MOLLA ABDULHALİM’İN[1] YANINDA…
Amud[2]’da büyük ulemalardan Molla Abdulhalim vardı. Kendisi Hanefiyy’ul-mezheb idi. Yani Hanefi mezhebinden idi. Onun yanında ilm-i nahiv ile Hanefi fıkhı okumak istedim. Zira ilk defa Hanefi bir âlime rastlamıştım. Diğer hocalarım hep Şafii oldukları için bana Hanefi mezhebi ile ilgili dersleri vermemişlerdi. Kendisi bana ders vermeyi kabul etti. Fakat; Molla Abdulhalim Hoca bana dedi ki:
-Benim kayın pederim Şeyh Muhammed Beşir Hamidi, Beyrut’a sürgün edildi. Ben onun bazı işleriyle uğraşmaya gidiyorum. Ancak o gelince sana ders verebilirim.
-Ben de sizi beklerim, dedim.
Beklemeye başladım ama ha bugün ha yarın gelir diye aylar geçti gelmedi. Bir ara geldi fakat kalmadan, büyük bir meblağ para toplayıp kayınpederinin işini halletmek için Beyrut’a tekrar döndü.
Yine bekledim ve bir müddet sonra geldiğinde yanında ders okumaya başladım. Mültekâ’nın şerhi olan Mecmu’ul-Enhur adlı kitaptan biraz okuduktan sonra Mültekâ adlı kitaba devam etme kararı aldık. Sonra Cami kitabından okumaya başladık. Bu kitaptan günde bir sayfa ders okuyup ezber ederdim.
Molla Abdulhalim’in bizzat kendisinden ders okumamın hadisesi de şöyledir: Malumdur ki, medreselerde okumaya yeni başlayanlar, kalfa diyebileceğimiz talebelerden ders alırlardı. Kalfalar, ilimde mesafe kat edenlerden, onlar da büyük hocadan ders alırlardı. Ben de ilk gittiğimde Molla Abdulhalim’in yakın talebelerinden birinden ders alıyordum. Ancak onunla sık sık ibareler üzerinde tartışıyorduk. O hocamıza gidip soruyor, ben haklı çıkıyordum. Buna benzer durumlar sık sık yaşanınca, hocamın kendisi bana bizzat ders vermeye başladı.
Medreseye Selim isimli birisi gelip gidiyordu. Dilekçeler yazıyordu. Ona;
-Bana Suriye ikamesini al, diye ricada bulundum. Türkiye’den gelenler burada ikame alabiliyorlardı. Bize ikame aldı. Fakat hileyle almıştı. Başkasının üstünde göstermişti. Dolayısıyla bir işimize yaramadı.
Molla Abdulhalim çok değerli âlim bir zattı. Şeyh Ahmed Haznevî bazı fetvaları, ona gönderirdi. Kendisi Şafi ve Hanefi mezhebini çok iyi bilirdi. Derse başlamadan önce biraz şaka yapar, öğrenciyi rahatlatırdı. Seyda’mız Molla Abdulhalim çok mütevazı, salih bir insandı.
Bir gün medresedeki büyük talebeler, kendilerinden küçük talebelerin gereği gibi hizmet etmediklerinden, tam saygı göstermediklerinden şikâyetçi oldular. Seyda’mızın en önemli yardımcıları olan bu büyük talebeler meseleyi Seyda’mıza açtılar. Maksatları, Molla Abdulhalim’in, küçüklere kızmasını ve büyüklere hizmette kusur etmemelerini sağlamaktı. Öğrencilerin saygısızlığı yoktu elbette. Sadece, kendilerini artık birer molla gören büyüklerin kişisel istekleri söz konusuydu.
Genç mollalar kendi aralarında bir plan yaptılar. Seyda’mızın cemaatle birlikte olduğu kalabalık bir zamanda birer birer geldiler.
-Seyda’m! Biz gençlerden rahatsızız. Bize tam hizmet etmiyorlar. Eğer böyle olursa biz gitmek istiyoruz.
Bu Seyda’mıza kolayca söylenecek bir söz değildi. Kolay kabul edilecek bir şey de değildi. Hiçbir Seyda, artık birer molla olan, bu talebelerinin gitmesine asla razı olamaz, küçüklere cezasını verirdi. Genç mollalar da böyle düşündüklerinden, yerlerini muhkemleştirmek, kıymetlerini herkese göstermek için böyle bir yola başvurmuşlardı. Ancak hesapladıkları gibi gitmedi.
Sıra sıra gelip şikâyetini dile getiren her bir mollaya Seyda’mızın cevabı şu oldu:
-Öyle mi, demek gitmek istiyorsunuz. Ehlen ve sehlen, güle güle…
Beklemedikleri bu cevap karşısında çok şaşırdılar. Ancak artık bu sözden sonra orada kalmak da olmazdı. Toparlandılar. Eşyalarını alıp yola çıktılar.
Aradan birkaç saat geçmişti. Biz daha olayın etkisindeyken, bir de baktık ki, gidenler geri geliyor. Seyda’mız işrak namazını kılmış, camiden çıkmıştı. Her zamanki gibi medreseye gelince onları gördü. Genç mollalar mahcup idi. Hocamızın ellerine kapanarak, eğer kabul ederse burada kalmak istediklerini söyleyip izin istediler. Molla Abdulhalim, latifeyle cevabını vermiş oldu:
-Ben sizin geleceğinizi zaten biliyordum. Giderken arkanıza dönüp dönüp bakıyordunuz.
***
Salih bir insan olan Seyda’mız Molla Abdulhalim’in vefatı da çok enteresan oldu. Hanımı ile birlikte hacdan dönerlerken, köyüne 50 km. kala bir yerde namaz ve ihtiyaç için mola verirler. Abdestini alıp namaza başlar. Hangi namaz olduğunu hatırlamıyorum. Hanımı bakıyor ki, Seyda secdeden kalkmıyor. “Ne kadar uzun bir secde yaptı” diye düşünüyor önce. Ancak biraz daha beklediği halde kalkmayınca vefat ettiğini anlıyorlar.
Hac dönüşü, secdede ruhunu Allah’a teslim ediyor. Yaşadığı gibi vefat ediyor. Ben Türkiye’ye döndükten sonra da zaman zaman Seyda’mızı ziyarete gelirdim.
[1] Halebe bağlı Amud kazasından idi. Fıkıh ve bazı Nahiv meselelerinde hocası olmuştur.
[2] Kamışlı’ya 30 km uzakta bir şehir olup, Kamışlıya bağlıdır.