Mehmed Zahid Koktu’nun damadı ve halifesi, merhum Prof. Dr. Esat Coşan hoca Gaziantep’e geldi. Kendisiyle beraber olduk. Bana, zor reddedeceğim bir ilim teklifinde bulundu:
-Sizi Ankara’ya davet ediyoruz. Ankara’ya gelirseniz çok iyi olur. Şu an iki yüz kadar yüksek tahsil yapan talebe var, yanında okurlar. Bu sebeple Ankara’ya gelmeni isteriz.
Ben bu davete kesin bir cevap vermedim, hemen “evet” demedim.
Oğlum Mehmet Fadlullah o zaman Ankara’da idi. Evi Demetevler’de idi. Onda misafir olduğum bir gün, Esat Hoca’nın mahiyetindeki öğrencilerin başkanı Kemal adında bir genç yanıma geldi:
-Biz ilahiyat talebeleriyiz. Arapça ders okumak istiyoruz. Bize ders vermenizi rica ediyoruz, dedi.
Bu tekliflere icabet etmezsem manevi mesuliyetlerden kurtulmayacağıma dair ilhamlar oluştu. Israrları karşısında şu çözümde anlaştık:
-Bir ay kadar, evi getirmeden size ders vereceğim. Ondan sonra duruma bakar, kesin kararı ona göre veririm.
Bana talebelerin kaldığı yerde özel bir oda tahsis ettiler. Oraya yerleştim. Talebelere yemeklerini kimin yaptığını, parasının nereden geldiğini sordum.
-Yemek vakıftan geliyor. Biz parasını veriyoruz, dediler.
-Ben de para vereyim, dedim. Kabul etmek istemediler. Fakat hakları bana geçmesin diye ısrar ettim. Ben de katkıda bulundum.
50-60 civarında talebe ayrı ayrı dersler okuyorlardı. Haftada bir gün hariç devamlı akşama kadar dersle meşguldük.
Bu gençler; ahlakları çok temiz, tahsili seven, prensipli, cami ve cemaate devamlı idiler. Bu özelliklerini hissettikten sonra Gaziantep’ten evi getirmeye karar verdim. Fakat onlara hiçbir teklifte bulunmadım bu hususta! Ta ki işim Allah için olsun, bir minnet altına da girmeyeyim diye. Zaten talebeler diyorlardı ki “gelirsen evi biz temin ederiz. Kirayı vakıf ödeyecek”
Neticede Öz Elif Sitesi’nde bir daireyi bana tuttular. Kirası da 10 bin lira civarında idi. Evi getirdim, yerleştim. Onlara ders vermeye devam ettim. Bir dönem böyle devam etti. Önceleri Elif Sitesinde ve özelif camisinde dersler veriyordum. Daha sonra Esat Hoca Elif Sitesinin yanında bir bina yaptı. Buraya “Fıkıh Enstitüsü” adını verdi. Aynı şekilde İstanbul’da da bir yer yapmış orada da hadis ağırlıklı bir eğitim veriyordu ve buraya “Hadis Enstitüsü” adını vermişti. Maalesef Esat hoca vefat edince bu çalışmalar da sona erdi.
Biz Fıkıh Enstitüsünde talebelere Fıkıh, Hadis ve Akaid dersleri veriyorduk. Hatta evdeki kitapları da buraya taşıdım. Böylece talebeler yararlanacaklardı. Bu arada her ay çıkan İslam Mecmuası da benimle ropörtajlar yapıyordu. Ama bu mecmua da merkezini İstanbul’a taşıyınca gelmez oldular. Bu sırada öğrencilerin başkanları olan Kemal okulu bitirince gitti. Hem Kemal’in gitmesi, hem de değişik bazı sebeplerle, eski düzen bozuldu.
Ben, talebelerdeki gevşekliği görünce onlara dedim ki:
-Sizin devamınız yok. Bir kitabı bitirmeden bir başka kitaba geçmek istiyorsunuz!
Onların gevşekliği üzerine sanki bir nevi darıldım. Dış ülkelere gitmeye karar verdim.