölümü helal, bir bölümü haramdır diyorlar.
Biz de bu üç görüşü incelerken, yaptığımız araştırmalarda oluşan kanaat “sigorta caiz değildir” diyenlerin görüşlerinin kuvvetli olduğudur. Sigortanın her türüne haramdır diyenleri tahlil ettiğimizde onların daha fakih ve daha takvalı olduğunu görmekteyiz.
İSLAM: Suriye ulemasından Dr. Mustafa ez-Zerka ile Mısır ulemasından Muhammed Abduh, Şeltut, Dr. Muhammed el-Behiyy gibi kimseler sigorta şirketinin bir yardımlaşma şirketi olduğuna ve dolayısıyla meşruluğuna hükmetmişlerdir. mütalaalarında; “sigorta akdi bir satış akdi değil, mağdur olan kimselerin musibetlerini hafifletip onlara yardım elini uzatmak için yapılan yardımlaşma ve dayanışma akdidir. Hangi tür sigorta olursa olsun hüküm böyledir” diyorlar…
M. Emin ER: Bu kişilerin “sigorta yardımlaşma ve dayanışma müessesesidir, dolayısıyla mübahtır” görüşleri doğru değildir. Çünkü bunu yardımlaşma müessesesi olarak kabul etsek, bankaya yatırılan paraların faizlerinin alınmasını, piyango vb. şeyleri de aynı vasıflarla vasıflandırmamız gerekir. Oysa sigorta bir faiz müessesesi ve gayri meşru olarak toplanan paraların merkezidir. Sigorta bir çeşit kumar işlemidir. iştirakçi her yıl belli bir miktar sigorta şirketine para ödemektedir. Malı telef olduğunda bedelini sigorta şirketinden almaktadır. Böylece piyangodan kazanmış gibi olmaktadır. Malı telef olmazsa sigortaya ödediği primler boşa gitmekte ve sigorta şirketi kazanmaktadır.
Ayrıca faiz işlemi de tahakkuk etmektedir. Çünkü muhtemel de olsa daha fala para alma gayesiyle sigortaya para yatırılmaktadır. Bir milyonluk malın beş milyona sigorta edilmesi ve bir kayıp neticesi bu paranın tazmini gibi…
İSLAM: Sigortanın mübahlığını ileri sürenler bu iş bir “maslahattır” diyorlar. Sigorta maslahat olabilir mi?
M. Emin ER: Maslahat; bir nassla çatışmayacak ve zulüm olmayacaktır. Bu konuda Ayet, Hadis, icma kıyas, yani meşhur dört delil bulunmadığı müddetçe maslahat yapılabilir. Yoksa maslahattır diyerek, haşa genelevlerin ve bu tür yerlerin de mübah olması gerekir. Gençleri zinadan korumak, namuslu kadınları muhafaza etmek diyerek genelevler vb. yerlere gidişi maslahat kabul edebilir miyiz? Allah muhafaza.
İSLAM: “Eşya aslında helaldir” görüşünden hareketle sigortaya mübahtır diyenler var…
M. Emin ER: Yalnız bu kaide “meskutu anhu” denilen şeyde cari olur. Meskutu anh: Resulullah s.a.s. bir konuda haram ve helali belli eder ve bir kısım şeye de sükut edilir, sükut edilen şey helal olur. Bu yüzden bu kaidenin şartları vardır. Külli bir kaide değildir. Her konuda bu kaideyle hareket edecek olursak dalalete gideriz. sigorta bu kaidenin dışındadır.
İSLAM: Yaşadığımız çağda sigorta bütün dünyada yaygın bir haldedir. Sigorta neredeyse “zaruret” halindedir. “Zaruretler yasak olan şeyleri mubah kılar” kaidesi sigortayı helal kılar diyenler de var…
M. Emin ER: Sorunuzdaki husus önemli. Ancak hak olan bir şey haksız bir yerde kullanılmaz. Evet, zaruret haramı helal kılar ama bunun şartları vardır. Çok zorunlu olduğunda ve başka yiyecek bulunmadığından dolayı domuz eti helal kılınmıştır. O da dikkat edilirse ölmeyecek kadar bir miktar zaruret olarak gösterilmiştir. yoksa zaruretler yasak olan şeyleri mubah kılar der ve bunun şartlarını düşünmezsek, önümüze gelen her harama helaldir diyerek fetvalar üretebiliriz. Allah muhafaza eylesin.
