NORŞİN
1951 yılında Nurşin’e gidip bir sene kadar kalmak, bitirmem gereken bazı kitapları okumak ve oradan icazet almak, ayrıca o zaman orada bulunan Molla Sadrettin’den[1] de istifade etme kararı aldım. Çünkü Nurşin’de büyük âlimler, şeyhler vardı. Bu zatlar aynı zamanda bana ders veren ve kendilerinden icazet almam gereken her iki hocamın da şeyhleri idiler. Onlardan icazet aldığım takdirde hocalarımın kalbi kırılmazdı. Bu düşüncelerle Nurşin’e gittim.
Nurşin’de orayı temsil eden Şeyh Masum’un yanına vardım. Şakacı bir zattı. Benden birçok sorular sordu. Ben de cevabını verdim:
-Şeyhliğe mi geldin yoksa ilim öğrenmeye mi?
-İlim öğrenmeye
-Camiyi okudun mu?
-Evet
-Şerh-i Şemsi okudun mu?
-Evet
-Muhtasarı, Cemulcevamı okudun mu?
-Evet
-Haca gittin mi?
-Evet
-Evli misin?
-Evet
-Tarikata girdin mi?
-Evet
-Her soruya evet, evet diyorsun senin altında çok şeyler var!
O sırada medresede iki hoca vardı. Birisi şeyhin oğlu Şeyh Maşuk diğeri de Molla Abdulbaki. Şeyh efendi, bana dersimi kendi oğlu olan Şeyh Muhammed Maşuk’un vermesini emretti.
İCAZET ALIŞIM
Tahsilimi tamamlamama medreselerde okunan en son kitap olan Şerh’ul–Akaid kitabı kalmıştı. Onunda dörtte birini daha önce okumuştum. Kaldığım yerden derse başladık. Gayem kitabı incelikleri ve nükteleri ile detaylı bir şekilde okumaktı. Fakat baktım hocam o kadar incelemeyi sevmiyor. Kabataslak olarak zaten biliyordum.
Bir müddet sonra bana icazet verme teklifinde bulundular. Oysa ben daha bir yıl kadar okumak istiyordum. Kendimi, bir yıl kalacak şekilde programlamış, evin ihtiyaçlarını ona göre temin etmiş gelmiştim. Dolayısıyla icazetnameyi hemen almak istemiyordum. Bu durumu hocalarıma izah ettim.
-Biz lüzum görmüyoruz. Sen gereken bütün kitapları okmuşsun, derslerini vermişsin. Yanımızda da son kitaptan biraz ders gördün, yeter. İcazet alman için gereken şartlar fazlasıyla gerçekleşti. Bunu ertelemeyelim. Hem bir kaç gün önce kayın validenin hasta olduğuna dair telgraf geldi. Gidersen belki dönemezsin diye sana haber vermemiş idik. İcazetini verelim de git, dediler. Üzülerek kabul ettim. İcazetnameyi yazdılar.
Acil olduğu için yeni bir cübbe alınamadı. Hocam kendi cübbesini bana giydirdi. Sarık bağladılar, yemek verdiler. İcazet yazısının bir bölümünü hocam okudu. Geri kalan kısmını da Sadrettin Yüksel Hoca’ya okuttular.
Çok mahzun olarak eve geri döndüm. Çünkü ben hemen icazet almak istemiyordum. Orada en az ben bir yıl okumak istiyordum.
İLMİ İCAZE GELENEĞİ
Medreselerde okunması gereken kitapları tamamlayan öğrenciye verilen bir nevi diplomadır. Bu belge ile öğrenci mezun olmuş olur. Burada hangi ilimleri kimden aldığı, hocaları belirtilir. Bu silsile olarak Resulullah’a kadar uzanır. Böylece o talebe de hem molla olmuş olur ve hem de kendisi de artık ders verebilir, başka talebe yetiştirebilir ve o da icazet verebilir.
