Ufuk Dağlıoğlu Hoca’nın Seyda’dan tuttuğu ders notlarına devam
1.2. İmanın rükünleri.
İmanın iki rüknü vardır:
- Tasdîk İkrâr
İkrâr; kelime-i şehâdet ile âmentüyü (erkân-ı sitteyi) söylemektir. Ebû Hanife’ye göre kişi ömründe bir defa ikrâr eylese kâfidir. Aksi halde iman gerçekleşmez. Amentüde yer alan iman esaslarını ezbere saymak şart değildir. Kişiye bu esaslar sorulduğunda kabul ettiğini ifade ederse bu da yeterlidir.
Muhammed Emin Er Hocamız Allah katında din adlı eserinde iman edilmesi gereken hükümleri (itikâdî esasları) üç kısma ayırmıştır:
- İman edilmesi farz olup, inkârı küfür olan itikâdî hükümler:
Bunlar kesin delil ile sabit olan hükümlerdir. Kesin delilden maksat Kur’ân âyeti ve mütevâtir hadistir. Meselâ miraç esnasında Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya yapılan İsrâ hadisesine iman etmek farzdır; inkârı ise küfürdür.[1]
- İman edilmesi farz olup, inkârı bid’at olan itikâdî hükümler:
Bu kısma giren hükümler de kuvvetli delillere dayanır. Ancak birinci kısımdakiler gibi tam olarak kesin bir şekilde sabit olmamışlardır. Bu kısma giren hükümlere de iman etmek lâzımdır ancak inkâr edenler kâfir olmazlar, bid’atcı sapık olurlar. Mesela göklere mi’rac hadisesi gibi. Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya gece yolculuk demek olan İsrâ, âyet ile sabit olduğu halde Mescid-i Aksâ’dan göklere yolculuk konusunda âyet veya yalan üzere birleşmeleri imkânsız olacak derecede büyük bir grup tarafından rivâyet edilen mütevâtir bir hadis yoktur. Zira Peygamberimiz (aleyhisselam)’ın göklere mi’râcı, mütevâtire yakın sahih ve meşhur âhâd hadisle sabittir.[2]
- İman edilmesi farz olup, inkârı fısk (günahkârlık) olan itikâdî hükümler:
Bu kısma giren hükümler de sağlam delillere dayanır, ancak birinci ve ikinci kısımdakiler kadar kesin bir şekilde sabit olmamışlardır. Bu kısma giren hükümlere de iman etmek lâzımdır, ancak inkâr edenler kâfir ya da bid’atcı olmazlar, günahkâr olurlar. Mesela, göklerin ötesine mi’râc gibi. Çünkü göklerin ötesine mi’râc, mütevâtir veya meşhur hadisle sabit değildir; meşhur olmayan sahîh âhâd hadisle sabittir. Peygamberimizin göklerin ötesine mi’râc ettiğine iman etmek her ne kadar lâzım ise de bu konudaki delil tam kesin olmadığı için inkâr edenler kâfir ya da mübtedi (bid’atçı) olmazlar, sadece fâsık olurlar.[3]
- İcmâlî ve tafsîlî iman.
İslâm’a girecek birisine öncelikle icmâli imân teklif edilir. Bütün iman esaslarını bünyesinde bulunduran icmâlî akîde “Lâ ilâhe illallah” kelime-i tevhididir. Kelime-i tevhid bünyesinde kırk bir akide barındırır. Yani “Lâ ilâhe illallah” diyen birisi kırk bir tafsîlî iman esasını da kabul etmiş sayılır. Bu tafsiller mükellefe sırasıyla verilir. Kelime-i tevhidin ilk tafsili “Muhammedun Resûlullah”tır. Mekke müşrikleri için kelime-i şehâdetin birinci kısmı olan “Lâ ilâhe illallah” yeterliydi. Zira onlar bu sözle “Muhammedun Resûlullah”ı da kabul etmiş oluyorlardı. Onlardan birisi bunu söyleyip ölse cennete gider. Resûlullah (s.a.v.) İslâm’ın ilk yıllarında müşriklere “Muhammedun Resûlullah”ı teklif etmemiştir. Niçin böyle yapmıştır? Müşriklerin; “Muhammed’in gerçek niyeti din getirmek değildir. Onun asıl amacı bizim başımıza geçmektir” propagandasını önleme amacıyla böylesi bir yol izlemiştir. Fakat onların buna rağmen İslâm’a girmekten imtina ettiklerini görünce “Muhammedun Resûlullah” ifadesini kelime-i tevhid ile beraber teklif etmeye başlamıştır.
