AMERİKA’YA İLK YOLCULUK
Oradan tekrar Almanya’ya döndüm. Almanya’dan Amerika’ya gitmeye niyet ettim. İngilizce bilen birisi benimle geldi. ABD konsolosluğuna gittik. Onun yanında pasaport olmadığından içeri almadılar. “İçerde tercümanlık yapan bulunur” dediler. Ben içeri yalnız girdim. Pasaportuma baktı emekli memur!
-Amerika’ya niçin gidiyorsun? Ne zaman döneceksin? Kime gideceksin? Masraflarını kim ödeyecek? Bu ve benzeri bir sürü soru sordu.
Ben de sinirlenir gibi oldum. Dedim ki:
-Eğer sen bana desen ki Amerika’da süresiz kalma vizesi veriyoruz orada kal desen, ben kalmam. İşte pasaportumda kaç devlete gittiğim belli. Oralarda az bir müddet kalmışım.
Paralarımı da çıkarıp masaya koydum.
-Param var, kimseye ihtiyacım da yok, kal deseniz bile orada fazla kalmam.
Görevli, tercüman vasıtasıyla dedi ki:
-Ben kendisini sevdim. Bunları sormamdaki maksadım, kendisine engel bir şey olmasın, ileride bir sıkıntıya girmesin diyedir. On dakika otursun vize vereceğim. Kaç gün istiyorsun?
Ben de Almanya ile kıyas ederek, “Bir buçuk ay istiyorum” dedim. Aslında niyetim Amerika’da bir ay kadar kalmaktı. Almanlar vize istediğimden daha az veriyorlardı, ben de bu yüzden bir buçuk ay demiştim.
On dakika biter bitmez pasaportumu verdiler. İyice hatırlamıyorum ya altı ay, ya da bir senelik vize verdiler. Herkes hayrette kaldı, nasıl bu kadar uzun süre vize verdiler diye.
Uçağa bindim. Sekiz saat süren bir uçuştan sonra New York’a indim. Beni, daha önce haber alan Dr. Tahir Bey ve bir gurup arkadaşı karşıladı. Bir gece orada kaldıktan sonra taksi ile dört saat mesafede bulunan Troy’a beni götürdüler. Talepler çok olduğundan dolayı orada bir program yaptılar. Bu plana göre Detroit eyaletine, oradan Şikago’ya, Washington’a, oradan da New York’a gidecektim. Böylece bir ay tamamlanıyordu.
Şikago’ya gittiğimde Prof. Erdoğan beni karşıladı. Dindar birisiydi. Hanımı da Müslüman olmuş bir bayandır. Orada konuşma yapacağım camileri planlayıp duyurmuşlardı. Camilerin alt katında bayanların yeri vardı. Onlar da bizi burada dinliyorlardır. Bir kadın bize mektup gönderdi. Namaz kıldığımız bölümde hocanın resmi var, ben bu şekilde namaz olmaz diyorum. Kabul etmiyorlar siz ne dersiniz? Diye sordu. Biz de görüşüne katıldık.
Benim Amerika’ya gelmemden dolayı çok sevinç gösterdiler. O zamana kadar benden başka Türkiyeli hiçbir âlim gitmemiş oraya. Oradaki Türklere; “Siz Müslüman değilsiniz” diyorlarmış. “Bütün Müslüman ülkelerden değişik zamanlarda din âlimleri geldiği halde Türkiye’den niye kimse gelmiyor, demek ki siz İslam’la bağınızı koparmışsınız” şeklinde tarizlerde bulunuyorlarmış. Bu yüzden bizim gitmemize, oradakiler çok sevindi. Bu bakımdan benim gitmemle çok memnun oldukları için iftihar ettiler. Camilerde Arapça sohbet ediyordum. İngilizceye çevriliyordu.
EHLİ KİTAP’IN KESTİĞİ
Bana sıkça sorulan sorulardan biri, “ehli kitabın kestiklerinin yenilip yenilmeyeceği” meselesiydi. Ben de kesimhaneye gidip gözümle görmek istedim. Müdürüne telefon ettiler, “gelsin” demiş. Prof. Numan beni arabasına alıp harita ile yola çıktık.
Kesimhaneye gidince bize beyaz bir elbise giydirdiler. İçeri girip yedi sekiz basamak yukarı çıktık. İçerde sağlı sollu duvar, önü kapalı girişler vardı. Buralardan ikişer ikişer büyük baş hayvanları getiriyorlardı. Hayvanlar tam bizim hizamıza kadar geldiler. Biz bir duvar üzerinden seyrediyorduk. Hayvanlar bize yakın yere gelince bir düğmeye bastılar. Giriş kapandı. Önü de kapalıydı. Hayvanların gideceği bir yer yoktu. Hayvanlar başlarını kaldırınca düğmeye basıldı. Yukardan bir demir inip hayvanın beynine saplandı. Hayvan yere düştü. Hiçbir hareket görmedim.
Ondan sonra, hayvanları ayrı bir yerde ayaklarından asılı gördüm. Orada elinde keskin sivri bir bıçak olan birisi duruyordu. O, bıçağı hayvanın boynuna vurunca boğazının öbür tarafından çıkıp boğazını deldi. Bir de bıçağı kuvvetlice çevirince boğazının tüm damarları koptu. Kan fışkırdı.
