HATIRALARIM 19- Bir Papazla Tartışmam

Danimarka’da Akide-i Hayriye’den cemaate ve gençlere ders verdim. O memleketin kadınları çok aşırı açık giyinirlerdi. Ahalisi bisiklete binmeyi çok severlerdi. Bisiklete binenler için hususi yollar yapılmıştı. Köpekleri de gayet çok severlerdi. Hatta bisiklete binerlerken bir eliyle bisikleti tutan, öbür eliyle de köpeği çeken çok insan gördüm.

Kopenhag’da bulunan büyük bir kiliseye gittik. “DOM” kilisesi deniliyordu. Orada yetkili kimse olup olmadığını sordum.

-Burada dört papaz var. İçlerinden bir tanesi çok mümtazdır. Yurt dışında temsilci olarak bazen devleti de temsil eder, dediler.

Ben dedikleri papazın telefon numaralarını aldım. Kendisiyle yüz yüze görüşmek istediğimi telefonda ona bildirdim.

-Benimle niçin görüşmek istiyorsun?

-Bazı dini sorular sormak istiyorum.

-O zaman yarın Belediye Kütüphanesinde saat 10’da buluşalım.

 

PAPAZ EFENDİYLE GÖRÜŞME

Ertesi gün ben, üç arkadaşla birlikte sözleştiğimiz saatte Belediye Kütüphanesinde hazır bulunduk. Bazı İncilleri torbaya doldurmuş halde bir papaz çıkageldi. Yanımdaki arkadaşlardan Ömer İnci’ye soru ve cevapları yazmasını söyledim. Tercümanımız da orada Belediye Meclis Üyesi Ankaralı bir Türk’tü. İlk olarak Papaza şunu söyleyerek münazaraya başladık:

-Siz bir din adamı olduğunuz halde kıyafetiniz din adamına bezemiyor. Ne sakal, bıyığınız var ne başınızda papak ne de üzerinizde cübbe var. Siz nasıl bir din adamısın?

-Ne yapalım zamana uyuyoruz. O bahsettiğin şekil, daha çok Yunan papazlarında olur.

-Sizde kadınların çıplaklığı ne kadar caizdir? Bunun bir sınırı yok mudur?

-Bizde bir hudud yoktur. Yalnız dikkatleri fazla üzerine çekecek, çekici olacak şekilde olmamak şartı ile bir emir yoktur!

-Peki ama hem örtünmemek, yani çıplak olmak hem de nazar çekmemek mümkün değildir.

-Öyle ama bizde bir sınırlama yok.

Baktım ki başka bir şey söylemiyor, başka bir soruya geçtim:

-Sizde hayvanın meşru kesim şekli nasıldır?

-Bizde onun da kesin bir hududu yoktur. Yalnız hayvanı incitmemek şarttır. Eziyet vermeksizin nasıl olursa olur.

Sonra İncillerle ilgili bazı konuları gündeme getirdim. İncillerin adını ve sayfa numaralarını belirterek, “falan İncil’de İsa Allah’tır diye yazılmış, falan İncil’de ise Allah’ın oğlu olduğu yazılmış. Bu iki İncil arasında münafaat, terslik, çelişki vardır, nasıl izah edersiniz.” dedim. Verdiği cevap mukni (ikna edici) değildi. Ben sadece İncillerdeki çelişkileri belirtmekle yetiniyordum. Fazla üzerinde durmuyordum.

-Falan İncil’in şu sayfasında da İsa Yusuf’un oğludur. Yusuf ta Yakub’un oğludur diyor. İncil’in birinde “İsa Allah’tır, diğer İncil’de “İsa Allah’ın oğludur”  diyor. Bu nasıl olur? Bunlar çelişki değil mi?

Cevap vermeye çalıştı.

-Peki falan sayfada da dört babadan sonra, Yakup, oğlu Yusuf’a geldiği yazılıdır. Bu da çelişki değil midir?

Ona da cevap vermeye çalıştı. Fakat doğru dürüst cevap bulamadığı için terlemeye başladı. Sıkıldı. Kütüphaneye gelenler bizim soru sorup yazmamızı görünce ayakta bizi dinlemeye başladılar.