Bazı rivâyetlerde kadere iman yer alırken bazılarında yer almaması icmâl-tafsîl bağlamında değerlendirilmelidir. Kadere imanın zikredilmediği rivâyetlerde bu itikâdî esas “Kitaplara iman” kapsamında, onun tafsili olarak yer almıştır. Zira Kur’ân’da kaderle ilgili âyet vardır. Her bir iman esası bir üstünün tafsili bir altının icmâlidir. Örneğin peygamberlere iman kelime-i tevhidin tafsili iken peygamberlerin sıfatlarının icmâlidir.
Kelime-i tevhidin ilk tafsili olan “Muhammedun Resûlullah” hakkında şu üç şeyi bilmek zorunludur:
- Resûlullah (s.a.v.) mahlukâtın efdalidir.
- Nebilerin sonuncusudur.
- İnsan ve cinlerin hepsine gönderilmiştir.
Resûlullah’ın (s.a.v.) getirdiği şeriat hakkında da şu üç şeyin bilinmesi gereklidir:
- Resûlullah’ın (s.a.v.) şeriati tüm şeriatleri nesh etmiştir.
- O, her vakit ve zamanda yeterlidir.
- O, kıyamete kadar bakidir.
Mükellefe ilk teklif edilecek husus nedir?
Cevap: Resûlullah’ın (s.a.v.) getirdiklerine genel (umumî), icmâlî iman etmesi istenir. Resûlün (s.a.v.) getirdiği erkân-ı sitteyi, onun emir ve yasaklarının tümünü ikrâr eder. Onun haber verdiklerini tasdik eder. Onun emir ve yasaklarına boyun eğer. Bu mücmel imandır.[4]
Tafsîle gelince ise her mükelleften Resûlullah’tan (s.a.v.) kendi nezdinde sabit olan şeyleri veya onun emir ve nehiylerini ikrâr etmesi istenir.
Resûlullah’tan (s.a.v.) varit olan bilgilerden bazılarının kendisine ulaşmamış olması ve dinî bilgileri öğrenme imkânı da bulamamış olan kişi, tafsîlî akideyi terk ettiği gerekçesiyle sorumlu tutulamaz. Onun ikrârı genel (umûmî) mücmele dahildir.[5] Resûlullah’ın (s.a.v.) getirdiklerini tafsîlî bilmek farz-ı kifâyedir. Bu da kişinin kudret ve ihtiyacına göre farklılık arz eder. Yüce Allah’ın varlığını bilmek fıtrî bir husustur.[6] Bu, insanlar arasında müşterek, zâhir malumattan zarûrî olan bir husustur.[7]
Emin Er Hocamız imanı farklı tasniflere de tabi tutmuştur. Şöyle ki:
- İman-ı fıtrî: “Kâlû belâ”daki imandır.
- İman-ı kesbî: Buluğa erdikten sonraki imandır.
Emin Er Hocamız, mükellef tarafından usûl-i din hususları kat‘î (cezm) bir taklid ile benimsenmişse böylesi taklîdî imanın geçerli olduğunu ifade ederdi. O, tahkîkî iman konusunda “Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur”[8] ayetine sık sık atıf yaparak bilginin, bilerek iman etmenin öneminin bu ayette vurgulandığını ve dolayısıyla da tahkîkî imanın önemli olduğunu vurgulardı.
- İman-ı kâmil: Bu imanda; mükellefin tasdik ve ikrârın yanında bedenen kendisinden istenen amelleri yapması yani amel de gereklidir.
- İman-ı gayr-ı kâmil: Bu tür imanda mükellef tasdik ve ikrâr ile yetinmekte, amel-i salihlerden uzak durmaktadır.
Ufuk Dağlıoğlu
[1] Er, Muhammed Emin, Allah Katında Din, çev. Doç. Dr. Abdulvahab Öztürk – Yr. Doç. Dr. Abdussamed Görmez (İstanbul: Arı sanat yay. 2005), 25-26.
[2] Er, Allah Katında Din, 26.
[3] Er, Allah Katında Din, 26.
[4] Er, Muhammed Emin, Mecmûatu’l-Furûdi’l-Ayniyye fi’l-Akîdeti ve’l-Fıkhi ve’l-Ahlâki’s-Seniyye, basılmamış eser, 6.
[5] Er, Mecmûatu’l-Furûdi’l-Ayniyye fi’l-Akîdeti ve’l-Fıkhi ve’l-Ahlâki’s-Seniyye, 6.
[6] Allah Teâlâ’nın insanları Rablerini tanıyıp, tek kabul edeceği bir fıtrat üzere yarattığını ve insanların bunun farkında olduğunu ifade eden ayetler için bkz. er-Rûm 30/30-32, ez-Zuhruf 43/9-87.
[7] Er, Mecmûatu’l-Furûdi’l-Ayniyye fi’l-Akîdeti ve’l-Fıkhi ve’l-Ahlâki’s-Seniyye, 6.
[8] Muhammed 47/19.