NORŞİN ŞEYHLERİ VE ÜSTATLARI
Norşin’in kelime anlamı bazılarına göre Nur’un yayıldığı yer, bölge coğrafya anlamına geliyor. Bazılarına göre ise şenlik ve bahar yeri. Ancak, ismin manasında, bölgeden çok sayıda din alimi yetiştiği için birinci anlam daha ön plana çıkarıyor.
Norşin, 1987’de pek çok il ve ilçe ile birlikte yapılan isim değiştirme operasyonu sonucu Güroymak adını aldı. Ancak yöre halkı ve sonradan kent dışına göç eden Bitlisliler, Güroymak adını benimsemedi. Resmi yazışmalar dışında Güroymak adı halk arasında kullanılmadı.
Doğu Anadolu Bölgesinde Yukarı Murat havzasının doğusuyla Van Gölü’nün batısında Muş Ovası’nın doğu ucunda, Doğu-Batı istikametinde uzanan iki dağ sırasının arasında ovada bulunan bir alan içinde yer almaktadır. Norşin, bu gün Bitlis iline bağlı bir ilçe haline gelmiştir.
Şeyh Abdurrahman-ı Taği (Tahi)(K.S.A)
On dokuzuncu yüzyılın büyük zatlardandır. İsmi Abdurrahmân olup Tâgî, Tâgî ve Nurşînî nisbeleriyle bilinir. Üstâd-ı A’zam ve Seydâ lakaplarıyla meşhûr olmuştur. Babası, Molla Mahmûd Efendi, annesi Seyyid Molla Muhammed Efendinin kızı Meyâsin Hanımdır. 1831 (H.1247) senesinde Şirvân’da doğdu.20 Aralık 1886 (H.1304) günü Bitlis vilâyetine bağlı Güroymak (Nurşîn) ilçesinde vefât etti. Kabri Nurşîn’dedir.
Şeyh Muhammed Diyauddin (HAZRET) (K.S)
Osmanlı âlim ve velîlerinden. İsmi Muhammed Ziyâeddîn’dir. Nurşînî nisbesiyle meşhûr olmuştur. Babası büyük velî Abdurrahmân Tâgî (Tâhî) hazretleridir. 1855 (H.1272) senesinde Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Usba köyünde doğdu. 1923 (H.1342) senesinde Bitlis’in Nurşin köyünde vefât etti. Kabri Nurşin’de babasının türbesinin yanındadır.
İlk tahsîlini babası Abdurrahmân Tâgî’den aldı. Zamânında medreselerde okutulan dersleri tamamlayarak ilimde yükseldi ve mollalık pâyesine ulaştı. Babasının ilim meclislerine ve tasavvufî sohbetlerine devâm ederek zâhirî ilimlerde âlim, tasavvuf yolunda yüksek derece sâhibi oldu.
Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, aynı zamanda dîni, vatanı ve milleti için savaşarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Birinci Dünyâ Savaşında talebeleriyle birlikte Ruslara ve Ermenilere karşı kahramanca savaştı. Kardeşleri Muhammed Saîd ve Muhammed Eşref ile birçok talebeleri şehîd oldular. Din ve vatan uğruna yaptığı hizmetlerinden dolayı zamânın bütün âlimleri ve devlet adamlarının hürmet ve sevgilerine mazhâr oldu.
Birinci Dünyâ Savaşına katılarak büyük kahramanlıklar gösteren Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, koluna isâbet eden bir mermi sebebiyle felç oldu. Felcin bütün vücûda yayılmaması için Bitlis Askerî Hastânesinde sağ kolu kesildi. Ardından da vefat etti.
Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri Nurşin ve civârında bulunduğu sırada insanlara vâz ve nasîhat ederek İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaktan geri kalmadı. Talebelerine ve sevenlerine hitab ederek buyurdu ki: “Allahü teâlâya ibâdet edip O’ndan korkunuz. O’nun râzı olmadığı zâhir ve bâtındaki şeylerden korunmaya, mühim şeylerden ve tâatlardan olan Allah’ın emir ve yasaklarını halka duyurmaya sıkıca sarılın.