Bu işlemden sonra başka yere otomatik olarak naklediliyor. Burada soyulup parçalanıp paketleniyor ve gideceği yere gönderiliyor. İlk önce, hayvanda hiçbir hareket görmeyince murdar oluyor diye bana bir fikir geldi. Daha sonra cebimdeki defterdeki notlarımda gördüm ki, kanın fışkırması hayvanın yaşadığına delalet ediyor. O zaman bunların kestiklerinin gördüğüme göre helal olduğu hakkında fetva verdim.
Tavukların yerine gittim. Tavuklar da sırayla kesilecek yere giriyor. Kesilen tavuklar sıcak suya konuluyor. Suya baktım ki kaynayacak şeklide bir sıcaklık yoktu. Bunun üzerine kestikleri tavuğun helal olduğuna kanaat getirmiş oldum.
WASHİNGTON İZLENİMLERİ
Günlerimiz tamamlanınca uçakla Washington’a gittim. Orada büyük bir Yahudi havrasını İranlıların satın alıp ibadethane yaptıklarını; görmeye değer olduğunu söylediler. Biz de görmeye gittik.
Büyük bir bahçe içinde çiçekli güzel bir yer idi. Fakat caminin içine girdiğimde mihrabın yanına duvarlara, “Hüseyni öldürenlere, ona emir verenlere lanet olsun” diye yazıldığını gördüm. Buna çok üzüldüm. Hz. Hüseyin’in katillerini hiçbir Müslüman sevmez ama halk arasında böylesi bir lanet ifadesinin yer alması da doğru değildi.
Orada Suudilerin bir okulu vardı, ziyarete gittik. Bazı öğrenciler yatılı kalıyorlardı. Bazıları da servisle evlerinden gelip gidiyorlardı. Okulun müfredat programını öğrendim. Bazı dokümanlar aldım. İranlılarla adeta yarışıyorlar gibiydiler. Fakat İslam’a yeni girenler İranlılara daha çok yaklaşıyorlardı. Çünkü İranlı kadınların tümü tesettürlü idiler.
Burada büyük bir müze vardı. İçinde tarihi, askeri araçlar, uçaklar vardı. Benimle gelen bir mühendis bana izahat yapıyordu.
Daha sonra beni büyük bir kütüphaneye götürdüler. Kalorifer yanıyordu. Sıcak bir mekândı. Gelenler istediği kitabı alıp mütalaa ediyorlardı. Elektronik ortamda istedikleri kitabı inceleyebiliyorlardı. İslami bilgileri, âlimleri, kavramları bilgisayara yüklemişler, istediğiniz şahıs hakkında anında bilgi alabiliyorsunuz. Diyelim Fethul Kadir kitabını araştırıyorsunuz. Bu isimle kaç kitap var, kimler yazmış, mahiyeti nedir, nerelerde bulunur, tüm bu bilgileri elde edebiliyorsunuz.
***
Sonra beni camiye götürdüler. Şehir içinde minareli bir cami idi. Bazı insanların içerde, bazı insanların da dışarıda namaz kıldıklarını gördüm. Sebebini sorunca şu cevabı aldım:
-Geçenlerde Mısırlı bir zat burada, ülkesindeki İslamî hareketlerden bahsetti. Onu Mısır konsolosluğuna şikâyet ettiler. Ardından da onu yurtdışı ettiler. Onun fikrindekileri camiye sokmuyorlar. Onlar da dışarıda namaz kılıyorlar” dediler. Müslümanların dışlanması ne kadar üzücü… Amerika’da din serbest, ama İslam devletinden bahsetmek veya bir İslam’i devlet talebinden bulunmak yasak.
Bir üniversite ziyaretimiz oldu. Üniversiteye Cuma günü gittik ve oradaki Müslüman talebeleri ziyaret ettik. Üniversitede bir mescitleri vardı. Cumayı burada kılıyorlardı. Hutbeyi bana okuttular. Ben hutbeyi Arapça okudum. Onlar İngilizceye tercüme ettiler. İçlerinde Malezyalı talebeler de vardı. Malezya durumunu onlardan sordum. Oradaki uluslararası üniversiteden, hocalarından bahsettiler. Ben de “inşallah nasip olursa oraya gideceğim” dedim. Bazı adresler, bazı üniversite hocalarının isim ve telefonlarını verdiler.
Mühendis Yusuf Efendi’ye misafir idim. Söz arasında fırsat bulunca Afganistan’a gitmek istediğimi söyledim. Yusuf Bey bir miktar dolar verdi. “Gidersen oradaki mücahitlere verirsin” dedi.
Bu arada biletimin günü dolduğundan dolayı Almanya’ya dönmek istedim. Detroit’deki kardeşlerimiz, dönmeme rıza göstermediler.
-Burada az kaldınız. Bilet yanarsa yansın sizi sonra göndeririz, dediler.
Ben de hatırları kırılmasın diye kalmaya taraftar oldum. Fakat nedense bilmiyorum, programı yapanlar orada kalmama rıza göstermediler. İki tarafın da kalbi kırılmasın diye “şimdi gideyim, bir daha geldiğimde istediğiniz kadar kalırım” böylece Almanya’ya dönmeye karar verdim. Oradan da Ankara’ya döndüm.
FİNANS KURUMU
İstanbul’a bazı dostlarımız bizi davet ettiler. Faizsiz banka çalışması yapmak istiyorlar, benden bunun fetvasını almak istiyorlardı. Eğer uygun görürsem onlar da bir bankanın kurucuları olacaktı.
Ben davete icabet edip gittim. Bana anlatılanları dinledim. Anlatıldığı şekilde yapılırsa caiz olacağına dair fetva verdim.