-İsa Aleyhisselam’ın öldürüldüğünü anlatan bir bölümde, Hz. İsa’nın “baba beni bu Yahudilerden niçin kurtarmadın!” diye seslendiği yazılıdır. Bundan anlaşılıyor ki İsa Rab değil. Rabbi çağırmış. Falan İncil’in başka bir yerinde ise “İsa’nın yavrulu bir merkebi vardı. Hem merkebe hem de yavruya binerdi” deniliyor. Allah nasıl merkebe biner dedim?

Ona da sapık sapık cevaplar veriyor fakat kimse tatmin olmuyordu. Ben de üzerinde fazla durmuyordum.

-İncilin bir yerinde İsa’nın, öldüğünde üç gün iki gece toprak altında kalacağını söylediği yazılmış. Başka bir sayfasında ise üç gün üç gece kaldığını yazmış. Bu da münafât oluyor.

Bu soru cevap faslı devam ederken saat on iki oldu. Papaz:

-Saat on iki oldu, başka yerde işim var. Adres verin ben yarın oraya yanınıza geleyim, dedi. Adres verdik. Ayrıldık.

 

İNCİL’DEKİ BİTMEYEN ÇELİŞKİLER…

Ertesi gün saat 10’da bulunduğumuz yere geldi. Dört İncili de torbaya koymuş getirmişti. Hal hatır sorduktan sonra ben sorularımı sormaya devam ettim:

-İncilin bir yerinde deniyor ki, “İsa kabirden kalkınca: “Ben babanın yanına gidiyorum. Bulutlardan yere ineceğim. Henüz bazınız da hayatta olacaktır” Oysa şimdiye kadar gelmedi. Bu münafât, yalan olmuyor mu?

Diğer incilin bir yerinde: “Yusuf ile İbrahim arasındaki babalar 27 tanedir diyor. Başka bir incilin falan yerinde ise 42’dir diyor. Bunların arasında çok fark vardır.

-Olabilir ki birisi Meryem’in birisi kendisinindir.

-Hayır, Yusuf’un babası diyor.

-Belki bunlar Yahudilerin oynamaları, tahrifatlarıdır. Tarihi bilgidir.

-O zaman demek ki İncil muharreftir, değiştirilmiştir.

-Hayır, onu demek istemiyorum.

-Yine İncil’in falan yerinde “İsa ile Adem arası 40 bin senedir” deniyor. Fakat İlim öyle göstermiyor.

Ona da cevap vermeye çalıştı.

-İncil’de dünyanın bütün ömrü seksen bin senedir diyor. Bu da bugünkü ilme muvafık olmuyor. Falan İncil’in falan yerinde “İsa Resul’dur” deniliyor. Hâlbuki İsa ne Allah’tır ne de Allah’ın oğludur.

Papaz, benim İncil ismi vererek sorduğum sorularda, şüpheli olduğu konularda İncil’e bakıyor, aynen benim dediğim gibi yazılı olduğunu görüyordu. Burada da benim dediğim gibi yazılı olduğunu görünce dedi ki:

-Allah “resul” olarak gönderdik demiyor, sadece gönderdik diyor.

-Evet ama zaten gönderilen kişiye “resul” denmez mi?

-Hayır, bir kişi gönderilmiş olabilir ama resul olmayabilir.

Bunu da geçtik.

-Yahudiler Seyyidina Meryem’e bühtan ediyor, iftira atıyorlar. İsa Aleyhisselam’a hâşâ veled-i zina diyorlar. Fakat biz Müslümanlar Meryem’e afife, sıddıka der, O’nu hürmetle anarız. İsa Aleyhisselam’a Allah’ın Rasulüdür der, saygı gösteririz. Yahudiler sizin dininizin kökünü baltalıyorlar, biz ise inanıyoruz. Gerektir ki siz bize daha yakın olmalıydınız. Fakat siz onlarla birleşip İslam’a karşı oluyorsunuz, sebebi nedir? Bunu nasıl izah ediyorsunuz?