1884 (Hicri 1302) yılında Bitlis’in ilim, irfan kurumlarıyla meşhur ilçesi Norşin’de dünyaya gelen Şeyh Muhammed Masum’un babası Molla Abdurrahim, âlim ve salih bir zattı.
Şeyh Masum, Norşin gibi bir yerde yetiştiği için eğitim ve hoca noktasında herhangi bir sorun çekmemiştir. Çünkü ailesi içerinde birçok âlim vardı. Üstelik bu aile sufi geleneğine sahip bir aileydi. Dolayısıyla Şeyh Masum o zamanlar Hazret’in başında bulunduğu medrese ve dergâhta Hazret dâhil çeşitli hocalardan dersler alarak yetişti. İslami ilimlerde bölgedeki otoriter âlimlerden biri olarak Hazret hayattayken onun yanından bir an dahi ayrılmamıştır.
Norşin medreselerinde Tefsir, Hadis, Nahiv, Akaid, Siyer vs. İslami ilimlerden ziyade üzerinde en çok durulan ilim şüphesiz Fıkıh/Şeriat ilmiydi. Bunun nedeni ise, divan her gün onlarca problemi olan insanlarla doluyordu. Bölgede kan davalı olan aşiretler, aile içi hukuksuzluk yaşayanlar, ticari problemleri olanlar Norşin şeyhinin divan’ında problemlerini çözüyorlardı. Dolayısıyla bu problemleri çözüme kavuşturabilmek için ciddi bir şekilde Fıkıh ilmine vukufiyet gerekiyordu. Divandaki bu durumun tesirinden olmalıdır ki günümüze kadar Norşin, özellikle Şafii fıkhında söz sahibi ciddi âlimler yetiştirmiştir.
Şeyh Muhammed Masum, Birinci Dünya Savaşında, Rus işgali sırasında, amcaları Şeyh Diyauddin(Hazret), Ş. Muhammed Said, Ş. Muhammed Eşref ve medrese talebeleri ile birlikte savaşa iştirak ederler. Bu savaşa bölgedeki birçok âlim ve şeyh; talebe ve müridleriyle iştirak etmişlerdir.
Şeyh Muhammed Masum bu savaşta büyük kahramanlıklar göstermiş, milis yüzbaşılığa kadar yükselmiştir. Savaştan sonra Sultan Reşad tarafından kendisine Gümüş Muharebe Liyakat Madalyası bir berâtla birlikte gönderilmiştir. Ayrıca bu savaşta Şeyh Masum’un iki amcası (Şeyh M. Said, Şeyh M. Eşref) şehid olmuş, diğer amcası Hazret ise kolunu kaybetmiştir.
SÜRGÜNE GÖNDERİLDİ
Şeyh Said kıyamı bastırılınca sürgüne gönderilen ağalar ve alimler arasında Şeyh Masum da vardı. Ayrıca o bölgeden Ohin şeyhi Şeyh Alauddin, Van müftüsü Şeyh Masum El-Arvasi ve Üstad Bediüzzaman da bu sürgünden nasiplerini almışlardı.
Şeyh Masum ilk olarak İzmir’de iki yıllık zorunlu ikamete tabi tutulur. Daha sonra Norşin’e döner. Norşin’de medrese müessesini sürdürmeye devam ettiği için Ankara yönetimi tarafından sürekli baskılara maruz kalır, jandarma tarafından rahatsız edilir.
1930 yılında Ağrı-Zilan olaylara vuku bulduğunda Şeyh Masum Efendi, amcasının oğlu Sultan Veled ve Ohin’li Şeyh Alauddin ile birlikte Gaziantep cezaevine gönderilir. Bir müddet cezaevinde kaldıktan sonra iki yıllık tekrar zorunlu ikamete tabi tutulur. Daha sonra Norşin’e geri döner. Tek parti döneminin tüm baskılarına rağmen medresesinde eğitim faaliyetlerini devam ettirir.
NORŞİN ŞEYHLERİ
Normalde bölgedeki birçok şeyh ailesinin iyi bir mal varlığı vardır. Ama Norşin Şeyhleri imkânları olduğu halde hiçbir zaman zengin olmamışlardır. Menzil Dergâhı, Haznevi Dergahının menşei Norşin’dir. Üstad Bedizzaman Norşin’de yetişmiş, Risale-i Nur Mektebi’nin mayası da Norşin’e aittir. Tüm bu durumlar göz önünde bulundurulduğunda bu meşayıhın dünya ile aralarına bu derece mesafe koymaları takdire şayandır.
Norşin şeyhlerinin cesur ve misafirperver, yumuşak ve güzel ahlaklı olmaları takdir edilip, sevilmelerine neden olmuştur.
ISLAH ÇALIŞMALARINA ÖNEM VERİRDİ
Şeyh Masum tabiat olarak çok mütevazı idi. Kimseden korkmaz, hiçbir hizmetten geri kalmazdı. İnsanlar onu bazen tarlada çalışırken, bazen koyunları güderken, bazen insanlara hizmet ederken, bazen de talebere ders verirken görürlerdi.
Şeyh Masum, bazı zamanlar çevredeki aşiret ağalarını toplar, köylülere zulüm etmemelerini, adaletli ve merhametli olmalarını söyler, gerekirse onları sert bir dille uyarırdı.
Şeyh Efendi, “Emri bil maruf Nehyi anil münker”e çok önem verirdi. Abdestten, namazdan, helal haramdan haberi olmayan birçok köy, Şeyh Masum’un ıslah çalışmalarıyla düzelmiştir.
VEFATI
87 yıl boyunca yaptığı ıslah, irşat ve tedrisat çalışmalarıyla bölge halkının gönlünde taht kuran şeyh Muhammed Masum Efendi’nin çileli ve uzun hayatı 17 Haziran 1971 tarihinde uzun yıllar muzdarip olduğu akciğer kanseri sebebiyle nihayete ermiş, naaşı dedesi Şeyh Abdurrahman-i Taği ve amcası Şeyh Diyauddin’in de mezarının bulunduğu Norşin mezarlığına defnedilmiştir. Allah rahmet etsin (Amin)
ŞEYH MUHAMMED MAŞUK (K.S.)
Seyda Şeyh Maşuk Hazretleri 1325 (1906) yılında Nurşin de dünyaya gelmiştir. Babası Şeyh Masum’dur. Şeyh Masum, ilmi olgunluğa sahip, muhabbetullah sahibi bir kişi idi. Şeyh Masum (k.s.) kimseden korkmaz ve çalışıp hizmet etmekten asla usanmaz bir zattı.Öyle olurdu ki bazen onu tarlada çalışırken, bazen koyunları güderken, bazen medresede talebe okuturken, bazen de insanlara hizmet ederken görebilirdiniz. O yörede bulunan aşiret ağalarını toplar ve köylülere zulüm etmemeleri, adaletli ve merhametli olmaları konusunda sert bir dille uyarırdı.
Hazret’in (k.s.) vefatından sonra medreseyi ayakta tutmaya ve insanlara nasihat etmeye devam etti. Şeyh Masum(k.s.) aşiretler arasındaki kan davalarını hallediyor, dargın insanları barıştırıyor, yüce ahlaki değerleri yerleştirmeye çalışıyordu.
Şeyh Muhammed Maşuk (k.s) ilerleyen yıllarda medresede talebe yetiştirmeye başlar ve birçok kimseye ilim icazeti verir.
Seyda Şeyh Maşuk (k.s) , Şeyh Muhammed Diyauddin (k.s)’in halifesi Suriye-Hizna’daki Şeyh Ahmed ül-Haznevi (k.s)’nin yanında tarikat terbiyesi almış ve işaret edildiği üzere Şeyh Ahmed ül-Haznevi (k.s)’nin halifesi olmuştur. 1988 yılında Havil’de vefat etmiştir. Yüze yakın eser bırakmıştır.
[1] Sadrettin Yüksel