Sigorta son birbuçuk iki asırdır gündemdedir. Ondan önce sigorta yoktu ve sigorta problemi de yoktu. Herkes çok rahat geçiniyor, yiyor içiyordu. Zaruret söz konusu değildi. Bunu batılılar çıkardı ve İslam alemine sanki zaruretmiş gibi gösterdi. Aslında tam bir sömürü aletidir ve zulme dayanır.
İSLAM: Bir de efendim sigorta örf haline, gelenek haline gelmiştir. İmam-ı Azam Ebu Hanife de örfü delil olarak kabul etmiştir. Bu yüzden sigorta caizdir görüşünde olanlar var…
M. Emin ER: Bilmiyorum artık bunlara ne demeli? Her örf delil olamaz. Örf umumi olmalı ve Şer’i delillere muhalefet etmemelidir. Örftür diyerek her kes içki içtiği için bizim de mi içmemiz lazım? Herkes açık gezdiği için bizim de mi açık gezmemiz lazım? Bu delili ileri sürenler cahillerin de cahilidir.
İSLAM: Bir de şirketler hukuku açısından konuya yaklaşıp: “sigorta akdi mudaraba kabilinden bir akiddir” diyenler var. Mudaraba akdi nedir? Sigorta buna dahil midir?
M. Emin ER: Bu delili ileri sürenler herhalde mudarebe akdini bilmiyorlar. Muderebe’de bir kişi parayı verir, diğeri de ticaret yapar. Kar zarar ortaklığı vardır. Dilediği zaman taraflardan biri anlaşmayı bozabilir ve parasını geri alabilir. Sermaye sahibinin mülkünden çıkmaz ve yine onun mülkü sayılır. Fakat sigortada durum böyle değildir. Mal, para sahibinin elinden çıkar ve bir daha geri alamaz. Sigortada kar zarar ortaklığı olmadığı gibi, prim yatıranlar parasını istedikleri zaman geri alamazlar. Yani mudarebe akdi ile hiçbir ilgisi yoktur.
İSLAM: İslam hukukunda taahhüd caizdir. Sigorta da bir nevi taahhüd akdi gibi “eğer benim evim yanarsa sen bunu ödersin, yanmazsa ben sana bu kadar öderim” gibi. Kısaca taahhüde kıyasen sigortaya caiz denilebilir mi?
M. Emin ER: İslam fıkhında insanın bir anlaşma yaptığında ne kadar alacağı ve ne kadar vereceği bellidir. Belirtilmediği zaman kumar olur. “Bir taşı belli miktar ve değerdeki şeylerin üzerine atıp hangisinin üzerinde kalırsa o benimdir demenin” yasak olduğunu Peygamber (sav) bildirmiştir. Çünkü taşı attığı zaman hangi şeyin üzerine düşeceği, düştüğü şeyin miktarı ve değeri belli olmuyor. Bu yüzden caiz değildir. Taahhüd akdinde ne zaman ve ne kadar neyi alacağı bellidir. Sigortada bunların hepsinde belirsizlik vardır.
İSLAM: Af edersiniz, bir ara soru sormak istiyoruz. Kurban bayramlarında genellikle uygulanır. Büyük baş hayvan kurban edenler, onu paylaşırlarken ayrılmış olan etlerin üzerlerine işaret taşı bırakarak o etleri kendilerine alıyorlar.
M. Emin ER: Bu söylediğiniz farklı bir konudur ve caizdir. Çünkü eşit miktarlarda ve eşit değerlerdeki etlerin üzerlerine taşla kuralama söz konusudur. Bu kuradan önce kurbana ortak olanlar zaten etleri kaç hisse varsa ona göre rıza ile eşit miktarlara bölmüşlerdir. Hissedarlar arasında ne zarar ve ne de kar vardır. Ayrıca gönüllerin tatmini de vardır.
İSLAM: Bir de imameynin görüşü olarak hemen her yerde sorulan bir soru var. İslam ahkamı tatbik edilmeyen yerlerde gayri Müslimlerin veya ehli irtidadın kurduğu bir şirketten sigorta tazminatı alınabilir mi?