-Sebebi İncil’de bulamadığımız bir konuda Tevrat’la amel etmemizdendir.

-Tamam biz ile siz ehli kitabız, komünistler, ateistler hiçbir kitap tanımazlar. Onlara nispetle biz birbirimize yakınız. Sizinle birlik olup komünistlere karşı durmamız iyi değil midir?

-İyidir.

Arkadaşlarımızdan Ömer İnci.

-Bulgarlar, Yunanlar Türkleri öldürüyorlar, siz niçin seslenmiyorsunuz, onlar komünisttir.

-Bundan benim haberim yok, bundan sonra bu konuyla ilgilenirim.

 

DOĞRU BİR HABERCİ

Ben dedim ki:

-Son olarak size bir soru sorup mülakatımıza son vereceğim. Bir kişi bir kavim içinde kırk sene kalır, herkes de onu iyi olarak tanır, bilir. Hiç bir kötülüğünü görmezler, hiç bir zaman yalan söylediğine şahit olmazlar. Bu kişi bir gün elinde bir mektup-mesajla gelip o kavme dese ki:

-Beni size Sultan gönderdi. Bu elimdeki risalede de Sultan’ın sözleri var. Bazı şeyleri yapmanızı bazı şeyleri de yapmamanızı emrediyor.

Bu kişi o ana kadar hiç yalanla itham edilmemiş olduğundan dolayı, bazıları sözlerine hemen inanırlar.

Bazıları da risaledeki ibarelerin fesahatine, edebi gücüne bakınca anlarlar ki “bu avam karı değil, bu herhangi bir şahsın işi değil, ancak Sultan’ın olabilir.” Böyle düşünüp onlar da tasdik eder, inanırlar.

Bazıları da, “bu mesajı, en iyi bilenler, aklı başında olanlar tasdik ettiler, inandılar, demek ki doğrudur” deyip onlar da inanırlar.

Bazıları da, mesajdaki tarihi olayları, ayrıntıları görünce, “bu bilgiler ancak Sultan’da olur. Yoksa kimin haddi var ki bunları bilebilsin” deyip inanırlar.

Diğer bir kısmı da “biz inanmıyoruz, bu bir sihirdir. Sultan’a iftira ediyor. Gönderilecek hiç kimse kalmadı da, Sultan bunu mu gönderdi” derler ise akıl bu sonrakilerin ifadelerini kabul eder mi?

Papaz, meseleyi anladı:

-Eğer etmez desem o zaman müslüman olmam gerekiyor.

-Ben sana İslamiyet’i teklif etmedim. Sadece aklın bunu kabul edip etmeyeceğini sordum.

Papaz dürüst cevap verdi:

-Cevap verecek olursam, akıl sonrakilerin dediğini kabul etmez.

Ben de kendi cevabımı kondurdum:

-İşte o gönderilen şahıs, Hazreti Muhammed Aleyhisselam, risale de Kur’an-ı Kerimdir.

Hz. Peygamber Herakliyüs’ü İslam’a davet ettiği zaman Herakliyüs soruyor etrafındakilere:

-Siz onu yalanla itham ediyor musunuz?

Ebu Süfyan, o zaman Hz. Peygamber’in en şiddetli düşmanı olduğu halde;

-Hayır, onu yalanla itham etmiyor, suçlamıyoruz, dedi.

Bunun üzerine Papaz:

-Benim Muhammed Aleyhisselama çok saygı, hürmetim vardır. Eğer İbrahim Aleyhisselamın milleti üzerinde ise onu tasdik ederim.

-Evet, İbrahim Aleyhisselam’ın milletindendir. Kur’an’da kendisine “İbrahim Aleyhisselamın milletine tabi ol” diye emirler vardır.

-Ben bilmiyorum.

-Sen Kur’an’a bakmıyorsun, eğer bakarsan görürsün.

-Bundan sonra bakacağım.

Adresini bana verdi, benim de adresimi aldı. Saatlerimize baktık on iki olmuştu. İki saat önceki gün, iki saatte o gün tam dört saat münazaramız devam etti. Vedalaşıp oradan ayrıldık.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir