Belçika’daki talebelere
-Burada mümtaz papazlardan kimse var mıdır? diye sordum.
-Öyle fazla yok. Yalnız Üniversite Rektörü İlahiyat (Hristiyan İlahiyatı) profesörüdür. Münazaralarla ilgilidir, dediler.
Onunla görüşmek istediğimi kendisine iletmelerini yanımdakilere söyledim. Gidip görüştükten sonra bana haber getirdiler. Ertesi güne belli bir saatte randevu verdiğini söylediler.
-Bu saatte üniversiteye gelsin, orada konuşuruz, diye cevap vermiş.
Ertesi sabah belirlenen saatte Üniversiteye iki araba ile gitmeye karar verdik. Sonra, “böyle kalabalık göze çarpar, bir araba olsun” dedik. Dört beş kişi bir araba ile Üniversiteye gittik. Gittiğimiz yerde iki üç tane üniversite hocası vardı. Özel bir yerde oturup konuştuk.
Danimarka’da papazdan sorduğum soruları bunlara da sormak istedim ki bakalım ne cevap verirler diye!.. Evvela dinlerine göre hayvanların kesilmesi; kadınların çıplak giyinme hududunu sordum. Profesörün bu iki sorudan Danimarka’daki papaz kadar malumatı yoktu. Onun için kitaplara müracaat ediyordu. Daha sonra İncillerdeki tenakuzları saymaya başladım. O da cevap vermeye çalışıyordu. İki üç saat kadar münazaramız devam etti. (Sorduğum soruları daha önce belirttiğim için burada ayrıntıya girmiyorum).
Bize tercümanlık yapan arkadaşımız, Ankara’nın Haymana ilçesinden olup, onun yanında Doktora yapan bir talebe idi. Soru-cevap faslı bittikten sonra Profesöre dedim ki:
-Sen sorularıma cevap verdin fakat, verdiğin cevaplarla kendini ikna etmiş misin evvela? Çünkü cevaplarınız iknâ edici değildi. Hurufata benzer bir şeylerdi.
Bana dedi ki:
-Kendimi ikna etmemişim dersem o zaman Müslüman olmam gerekiyor.
-Ben size niçin Müslüman olmuyorsunuz demedim, İslam’ı teklif etmedim. Sadece bu cevaplarla kendini ikna etmiş misin ki bana cevap veresin! Diye samimi olarak soruyorum.
-Eğer doğruyu söylemem gerekirse, bu dediğiniz mevzularda ben kendimi ikna etmiş değilim.
-Size tek bir soru sorup konuşmaya son vereceğim.
-Buyur sor.
Daha önce Danimarka’daki papaza verdiğim örnekle sorumu sordum:
-Bir kişi kırk sene bir topluluk içinde yaşarsa, hiçbir yalanla itham edilmediği gibi, düşmanları tarafından bile, doğru-emin-güvenilir unvanını almış olursa, bir gün bu kişi elinde bir mektupla bir cemaate gelse: “Ey cemaat, Sultan beni size gönderdi. Bu elimdeki mektupta Sultanındır. Sizden şunları yapmanızı, bunları da yapmamanızı istiyor.” Siz de buna inanın dese ne yapmak lazım gelir? Bu güvenilir insana bir kısmı inansa ve diğer bir kısmı da bazı iddia ve iftiralarla onu yalanlasa, hangisi doğru olur, ikinci gurup akıllıca hareket etmiş olur mu?
Profesör o zaman meseleyi sezdi. :
-Akıl kabul etmez desem o zaman Müslüman olmam gerekiyor.
-İşte o zat Muhammed Aleyhisselam’dır. Sultan’dan Murat Allah Telala’dır! Mektuptan maksat Kur’an-ı Azimü’ş-Şandır.
Onu hemen tasdik edenlerden biri Ebu Bekr-i Sıddık’tar.
Belagatine bakıp tasdik edenlerden birisi Seyyidina Ömer’dir.
Tarihi vakalara bakıp tasdik eden ise Habeş Kavminin Kralı Necaşi’dir.
Heraklius Filistin’i aldıktan sonra Kudüs’ü ziyarete geldiğinde Peygamber (SAV)’den kendisine bir mektup ulaştı. Mektup, son Peygamberin zuhur ettiğini, kendisini İslam’a davet ettiğini açıklıyordu. Mektubu okuduktan sonra yanındakilere sordu:
-Mekke ehlinden kimse buralarda var mı?
Araştırdılar ve ticaret için gelen bir cemaat var olduğunu, başlarında reis olarak Ebu Sufyan bulunduğunu kendisine haber verdiler. Mekke heyetini çağırıp görüştü. Ebu Sufyan’ı yakınına alarak, oradakilere;
-Ben bundan soru soracağım. Yalan söylerse yalan söyledi deyin, dedi.
Ve Ebu Sufyan’dan sormaya başladı:
-Bunun nesli sizde nasıldır?”
Ebu Sufyan:
-Bizde asil olan bir aileden gelmektedir.
-Ecdatlarından Melik (Mülk sahibi, hükümdar) olanlar oldu mu?
-Hayır!
-Ona tabi olanlar fakirler mi? Zenginler mi?
-Daha çok fakirlerdir.
-Dinine girenlerden bu dini beğenmeyip geri çıkan var mıdır?
-Hayır!
-Siz Onunla harp ediyor musunuz? Ediyorsanız kim galip kim mağlup oluyor?
-Harp ediyoruz. Bazen biz bazen o galip geliyor.
-Ne emrediyor size?
-Tek bir Rabbe ibadet etmeyi, kötülük yapmamayı, kimsenin hakkına tecavüz etmemeyi v.s.
-Siz onu yalancılıkla itham ediyor musunuz?”
-Etmiyoruz
Heraklius bu soru ve cevap faslından sonra dedi ki:
-Madem ki insanlar hakkında yalan söylemiyorsa, yalancı biri değilse, Allah hakkında hiç yalan söylemez. Ben sana nesebini sordum, “asildir” dedin. Bütün Peygamberlerin nesebi asildir. Soyundan kimse melik, hükümdar oldu mu? dedim. “Hayır” dedin. Olsaydı ecdadının, atalarının mülkiyetini, taht davasını sürdürüyor, derdim. “Fakirler mi, zenginler mi ona tabi oldular.” “Daha çok fakirler” dedin. Bütün Peygamberlerin ilk inananları, bağlıları çoğunlukla fakirlerdir. “Dinine girip sonradan beğenmeyip çıkan var mı?” “Yok” dedin. Din nurdur. Giren zulmete, karanlığa yönelmez bir daha. “Harp ediyoruz, bazen o, bazen biz galibiz” dedin. Bütün peygamberlerin şanı böyledir. Bazen galip, bazen mağlup olurlar. “Onu yalancılıkla itham ediyor musunuz?” diye sordum. “Hayır” dedin. Eğer dediklerin doğru söyledinse o hak peygamberdir. Ayağını yere burarak, “burası da O’nun mülküdür” dedi”
Bunun üzerine Hıristiyan İlahiyat Profesörü:
-İnandım. Muhammed Aleyhissalatu vesselam, Allah’ın Rasulü’dür. Fakat kelime-i tevhidi bana teklif etme. Çünkü dinde zorlama yoktur, dedi.
Ben inandım ki Profesör İslamiyet’i kalben kabul ediyor. Fakat hem yanında başka arkadaşları olduğu için, hem de Dekan olduğu için bunu izhar etmiyor, edemiyor. Ondan sonra vedalaştık. Diyanet’in görevlisi Cuma Hoca’da misafir kaldım. Hoca dedi ki:
-Camilerimizde ezanı önce açıktan okurduk. Sonra gizli okumamız istendi. Konu mahkemeye intikal etti. Komşulardan sordular, “ezandan rahatsız oluyor musunuz?” “Hayır” dediler. Sonra bize açıktan okuma izni verildi.