M. Emin ER: Buna ancak iki şartla evet denilebilir. Birinci şart; Ebu Hanife ile İmam Muhammed arasındadır. Bir müslümana dar-ı harbde islamın haram kıldığı bazı şeyler, (faiz, sigorta) gibi helal olabilir. O da Müslüman ile gayri Müslim arasındadır. Müslüman ile Müslüman arasında bu husus geçerli değildir.
İSLAM: Yani mekan darı- harb olduğu gibi, muhatap da harbi kafir olacak, öyle mi olacak efendim?
M. Emin ER: Evet, bu görüş İmam Azam ile İmam Muhammed arasındadır. Delilleri “harb diyarında gayri müslimlerin malları – razı olarak – Müslümanlara helaldir” hadis-i şerifidir. İmam Ebu Yusuf, İmam Malik, İmam Şafi ve İmam Hanbel bu görüşte değillerdir. “Faizler ve diğer haramlar umum olarak gelmiştir, zaman ve mekanı belli edilmemiştir. Dolayısıyla dar-ı harb ve dar-ı İslam hükümleri ayrı ayrıdır denemez” demişlerdir. Hatta imam Şafi ebu Hanife’nin hadisine “delil olamaz, çünkü mürsel hadistir” diyerek bu görüşüne karşı çıkmıştır. Fakat buna cevap verilerek ve Ebu Hanife’nin Tabiinden olduğu, büyük ilim sahibi olduğu ve hadis zayıf olsaydı bunu delil göstermezdi denilmiştir. Ebu Hanife’nin rivayet ettiği dar-ı harb hadisi Mekhul r.a.’dan rivayet edilmiştir. Mekhul r.a. “Ehli cerh ve tadil” ulemaları tarafından sika (sağlam, emin) ravi kabul edilmiştir. Sika ravilerin mürsel hadisleri delil kabul edilir denilmiştir. Çünkü kati sahih olmayan hadisleri böyle raviler rivayet etmez demişlerdir. Bu yüzden mürsel hadisin delil olmazlığı sadece Şafi mezhebine göredir.
İmam Ebu Hanife’nin delili dar-ı harbe göredir. Dar-ı irtidad buna dahil midir, değil midir? İnceleme konusudur. Ayrıca önümüzdeki sayılarda bu darlar konusunu, dar-ı harb, dar-ı İslam, dar-ı irtidad, dar-ı eman gibi hususları tafsilatlı olarak inceleyelim.
İSLAM: Bir de yurt dışında bulunanların bir sorunu var. Orada bir ev veya araba alıyorlar. Bunlara bir zarar gelince de o ülkedeki sigorta şirketlerinden zararlarını tazmin ediyorlar.
M. Emin ER: Orada çalıştığı ve muhatap şirket harbi kafir olduğu için bu tür sigorta tazminleri caizdir. İmam Muhammed ve İmam Ebu Hanife’nin kavline göre o ülkelerin bankalarına para yatırıp ana paralarıyla birlikte faizlerini de alabilirler.
İSLAM: Peki alınan bu faiz paraların sarf yerleri nereler olmalıdır? Ne şekilde olacaktır? Belli tahditler var mıdır?
M. Emin ER: Evet, dar-ı harbde gerek sigorta şirketinden alınan yatırılan paranın fazlası olsun, gerekse bankalardaki ana paranın fazlası olsun, harcama ve istediği yere sarf etme noktasında kişi hürdür. Başkaları için harcayabileceği gibi, kendisi için de harcayabilir.
İSLAM: Türkiye’de en yaygın sigorta türü yangın sigortası, hayat sigortası, araç sigortası gibi sigorta türleridir. Hatta sigorta işinde taklitçiliğin de bir uzantısı olarak göz sigortası, ses sigortası vs gibi azalara ait sigorta türleri de gelişmiş durumda…
M. Emin ER: Bunların hepsi de haramdır. Sigorta şirketi tarafından yapılan büyük bir sömürüdür. Ayrıca azaların sigorta ettirilmesi de haramdır. Canın muhafazası – İslamiyetin emir ettiği şekilde – da kişilerin kendilerine yüklenmiş birer mükellefiyetidir. Sigorta edilerek bu muhafaza temin edilirse bu caiz olmadığı gibi kader açısından büyük günahtır da.
İSLAM: Efendim, bu görüşlerden sonra aklımıza geliyor. Acaba mibah olan bir sigorta şirketi, bir yardımlaşma şirketi kurulamaz mı?
M. Emin ER: Kar zarar ortaklığına dayanarak toplanan paraların çalıştırılması şeklindeki bir yardımlaşma sandığı kurulabilir ve buradan mağdurlara yardım yapılabilir. Şirket-i inan’a benzetilerek bu iş yapılabilir. Veya zengin olan mal sahipleri bir menfaate bağlı kalmadan hibe, bağış, teberrü şeklinde yardımda bulunabilir, hiç karşılık beklemeden.
İSLAM: ‘Şirket-i İnan’ şeklinde olursa caizdir dediniz. Şirket-i İnan nedir ve ne gibi özellikleri vardır?
M. Emin ER: Şirket-i İnan; iki kişi veya daha ziyade kişilerin belli paralarla bir şirkete ortak olması, kar ve zararları katıldıkları miktarlarına göre paylaşmalarıdır. Bu çeşit ortaklıkta:
1- Ortaklardan biri bir şey alırsa şirketin malı sayılmaz.
2- Ortaklar ortaklığın borcundan sorumlu değildir.
3- ortakların izni olmadan hiçbir ortak şirkete ortak kaydedemez.
4- Ortağın tasarrufu sadece şirkete hastır vs…
İSLAM: Bir de memur sigortası. İşçi sigortası ve esnaf sigortası diyebileceğimiz, SSK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur sigortaları var. Kaçınılmaz bir şekilde ülkemizde uygulanmaktadır. Yani imamından, tabibine, işçisinden memuruna kadar herkesi kuşatan bir sigorta ağı var.
M. Emin ER: Bu üç sigorta türünde de sigortalı bizzat kendisini sigorta ettiriyor ve kendisi giderek sigorta primlerini yatırıyor değildir. Bir mecburiyet, bir zaruret icabı olmaktadır. Yoksa ya tüccar ticaretini terk etmek veya kamu sektöründe memuriyet yapmamak gerekecektir. Bugünkü toplum şartları içinde bu da mümkün değildir. İşte bu mecburiyetlerden dolayı sigortalı kimseler mesul değildir. Bunda cevaz vardır. Yalnız Bağ-Kur sigortalıları için iki görüş vardır.
1- Ancak verdiği miktarı alabilirler, fazlalık alamazlar. Ziyadeyi alamaz, zira faiz gibidir demişlerdir.
2- Yatırdıkları miktarı aldıkları gibi fazlalığı da alabilirler, ancak bu fazlalığı kendileri için harcayamazlar. Menfaati umumi olan yerlere (yol, çeşme, köprü gibi) harcayabilirler. Borçlunun borcundan fazlasını alamadığı gibi. Fazla parayı alıp menfaati umumi yerlere yatırmak daha uygun olur.
Ayet-i kerimde ve Veda Haccında Peygamber s.a.s efendimiz: ‘Verdiğiniz paradan fazlasını almayınız. Onları geriye bırakınız’ buyurmuşlardır.
İSLAM: Bu söyledikleriniz sadece Bağ-Kur sigortalılarını ilgilendiriyor öyle mi?
M. Emin ER: Evet. SSK ve Emekli Sandığı sigortalıları bunun dışındadır. Çünkü ihtiyarlarının dışında sigorta edilmişlerdir. Yani işe girişleri aynı zamanda sigortalı oluşlarıdır.
İSLAM: Konu gelmişken bir de memur işçi emekli maaşlarını sorsak…
M. Emin ER: Tabi şüpheden hali olmamakla beraber söylediklerimiz çerçevesinde caizdir. Bir beis yoktur.
İSLAM: Söyledikleriniz çerçevesinde bir tabibin veya bir müteahhidin veya zengin bir tüccarın bizzat kendisini sigorta ettirip kendi primlerini yatırarak emekli olması ve emekli maaşını almasını da değerlendirsek…
M. Emin ER: Bu kimseler ancak verdikleri, yatırdıkları miktar kadar emekli maaşı alabilirler ve ayrıca sigorta işlemini bizzat kendileri yürüttükleri için tevbe etmeleri gerekir. Bir zarureti olmadan gelecek bir menfaati düşünerek sigortalı olmuşdur.
İSLAM: Şimdi Bağ-Kur ’ada mecburiyet getirmişler. Esnaf mecburen, zorunlu olarak Bağ-Kur ’lu oluyor?
M. Emin ER: Eğer mecburiyet getirilmişse mesul değildirler. Ebu Yusuf’un fetvasına göre yatırdıkları ana para ile fazlalığı alabilirler. Çünkü para değerini kaybetmiş olmaktadır. Yalnız Bağ-Kur da yine söylediğimiz gibi bir farklılık vardır. Mecbur da olsa kişi kendi sigortasını kendisi yaptırmaktadır.
İSLAM: Bağ-Kur bazen 3-5 senede bir prim affı adı altında evvelki zamana ait primlerini ödemeyenlere topluca prim yatırmaları ve istedikleri kademeden prim ödemeleri hakkını tanıyor. Kişilerde birkaç seneyi topluca kendi ihtiyarlarıyla ödeyerek menfaatleniyorlar…
M. Emin ER: Bu hususun kesinlikle cevazı yoktur. Apaçık bir menfaat talep olduğu için caiz değildir. Ayrıca bir mecburiyette olmadan kendi istekleriyle ve kendilerinin istediği kademede prim yatırmaktadırlar.
İSLAM: Yurt dışında 10-15 yıl çalışıp, çeşitli nedenlerden dolayı yurda dönüş yapanlar oluyor. Bu kişiler yurt dışında kaldıkları sürece sigortalı idiler ve sigorta primleri çalıştığı zaman kadar yatırılmıştı. SSK bunlara şöyle bir hak tanımış: Eğer 6 ay içerisinde SSK’ya müracaat edip belli bir miktar prim yatırırlarsa yurt dışında birikmiş olan sigorta hakları (ödediği pirimler) buraya naklediliyor. Ve burada belli bir dönem sigorta pirimi ödeyip emekliliğe hak kazanıyorlar. Bunların durumuna ne dersiniz?
M. Emin ER: Bu durum caiz kısmına girmektedir. Zaruret icabıdır. Ayrıca gayr-i Müslim bir ülkedeki haklarının yanmaması ve o ülkeye yatırdığı kendi paralarının kalmaması için o kişinin yurda dönüş yapınca SSK’ya böyle bir müracaatta kendisi için zorunludur. Yoksa hakları yanmaktadır ve bu hak gayr-i Müslim bir diyarda kalacaktır. Hatta gayr-i Müslim bir ülkede kalmış olan hakkını tahsil için rüşvet verme durumunda bile kalırsa rüşveti veren kimse mesul olmaz denilmiştir.
İSLAM: Bir de bir yerden bir yere eşya gönderilirken taşıyıcı şirket ‘kardeşim bu eğer kıymetli bir mal ise bunu sigortalı da gönderebilirsiniz. Mala bir zarar gelirse onu biz tazmin ederiz. Eğer sigorta etmezseniz, herhangi bir zarardan mesul olmayız’ diyorlar. Kısaca böyle hallerde sigortasının durumu ne olacaktır?
M. Emin ER: Bu husus bir akid gibi olmasına rağmen hiçbir fıkhi kaideye uymamaktadır. Ayrıca bir yönüyle de kumara benzemektedir. Taşıyıcı şirket için ‘ya kazanırım ya kaybederim’ hissi her zaman mevcuttur. Yani sonuçta bir belirsizlik vardır. Üstelik taşıyıcı şirket o malı sigorta ettirdiğinde kazanma şansı daha çok kuvvetlidir. Bu durumdan dolayı bu hususu caiz göremeyiz
İslam hukukunda kefalet vardır. Kefaletle malın muhafazası temin edilmiştir. Ancak ücretle kefalet batıldır. Batıl akidlerden kabul edilmiştir. Bu yönüyle de bu hususa caiz diyemeyiz.